Eğlenceli belgeseller, olgun aşıklar ve uzaylılar!
Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ uyarlaması geldi ve hafta sonu etkinliklerimizin ilk sırasında yer almayı başardı. Etkisinden çıkabilirseniz onu psikolojik dram ‘Invisible’, kara komedi ‘No Good Deed’ ve animasyon ‘Secret Level’ takip ediyor.
Heyecanla beklediğimiz o gün geldi çattı; Nobel Edebiyat Ödüllü Gabriel García Marquez’in modern klasiği ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ Netflix’te bizlerle buluştu. Romanın diziye uyarlanacağı fikri bir kısmımızı heyecanlandırmış, bazılarımızı da endişelendirmişti, zira romanlar ve uyarlamaları hep karşılaştırılır, galip gelense genelde kitaplar olur (Kitaptan yana tavır alanlar için bir haber; ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ın yeni baskısı Can Yayınları’ndan çıktı). ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ özelinde endişenizi gidermeye çalışalım: Yazarın çocukluğunun geçtiği Kolombiya’da çekilen dizinin danışman kadrosunda çocukları da yer alıyor.
Böyle dev bir işin yönetmenliğini Alex García López ve Laura Mora paylaşıyor. Yönetmenlik bu kez ekstra önemli, çünkü hikâye hayalî köy Macondo üstünde yükseldiğinden biz en çok köyün atmosferini merak edenlerdendik. Romandan hatırlayacak olursanız Macondo, karakterimiz José Arcadio Buendía önderliğindeki ailelerin bir keşif yolculuğu sırasında konakladığı, bataklık civarındaki bir yerdi. Buraya yerleşme kararı ve bölgeye Macondo adının verilmesiyse José Arcadio Buendía’nın rüyasına dayanıyordu.
O halde iyi haberi verelim: Macondo romanı okurken canlandırdığımızdan daha cezbedici. Hayalimizdeki o köyü alıp saklı cennete çevirmişler. Ormanın içinde doğayla bütünlüklü, huzurla yaşayan Macondolular bir ütopya yaşıyor izlenimi veriyor. Ancak bizleri nelerin beklediğini hatırlayınca biraz hüzünleniyoruz. Zaten dizi ilk dakikalardan karamsar olayların haberini verircesine, Buendía ailesinin evinin gelecekteki unutulmuş ve uğursuz halini göstererek başlıyor. Ardından zaman romanla paralel akmaya başlıyor.
José Arcadio Buendía’nın oğlu (ve hikâyenin önemli karakterlerinden) Albay Aureliano’nun idam mangası önündeyken aklından geçenlerle başlıyoruz. Bu da bizi ta anne-babasının evlendikleri geceye götürüyor. Ve başlıyoruz José Arcadio Buendía ile Úrsula Iguarán’ın hem Macondo’yu, hem de ailelerini ilmek ilmek nasıl kurduklarını izlemeye. Kurgusal bir ailenin yedi neslini merak eder mi insan? Söz konusu Buendía ailesiyle evet. Karakterlerle benzeşmeseniz de başlarından geçeni merak ediyor, hikâyenin içine girebiliyorsunuz. Dizi romanın bu özelliğini başarıyla devşirmiş. Bölümler bitse de karakterler aklınızı tıpkı Prudencio Aguilar’ın hayaleti gibi meşgul ediyor.
Oyuncular romanı okuyanları hayal kırıklığına uğratmıyor, çocuk oyuncular dâhil hem görünüş hem tavır olarak karakterler hakkıyla yansıtılabilmiş. Özellikle Úrsula Iguarán’ın farklı yaşlarını canlandıran Susana Morales Cañas ve Marleyda Soto onun hükümet kadın imajını kotarabilmiş. José Arcadio Buendía’nın gençliğini canlandıran Marco González muzip ve çocuksu bir performans sergilerken yaşlılığı Diego Vásquez’le oturaklı bir hal almış. Muhafazakârlara direnen liberal devrimci Aureliano’nun yetişkinliği Claudio Cataño’ya emanet. Buendía’ların neslini devam ettiren ‘hafifmeşrep’ Pilar Ternera’yı Viña Machado, çingene panayırlarını düzenleyen Melquiades’i Moreno Borja canlandırıyor.
