Ağız şapırdatma, burun çekme sesleri sizi çıldırtıyor mu? Rahatsızlığınızın bir adı var: Mizofoni

Karşınızdaki kişinin yemek yerken çıkardığı sesler sizi öfkeyle mi dolduruyor? Horlama, boğaz temizleme, burun çekme gibi seslere tahammül edemiyor musunuz? O halde Doç. Dr. Altınöz’den mizofoniyi ve bu rahatsızlıkla başa çıkma yollarını öğrenin.

25 Mayıs 2024
Mizofoni, belirli seslere karşı yoğun öfke veya tiksinti hissi uyandıran bir durum. Bu rahatsızlık sosyal yaşamı, iş veya okul performansını ve aile ilişkilerini ciddi şekilde bozabilir.

“Eğer daha önce birlikte bir yemek yemişsek muhtemelen seni öldürmek istemişimdir. Yetkililerle iletişime geçmeden önce lütfen açıklamama izin ver: Seri katil değilim. Yemek yeme, burun çekme, tıkırtı gibi küçük seslerin aşırı bir tepkiyi tetiklediği mizofoni adı verilen bir durumdan muzdaribim. Bu sesler beynime binlerce küçük iğne batıyormuş gibi hissettiriyor.

Mizofoninin adının bile olmadığı bir dönemde büyüdüm. Yemek masasının en ucuna oturduğumda bir parmağım kulağıma yerleştirilmiş haldeydi. Bu, kişiliğimin tuhaf bir özelliğiydi. Lastik terlik giyen insanların halıda yürümesinden duyduğum derin korku ve ayak tabanlarıma sentetik malzemenin temas etmesinden hoşlanmama gibi diğer acayip özelliklerimin uzun listesine eklenen acayip bir özellik…

Yıllarca bu durumu dünyadan sakladım. İnsanlara çiğnedikleri, höpürdettikleri, burnunu çektikleri, nefes aldıkları ve var oldukları için hissettiğim öfkeden utandım. Bu durum umutsuzca sergilemek istediğim empatik benliğimle çelişiyordu. Çayını höpürdetmeye cesaret eden birinin kafasına vurmak isterken nasıl nazik ve anlayışlı bir insan olarak görülebilirdim ki?

20 yaşıma geldiğimde ses hassasiyetimi bir avuç insandan daha azıyla paylaşmıştım. Sonraki 20 yıl boyunca güvendiğim bu çemberi sadece birkaç kişi daha genişletebildim. Bu süre zarfında dayanmayı başardım. İş yerinde sakız çiğneyenler ve cips yiyenlere katlandım. Patlamış mısır yiyenlerle çevrili sinema koltuğumda metanetle oturmaya devam ettim. Bir filmde bir aktör bardağı dudaklarına kaldırdığında kendimi hazırladım. Yumruklarımı sıktım, ayak parmaklarımı kıvırdım ve dişlerimi kenetledim. Kulaklık, kulak tıkacı ve parmaklarımı kullandım.

Yan koltuğumda oturan kişinin yediği cipslerin tüm lezzet yelpazesi üzerinde çalışmaya niyetli olduğu acı verici bir otobüs yolculuğunda başıma bir kazak sardım. Hatta höpürdetmenin bir nezaket göstergesi olduğu Japonya’da iki yıl hayatta kaldım. (Japon kültüründe, özellikle erişte (noodle) gibi yiyecekleri yerken bu şekilde ses çıkarmak kibarlık ve yemeği beğenmenin bir işareti olarak kabul edilir.) Patlamanın veya büyük bir uluslararası olaya neden olmanın eşiğindeydim. Her. Tek. Gün.

Sonra, yaklaşık 40 yaşındayken internet bana bir hediye verdi. Twitter’da biri, yan masada elma yiyen bir meslektaşı yüzünden cehennemde olduğunu yazdı ve binlerce ses hemen koro halinde aynı fikirde olduklarını belirtti. Meğer bu cehennem için bir kelime varmış: Mizofoni. Kişilik tuhaflığımın, utanç verici sırrımın bir adı vardı. Ve yalnız değildim.

