Sürrealizm 100 yaşında: Hala genç, hala dinamik

Magritte’in esrarengiz dünyasından, Dali’nin rüya coğrafyalarından tanıdığımız Sürrealizmin amacı, algıda devrim yaratarak dünyayı değiştirmekti.

Önemli merkezlerinden Brüksel’de açılan ‘Histoire de ne pas’ sergisi, Sürrealist akımın bugün de hala geçerliliğini koruduğunu gözler önüne seriyor.

Popüler 11 Nisan 2024
Bu haber 1 ay önce yayınlandı
René Magritte, Lifte Gizem, 1927 © succession Magritte – Sabam Belgium 2024

Belçikalı sürrealist René Magritte’in dehası eserlerinin kesin anlamlar içermemesinde yatıyordu. Kendisini ressam olarak değil resimle ifade eden bir düşünür olarak görüyor, sanatında amacının gizem yaratmak olduğunu söylüyordu. Bir pipo resmi çizip altına ‘Bu bir pipo değildir” diye yazdığında, bir yüzü sıyırıp ruh ikizini ortaya çıkardığında bizi kalıpların dışında düşünmeye zorluyordu. Bakmak değil görmek, görmek değil anlamak için özgür düşüncemizi harekete geçirmemizi istiyordu. Magritte’te hiçbir şey göründüğü gibi değildi.

Bize Magritte’in gizemli dünyasını ve Dali’nin rüya coğrafyalarını kazandıran sürrealizm Fransız şair André Breton’un 1924’te yazdığı manifestoyla kuruldu. Gerçekçiliğe ve akılcılığa karşı çıkan radikal bir fikir olarak doğdu, resim, müzik, tiyatro, sinema dahil tüm kültürel üretim biçimlerini etkileyen bir sanat akımına dönüştü.

İmgenin İhaneti, 1929

Sürrealizmin yüzüncü yılı en önemli merkezlerinden Brüksel’de iki büyük sergiyle kutlanıyor. Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi’nde gösterilen ‘Imagine!’, Paris’teki Pompidou Sanat Merkezi’nin girişimiyle düzenlenen gezici bir sergi. Avrupa’da dört müzeyi dolaşacak ve iki yıl sonra ABD’de sona erecek. Pompidou, dev sürrealist koleksiyonundan Salvador Dalí, Giorgio de Chirico, Max Ernst ve Man Ray gibi isimlerin eserlerinden temel yaratmış, her müze buna kendi eklemelerini yaparak özgün bir sergi hazırlıyor. Açılışı yapan Brüksel, Sürrealizm ile Sembolizm arasındaki ilişkiye odaklanıyor.

Bozar sanat merkezindeki ‘Histoire de ne pas rire’ ise Belçikalı sürrealistlerin 75 yıllık ilginç macerasını anlatıyor. Yalnız bu serginin yıldızı beklendiği gibi Magritte değil, Belçika sürrealizminin “beyni” olmasına rağmen pek tanınmayan şair Paul Nougé. Kim bu Paul Nougé ve neden adı Breton gibi sürrealizm tarihine altın harflerle yazılmamış?

René Magritte, Paul Nougé’nin Portresi © succession Magritte – Sabam Belgium 2024

Belçika sürrealizmi Fransa’ya karşı

Nougé sessiz ve derinden ilerlemeyi, arka planda kalmayı tercih ediyor, liderlik kaygısı taşımıyordu. Magritte’in arkadaşı, onu sürrealizme yönlendiren kişi ve çoğu eserinin isim babasıydı. O zamanın Avrupalı çoğu sürrealisti gibi komünist partisi üyesi ve hatta Belçika’daki kurucularındandı. Sanat onun için amaç değil siyasi aktivizm aracıydı. ‘Histoire de ne pas rire’in küratörü Xavier Canonne’e göre Breton ile birlikte Sürrealizm’in kurucusu olarak tarihe geçmesi gerekiyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın büyük yıkımının ardından ortaya çıkan sürrealizmin özünde empoze edilen değerlere karşı çıkış ve özgürlük arayışı vardı. İnsanların algısında ve hayata bakışlarında devrim yaratmak, dünyayı değiştirmek istiyorlardı. André Breton Paris’te yayınladığı sürrealizm manifestosunda rasyonel aklın kısıtlamalarına karşı çıkmak için bilinçaltından ve rüyalardan türetilen bir sanatsal ifade biçimi yaratma çağrısı yapmıştı. Sigmund Freud’un psikanaliz teorilerinden etkileniyor, hiç düşünmeksizin otomatik olarak yapılan resme ve yazılan şiire büyük önem veriyordu. Mantığı aşan bir sanatın insanları özgürleştireceğine inanıyordu.