Tat kaçıran kısımları da tetikleyici uyarımızla belirtelim. Karakterlerin romantizmle karıştırdığı ensest ve çocuk istismarı eğilimlerini görmezden gelmek hayli zor. Bunlar zorlayıcı veya eleştirel sahnelerle değil, dönemin olağan akışı içinde bir gerçeklik olarak yansıtılıyor. Dizide bu hatlar görece yumuşatılmış, ancak romanı okuyacaklar hazırlıklı olsun. Kimileri özünde bunun bir çarpık ilişkiler hikâyesi olduğunu söylese de ilkel toplumda huzurdan medeniyetin getirdiği kargaşaya giden bir süreci izliyoruz. El yordamıyla bilimin keşfedilmesine, ardından siyasi ortama tanık oluyoruz. Hikâye Marquez’in bireysel hayatından izler taşıdığı için toplumsal çıkarımlar yapabiliyoruz.
Hikâye bu anlamda gerçekçi, ancak fantastik ve korku türlerini çağrıştıran absürtlükler türü büyülü gerçekliğe taşınıyor. Okurken de izlerken de bu unsurların birer simge/metafor olduğunu unutmamak gerek. Romanın ilk yarısını kapsayan ilk sezon birer saatlik sekiz bölümden oluşuyor. Ama kurulan köy ortamı, çekim açıları, ışık ve gölgelerin kullanımı sayesinde öyle bir görsel şölen yaşıyorsunuz ki bu bir saat hemen geçiyor. Bazı sahneler Rembrandt tablolarını anımsatıyor desek abartmış mı oluruz? Siz karar verin ve ‘Yüzyıllık Yalnızlık’a ortak olmak için Netflix’e koşun.
Sırada yine bir dram var, yine İspanyolca ve yine bir roman uyarlaması. Disney+ bizi Eloy Moreno’nun aynı adlı romanından uyarlanan ‘Invisible’ ile buluşturuyor. Mini dizi olmasına rağmen psikolojik dram türünde olduğu için bir oturuşta bitirmelik değil, ancak sizi derin sorgulamalara itebilecek bir dizi.
12 yaşındaki Capi (Eric Seijo) hayatına her zamanki gibi devam ederken ciddi bir kaza geçirir, sonucunda da travma sonrası stres bozukluğu yaşamaya başlar. Ailesi ve arkadaşları dâhil çevresindeki kimse olayı tam olarak bilemediği için Capi’nin durumunu anlayamaz. Capi bir tek terapistine açılır ve ona görünmezlik yeteneğine sahip olduğunu, kâbuslarını, gördüğü ejderhaları ve onu takip eden canavarları anlatır.
Hikâye kurgu olsa da gerçek hayatın can yakıcı konularından akran zorbalığının sonuçlarını işliyor. Netflix’in ‘Ölmek İçin 13 Sebep’ dizisini sevdiyseniz, aynı temayı yine psikolojik dram türünde işleyen ‘Invisible’ sizi benzer bir ruh haline sokabilir. ‘Invisible’ farklı olarak daha küçük yaştaki bir çocuğun yaşadıklarına odaklanıyor ve daha umut vadedici, zira karakterimiz gereken yardımı alabiliyor. Capi’nin kâbuslarını ve sanrılarını hem onun ağzından dinliyor hem onun gözünden izliyoruz. Bu tür bir görselleştirme hem anlatıma fantastik bir hava katıyor hem de karakterle daha iyi empati kurmamızı, onun dünyasını daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Capi’nin görünmezlik gücü elde ettiğini düşünmesi (diziyi algılama biçiminize göre belki de gerçekten görünmez olabilmesi) oldukça sembolik. Zira sosyal çevreyle içsel veya dışsal sebepli uyumlanamayan bir çocuk (hatta yetişkin bile) kendisine ilişilmesin diye görünmez olmayı ister çoğu kez. Aslında bu görünmezlik halinde bir güç de vardır, süper kahraman anlatılarında görünmezlik özelliği karakterin lehinedir mesela. Capi de tam olarak böyle düşünür ve zor durumundan görünmezliği sayesidnen kurtulmaya çalışır. Dizi bize görünmezlik meselesi üzerinden gücü ve zayıflığı sorgulatıyor.
