Güneş henüz doğmuştu. Çıplaktı. Derin derin nefes alıp verdiğine göre yaşıyor, gözleri kapalı olduğuna göre uyuyordu.
Sakallı adam, yok böyle diyemeyiz, bu ayırt edici bir özellik değil, hepsi sakallı, hepsi adamdı, uzun boylu, sakalları iyice beyazlamış olan, ancak böyle tarif edilebilir, onu diğerlerinden ayıran özellikleri bunlardı çünkü, “Tanrı olmalı” dedi. İyice be- yazlamış sakalları yüzünden herkes onun söylediğini bir çırpı- da onayladı. Evet, evet, o Tanrı olmalıydı. “Gökten mi düştü?” diye sordu genç ve kızıl saçlı. Aynı yaşlarda on iki genç adam vardı ama o kızıl saçlı olandı. Böyle ayırt ediliyordu diğerlerinden. “Öyle olmalı, bitki gibi topraktan bitmedi ya” diye cevap verdi, yaşlı ve şişman. En yaşlıları o değildi ama en şişmanla- rıydı. Doğru, doğru diye onayladı diğerleri. Tanrı’nın ta kendisiydi yerde öylece çırılçıplak yatan. Biraz saygı bolca korkuyla birkaç adım yaklaştı geniş omuzlu, kırmızı suratlı. “Saçları da amma uzunmuş” diye seslendi geride duranlara.
“Ve hiç tüy yok vücudunda.”
“Yolunmuş bir tavuk gibi” diye geçirdi içinden uzun boylu, sakalları iyice beyazlamış olan. Sonra hemen af diledi yine içinden. Sarı saçlı, sarı sakallısı, ki sarı saça hiç rastlanmamıştı bu kabilede, muhakkak bir karışıklık olmuştu ama çok iyi bir avcıydı ve kimse pek kurcalamak istemiyordu konuyu, iyice eğildi yerde yatanın üzerine. “Nefes alıp veren bir Tanrı da hiç görmedim bugüne kadar” diye mırıldandı.
Yanındaki zayıf ve uzun boylu duydu onu. “Kaç Tanrı gördün ki?” diye şaşkınlıkla baktı yüzüne. Sarı saçlı, sarı sakallı irkildi. Şaşırtıcı bir soruydu. “Doğru” dedi, “hiç Tanrı görmedim. Ama biliyorsun işte, Tanrı insan olmayandır.
Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülü Zeynep Kaçar’ın