Mona Roza, Sezai Karakoç Anı Odası’nda
Sezai Karakoç Türk edebiyatının en güzel aşk şiirlerinden 'Mona Roza'yı onun için yazdı. Sadece Karakoç değil Cemal Süreya da onun için şiirler kaleme aldı. İkisi de okul arkadaşıydı. Muazzez Akkaya yıllarca sessiz kaldı. Düne, 94 yaşına kadar!
Bilinen hikaye şöyle: Şair Sezai Karakoç Mülkiye yıllarında bir kıza sevdalanır. Oturup Türk edebiyatının en güzel şiirlerinden ‘Mona Roza’yı yazar. Şiir efsaneleşir, elden ele, dilden dile dolaşır. Yıllar geçer bu şiirin aslında bir akrostiş olduğu anlaşılır ve kime yazıldığı da böylece ortaya çıkar: Muazzez Akkaya.
Peki kimdir Muazzez Akkaya? Yine yıllar geçer, 2000’lerin ilk on yılı biterken bir banka reklamında bu da ortaya çıkar. Kendisine ulaşmayı başaran gazeteciye soğukkanlı bir demeç verir: “Aslında bu konuda hiç konuşmak istemiyorum, ama madem aradınız; o reklam filminde benim oynadığımı fark ettiniz onun hatırına birkaç cümle konuşayım. Gençliğin verdiği heyecanla yaşanmış bir tutkuydu, benim için de gençlikte kalmış bir hatıra. Sezai Karakoç büyük bir şair! Bu tutkusu devam ediyor mu bilmiyorum, benim için tarihe mal olmuş bir aşk, bir şiir ve hep de öyle kalacak.
Ben okuldan sonra mutlu bir evlilik geçirdim. O döneme ait fotoğrafların çoğunu imha ettim, keşke saklasaydım diyorum bazen. Kendisiyle hiç görüşmedim, 15 yıl önce bir arkadaşım görüşmüş, onun aracılığıyla haber aldım. Kendisine, bana olan sevdasına, aşkına hep saygı duydum. Okul yıllarında da bana olan ilgisini fark etmiştim; bu şiiri yazdığını da biliyordum ama ben aynı yakınlığı duymamıştım. Belki bir yerde karşılaşırsak bir merhaba derim. Allah hepimize uzun ömür versin.”
Sezai Karakoç, ne Muazzez Akkaya ile ilgili ne de yazdığı ‘Mona Roza’ ilgili konuşur. Böylece bir sevdanın dillere pelesenk olan şiiri olarak kalır ‘Mona Roza’. Şairinin ve ona şiir yazdıran kadının sessizliğe büründüğü bir şiir hem de… Fakat Muazzez Akkaya’ya gönlünü kaptıran sadece Sezai Karakoç da değildir. Okul arkadaşı Cemal Süreya’nın da Akkaya’ya sevdalandığı yine yıllar sonra ortaya çıkar.
İki büyük şairin vakti zamanında gönlünü kaptırdığı Muazzez Akkaya yıllar süren sessizliğini dün bozdu. Yaşama veda eden iki şairin hafızalara kazınan aşk şiirlerinin baş kahramanı şimdilerde tam 94 yaşında, evlatları ve altı torunuyla mutlu bir yaşam sürüyor. Kandilli Lisesi’ni bitirip 1949’da Mülkiye’ye girdiğinde tanışıyor Sezai Karakoç ve Cemal Süreya ile.
İki şair de Akkaya’ya sevdalanmış. Ki Akkaya’nın anlattıklarından onun da bu durumdan haberdar olduğunu anlıyoruz: “Cemal Süreya daha çok cebime şiirler koyardı. Sonra sınıfa girince aynı şiiri tahtada da görürdüm. Şiirlerin ona ait olduğunu sonradan öğrendim. Ben o dönem bu şekilde arkadaş edinmeyi, ilerletmeyi hiç düşünmedim. Sezai Karakoç ise daha ısrarcıydı. Üniversite 2. sınıftaydık. Yazdığı şiirleri bana vermek için çok uğraşıyordu, ben de tekrar ısrar etmesin diye mecburen alıyordum. Büyüklerimizin kafamıza çiviyle çaktıkları bazı fikirler var, ‘erkek yaşça büyük, hanımı ondan küçük olmalı’ gibi. Annem-babam, çevremdeki herkes böyleydi. Sezai Karakoç da benden bir-iki yaş kadar küçüktü, benim için ilk handikap oydu zaten. Bu nedenle ihtimalini bile düşünmedim, çünkü kafamda yaş konusu yerleşmişti.”
Gelelim Cemal Süreya’nın soy ismindeki ikinci ‘y’ harfinin atılmasıyla ilgili iddiaya. Söylenen o ki Süreya ile Karakoç “Kim Muazzez’in gönlünü çelecek bakalım” diye iddiaya tutuşurlar, Süreya kaybeder, soy isminden ikinci ‘y’i de atar sonsuza kadar. İddia doğrulanmamış, hatta Süreya’nın kızı Gonca Uslu, Cemal Süreya’nın ikinci ‘y’ harfinden vazgeçişini başka bir hikayeyle anlatmıştı: İddiaya girmeyi seven şair hafızasının gücüne inanır ve bir telefon numarasının doğruluğu konusunda bir arkadaşıyla iddiaya tutuşur. Kaybeder, kaybedince de soy ismindeki iki ‘y’den birini atar.