Bu anlamda diziyi çocuk dizisi olarak düşünmemek gerek – ki hedef kitlesi çocuklar olan yapımlardan da öğrenilecek çok şey var. Capi’nin psikolojisinin derinliklerine inerken kendi kendimizi de düşünüyoruz. Daha da önemlisi, Capi’nin yaşadıkları ve hem terapist hem de ona yardımcı olmaya çalışan öğretmenin yaklaşımları ışığında, çocuklara nasıl destek olabileceğimizi (ya da kaçınmamız gerekenleri) görüyoruz.
Belki de en önemlisi, psikolojik sorunlarla baş edebilmek için yardım almaktan çekinen çocuk veya yetişkinlere ilham olabilecek bir dizi olması. Paco Caballero’nun yönetmenliğini üstlendiği dizi özetle konunun vadettiği ağır havayı başarılı bir şekilde yansıtıyor, ancak bir kayboluş değil mücadele ve iyileşme çabası izlediğimiz için ağır havanın içinden sıyrılabiliyoruz. ‘Invisible’ sizi Capi’nin kaotik iç dünyasına tanıklık etmek için Disney+’a çağırıyor.
Peki ya sürüklenip gitmelik dizi arayanlara bir şey yok mu? Olmaz olur mu! Netflix’te yayınlanan yeni dizi ‘No Good Deed’ hem gizem hem mizah hem dram ögelerini birleştiriyor ve size bölüm ardına bölüm açtırmayı garantiliyor. Liz Feldman imzası taşıyan dizide evlerini satışa çıkaran bir çifti ve bu İspanyol tipi villayı satın almak için yarışan adayları izliyoruz. Bir noktadan sonra bu yarışın çığırından çıkacağını tahmin etmek zor değil.
Yeni yılda bizlere yeni birer benlik yükleneceği ve aniden her şeyin yoluna gireceği sanrısı gibi, hem evin sahipleri hem potansiyel alıcıları sorunlarının çözümünü bu alım satıma bağlamış. Oysa söz konu ev karakterlerimize yeni bir sayfa açmak yerine yeni bir çift çorap örecek. Örneğin, müşteriler evi alabilmek için ne kadar ileri gidebilecekleriyle sınanacaklar, böylece tehlikeli bir macera başlayacak. Ev epey göz alıcı olduğu için herkesi birbirine düşürürken bir yandan da düşündürecek, zira kendisi biraz tekinsiz bir ev. Evin duvarlarına sinmiş bir sır varmışçasına…
Bu da bizi görünüşte sıradan insanlar olsa da tuhaf bir yanları da olan ev sahiplerine götürür. Eşlerden biri hem borçlardan hem anılardan kurtulmak için evi satmak isterken diğeri satışa isteksizdir. Bari en doğru adayı bulabilsinler de içleri rahat etsin diye, emlakçı evi gösterirken onlar da kameralarla gizlice adayları gözetler. Zamanla yalnızca ev ve evin sahiplerinin değil, bu adayların da sırlar ve yalan dolan içinde yaşadığını anlarız.