Salvador Dalí, Arzunun Gizemi, 1929, © Sabam Belgium 2024

Breton’un sürrealizmi, o dönem filizlenen tek gerçeküstücü hareket değildi. Aynı sıralarda Paul Nougé’nin etkisiyle Belçika’da sahneye çıkan sürrealistler Fransızların merkeze aldığı bilinçaltının rolüne sıcak bakmıyordu. Paris manifestosunun birkaç ay ardından iki arkadaşıyla birlikte broşürler çıkarmaya başlayan Nougé toplumsal değerleri yıkmak için en iyi yolun humor (mizah) olduğunu savunuyordu. Belçikalı gerçeküstücüler görselleri ve kelimeleri ironik birliktelikler yaratacak şekilde kullanıyor, gizem perdesine büründürüyor, gerçekliği sorguluyorlardı.

Histoire de ne pas rire: Şakası yok!

Belçika’nın gerçeküstücüleri bölünüp parçalanarak, içlerinden yeni gruplar çıkararak yıllar boyu ayakta kalmış, bu arada “yıkıcı mizah” merkezli bir bakış açısı ve ulusal kimlik yaratmışlardı. ‘Histoire de ne pas rire’ sergisi Nougé’nin rehberliğinde bize üç kuşak Belçikalı görsel sanatçıyı, yazarı, şairi tanıtıyor. Onların başka ülkelerdeki sürrealistlerle etkileşimlerini, akımın siyasetini ve tarihini anlatıyor. René Magritte ve Belçika’nın bir diğer ünlü sürrealisti Paul Delvaux’nun yapıtlarının yanı sıra Max Ernst, Yves Tanguy, Salvador Dalí ve Giorgio De​​​​​​ Chirico gibi başka ülkelerin devlerine de yer veriyor.

Serginin düzenlemesi, sürrealizmin yerleşik görme ve düşünme kalıplarını yıkma arzusuna yakışır nitelikte. Mekânın duvarları metinlere ve sürrealizmin belirleyici anlarını o dönemin önemli olaylarıyla birlikte gösteren çizelgelere ayrılmış, tablolar ve desenler ortaya yerleştirilen birbirinden bağımsız büyük panellerde gösteriliyor. Magritte’in eserlerinde kullandığı yazı-imge karşıtlığı fikrine benzer bir anlatımla ilerliyor sergi.

Aralarında dolaştığımız paneller labirent duygusu veriyor, yan taraflarına yerleştirilen aynalarda yansıyan görüntüler alan ve perspektif yanılgısı yaratıyor, yön duygumuzu tamamen kaybettiriyor. Hatta insan aynalarda birden kendini görünce irkiliyor. Sürrealistlerin kitaplarının, şiirlerinin, fotoğraflarının, dergilerinin sergilendiği camlı dolaplardan Nougé bize sesleniyor; ‘Fikrin kokusu yoktur’ diyor, ‘Kapıyı çek, içeride güneş var’ diyor.

Jane Graverol, İsimsiz (Özgür Kadın), 1949 © Sabam Belgium 2024

Jane Graverol ile Rachel Baes’e sergide özel bir bölüm ayrılması Sürrealizmin unutulmuş kadınlarını öne çıkarması açısından önemli. Gerçi kadınlar akımın içinde her zaman vardı ama çoğu zaman ilham perisi rolleriyle ön plana çıkıyorlardı. Fransa’daki öncülerden Dora Maar, Lee Miller, Meret Oppenheim’i daha çok “model” olarak tanıyoruz, oysa hepsi en başta birer sanatçıydı. 

1930’larda sürrealist çevrelere giren, orada tanıştığı Magritte’den etkilenerek sanat tarzını değiştiren Jane Graverol eserlerinde kadının toplumsal yerini ve özgürlüğünü sorguluyor, sürrealist dergilere yazılar yazıyordu. 2022 Venedik Bienali’ndeki sürrealist sergide yapıtlarına yer verilen Graverol son birkaç yıldır bir parça da olsa görünürlük kazanmaya başlamıştı. Ondan çok farklı bir görsel dil kullanan Rachel Baes ise 1940’tan itibaren geliştirdiği kendine özgü sürrealizm versiyonunda küçük kızları karanlık ve tekinsiz ortamlarda konumlandırarak çocukluk travmalarını işliyordu.

‘Histoire de ne pas rire’ Belçika sürrealizminin ucuz gülmece olmadığına gönderme yapan başlığıyla onu “kitsch” kalıplardan kurtarıyor. Küratör Canonne 1929’da bir pipo resminin altına ‘Bu bir pipo değildir’ yazmanın -ki artık uygulanmadığı yer kalmadı- tek kelimeyle devrim niteliğinde bir eylem olduğunu söylüyor. Belçika’nın gerçeküstü humoru “yıkıcı”, derin ve politik. Alışılmışın dışında düşünmenin ve dünyayı katmanlı görmenin nasıl bir şey olduğunu bize büyük bir başarıyla gösteriyor. 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.