Ama Akkaya doğrulanmamış iddiayı yıllar sonra doğrulayarak bu konuya da açıklık getiriyor: “Bir iddiaya girmişler, onun sonucunda soy isminden bir harf attığı doğru. Hangimiz daha ileride olursak diğeri bir şeyinden vazgeçecek diye iddiaya girmişler. Bu olay olduğunda Mülkiye’nin kafesinde arkadaşlarımızla oturuyorduk. Arkadaşlarım yanlarında Sezai Karakoç’la gelmişti. Aynı masadaydık. Sonra diğer arkadaşlar kalkıp gidince ve masada sadece Sezai Karakoç’la benim kaldığımı görünce soy isminden bir harfi sildirmiş Cemal Süreya. Bana böyle izah etmişlerdi.”
Akkaya, Karakoç ve Süreya’ya yakınlık gösterecek, umut verecek bir davranışı da olmadığını söylüyor. “O zamanlar okuldan biriyle arkadaş olmayı, ikisinden birini tercih etmeyi hiç düşünmedim. Okul sonrası seçtiğim eşimle, o da Mülkiye mezunu olan rahmetli Orhan Giray’la çok mutlu bir hayatım oldu, dört güzel evlat yetiştirdik” diyor.
Ancak üzüntüyle karışık bir pişmanlığı da var, kendisine yazılan şiirleri saklamamış olması: “Bana yazılan şiirleri zaman içinde ne yazık ki kaybettim, buna gerçekten üzülüyorum. Evlenirken problem olmasın diye düşünerek ablamın evinde bir yere koymuştum. Sonra da eşimle sorun yaşamayalım diye geri almadım. Maalesef orada da şiirler zamanla telef oldu. Buna gerçekten üzülüyorum, keşke şiirleri saklasaydım.”
Muazzez Akkaya’nın bir diğer üzüntüsü ise Sezai Karakoç’u vefatından bir ay kadar önce görünce tanıyamamış olması… Yaşamı boyunca hiç evlenmeyen Karakoç ile karşılaşmasını ve duygularını şöyle anlatıyor Akkaya: “Böyle bir duruma sebep verdiysem diye üzülüyorum, ama bir yerde de teselli oluyorum, çünkü hiçbir yakınlık göstermedim, umut vermedim. Ancak üzüldüğüm bir şey var, Sezai Karakoç’u vefatından bir ay kadar önce Fenerbahçe sahilinde gördüm. Karşıdan yürüyor ve bana o kadar dikkatli bakıyordu ki… Ama beyaz saçları, sakalları olunca tanıyamadım. Bir süre sonra gazetede vefat ilanını görünce Sezai Karakoç olduğunu anladım. O olduğunu bilseydim, bir kafede oturup beraber bir kahve içmek isterdim.”
Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’nın kendisine olan sevgisini eşi Orhan Giray ile hiç konuşmadıklarını da söyleyen Akkaya eşi Giray’ın kendisine yazdığı bir şiiri hiç unutamadığını anlatıyor: “Rahmetli eşimle çok mutlu günler geçirdik, iyi ki de onu seçmişim. Eşimle bu konuları hiç konuşmadık ama belki de haberi vardı. Çünkü bana küçük bir şiir de yazmıştı. Dizeleri hatırımda, ezberimde, ‘İsterim ömrümce, buldum ben gönlümce/Gözlerimde yaş, arzuyla demlenince.’ Böyle bir şiirdi. Belki çok küçük bir şiir, ama emek verip uğraşması benim için çok kıymetliydi.”
Muazzez Akkaya’nın yıllar sonra sessizliğini bozmasının sebebi hakkında yazılan bir kitap. Akkaya’nın hayat hikayesini Emine Öte ‘Mahrem Şiir: Mona Rosa’ adıyla kitaplaştırdı. “Emine Hanım torunlarımdan birinin edebiyat öğretmeniydi. Torunum benden bahsedince o da hayatımı kitaplaştırmak istedi. Bu vesileyle tanıştık, sağ olsun güzel bir kitap yazdı” diyor. Mülkiye’nin ardından hukuk okuduğunu, 30 yıl Hazine avukatlığı yaptığını ve bir yandan da dört çocuk büyüttüğünü anlatan Akkaya tüm zorluklara karşın işini bırakmayı hiç düşünmediğini söylüyor.
Çocuklarını yanına aldığı maddi zorluk içindeki bir genç kızın desteğiyle büyüttüğünü söyleyen Akkaya bugünün kız çocuklarına da “Kız çocukları muhakkak eğitim almalı, çalışmalı ve kendi ayakları üzerinde durmalılar” önerisinde bulunuyor. Zaman içinde dört evladından birini kaybettiğini, İstanbul’da yaşadığını, torunlarıyla vakit geçirmeyi, kitap okumayı çok sevdiğini anlatan Akkaya sivil toplum kuruluşlarında da görev aldığını, sosyal yaşamdan hiç kopmadığını, hayatını renklendirmek için çabaladığını anlatıyor.