Dizinin yaratıcısı Liz Feldman, yine bir Netflix dizisi olan ‘Dead to Me’nin de yaratıcısı. İzlediyseniz Liz Feldman’ın mizah, gizem ve dramı harmanlamadaki başarısını biliyorsunuzdur. Feldman bize benzer tatta bir dizi daha getirmekle kalmamış, ‘Dead to Me’nin yönetmenlerinden Silver Tree’yi ve orada iyimser Judy’yi canlandıran sempatik oyuncu Linda Cardellini’yi de yanında getirmiş! (Oyuncuyu birçok yapımda görsek de ‘Mad Men’ tutkunları onu ‘komşu Sylvia’ olarak hatırlayacaktır.) Kendisini bu kez bambaşka bir yönüyle, soğukkanlı ve hırslı bir karaktere hayat verirken izlemek heyecanlı olacak. Yetmedi mi? Ev sahiplerinden birini efsane sit-com dizisi ‘Friends’in Phoebe’si Lisa Kudrow canlandırıyor. Hangi yapımda Kudrow’a rastlasa yüzünde güller açanlardansınız yeni dizi ‘No Good Deed’e şans vermek boynunuzun borcu!
Yine de dizinin en önemli oyuncusu evin kendisi. Bazı yapımlarda binalara böyle bir rol yüklenir malum. Dizi de neticede bu ev etrafında döndüğünden iç mekânda bol bol zaman geçiriyoruz. Los Angeles’ın Los Feliz bölgesinde geçen dizi bizi iç açıcı peyzajıyla dış mekânla da mest ediyor. Beklenmedik olayların gerçekleştiği, “Alt tarafı ev satılacaktı, konu nerelere geldi” diye diye meraktan hemen bitireceğiniz ‘No Good Deed’ eğlenceli ve sürükleyici, ama bir tutam da gerilimli atmosferiyle Netflix’te sizi bekliyor.
Son olarak, video oyunu sevenler ile animasyon sevenleri buluşturuyoruz. Prime’da yayınlanan ‘Secret Level’ en sevilen oyunlardan esinlenilerek oluşturulan kısa hikâyeleriyle bizleri görsel bir şölene davet ediyor. Dizinin Netflix’te yayınlanan ‘Love, Death + Robots’ ekibinin elinden çıkması bizi nasıl bir şeyin beklediğine dair zaten bir fikir veriyordur. E bize de bu davete icabet etmek düşüyor.
Antalojide yer alan oyunların bir kısmı şöyle: Dungeons & Dragons, Sifu, New World, Unreal Tournament, Warhammer, PAC-MAN, Crossfire, Armored Core… Dizi, bu farklı oyunların doğuş hikâyelerinden yola çıkılarak yazılmış kısa hikâyelerden oluşuyor. Kimi zaman bu hikâyelere sadık kalınıyor kimi zaman da ana hikâyeden esinlenilmiş alternatif bir hikâye çıkıyor karşımıza. Bu sayede, alışılmış hikâyelere başka bir boyut ekleniyor. Dizi yalnızca yaratıcı senaryosu ve görselliğiyle değil, seslendirme kadrosunda Keanu Reeves, Arnold Schwarzenegger, Emily Swallow gibi isimlerin yer almasıyla da dikkat çekiyor.
Farklı oyunlardan geniş bir hikâye yelpazesine sahip dizinin her bölümü, bu sayede ayrı bir izleyici kitlesine hitap edebiliyor. Bir bölüm sizi sarmadı mı, öteki mutlaka ilginizi çekecektir. Bölümler farklı oyunlara odaklandığı için sanatsal üslup da her bölümde farklılık gösteriyor. Kimi zaman pastel tonlarla nostaljiyi yaşıyoruz kimi zaman kendimizi karanlık görseller eşliğinde distopik bir atmosferde buluyoruz. Bazen bu sanatsal üslup ters köşe için de kullanılabiliyor. Misal, PAC-MAN gibi sevimli bir oyundan klostrofobik ve depresif bir hikâye çıkarmak kimin aklına gelir?
Ben bu oyunları bilmem, oyun da sevmem diyenlere not düşelim: Dizi, yalnızca yaratıcı hikâyeleri ve olağanüstü görselliği için bile izlenebilir. Antoloji formatının getirdiği çeşitlilik ve bölümlerin kısa olması da sizi bunaltıcı bir yolculuğa sokmamış oluyor. Özetle, ‘Secret Level’ oyun kültürüne aşina olanlar için de hayli yabancı olanlar için de Prime’da keşfedilmeyi bekliyor.