Yavaş yavaş açılmaya başladım. Birkaç arkadaşıma ve iş arkadaşıma söyledim. Ama sanki çok önemli bir şey değilmiş ve ruhumu aşındırmıyormuş gibi geçiştirdim.

Sonra bu konuda yazmaya karar verdim. Dudak şapırdatmanın ilk işaretinde yumruk atmaya hazır bir kahramanı olan bir kitabı daha önce hiç okumamıştım. Ve bu konuda yazdıkça daha çok konuşmaya başladım. Daha çok konuştukça kendimi yıllardır sessizlik içinde çektiğim acıdan (daha doğrusu ses içinde çektiğim acıdan) kurtarmaya başladım.

Kitabım henüz yayımlanmadan bile, diğer insanlarla yaptığım konuşmalarda pek çok “Aha!” anı yaşanmasına neden olmuştu. Bu konuşmalarda insanlar benim hakkımda, kendileri veya sevdikleri hakkında bir şeyler anlamışlardı.

Bir arkadaşımın evinde (dikkatlice yudumladığımız) kahve eşliğinde yaptığımız sohbet, arkadaşımın küçük kızını anlamasına yardımcı oldu. Küçük kızı, üzerinde doğum günü kartı yazdığı kahvaltı masasını neredeyse devirmek üzereydi. Çünkü erkek kardeşi mısır gevreği yiyordu. Terk edilmiş doğum günü kartına baktım, hâlâ masanın üzerinde duruyordu, kalem kağıda battıkça yazı giderek tırtıklı hale geliyordu ve o genç kızın acısını hissettim. Ama aynı zamanda onun için umut doluydum, kendisini daha iyi anlayan bir dünyada büyüyeceğini düşündüm.”

Avusturalyalı yazar Imbee Neeme, kendi mizofoni hikayesini üç ay önce Guardian’da bu satırlarla paylaştı. Yazar Neeme’nin de hikâyesinde vurgulandığı gibi mizofoniyle yaşayan kişiler sorunlarının ne olduğunu tam olarak anlayamadan ve uygun bir açıklama bulamadan yıllarca bu durumla mücadele etmek zorunda kalıyor. Mizofoninin kelime anlamı ‘sese karşı nefret’. Bu rahatsızlık belirli seslere karşı aşırı duygusal tepkilerle kendini gösteriyor.

Mizofoniye sahip kişiler için günlük hayat, başkalarının farkında bile olmadığı sesler nedeniyle büyük bir mücadeleye dönüşüyor. Bu durum sosyal ilişkileri, iş performansını ve yaşam kalitesini ciddi şekilde etkiliyor. Mizofonin ne olduğunu daha iyi anlamak için Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ercan Altınöz ile konuştum. Türkiye Psikiyatri Derneği Kanıta Dayalı Terapiler Çalışma Birimi ve Bilişsel Davranışçı Terapiler Derneği üyesi olan Dr. Altınöz mizofoniyle ilgili merak edilen tüm sorulara açıklık getirdi.

Mizofoni tam olarak nedir? Psikiyatrik bir bozukluk olarak kabul ediliyor mu?

Belirli seslerden aşırı ve kontrol edilemez şekilde rahatsızlık duyulmasına mizofoni diyoruz. Psikiyatrik sınıflandırmalarda henüz resmi bir bozukluk olarak yer almıyor. Ama bu, birçok kişinin mizofoniden ızdırap çektiği gerçeğini değiştirmiyor. Psikiyatrinin bir süre sonra yaklaşımı değişebilir ve mizofoni klinik tanı kılavuzlarında yer alabilir.

Genellikle ne tür seslere karşı rahatsızlık duyuluyor?

En sık yemek yeme, sakız çiğneme, yutkunma, ağız şapırdatma, geniz temizleme, nefes alma gibi insan kaynaklı seslerden rahatsızlık duyuluyor. Ayrıca saat tik takı, köpek havlaması ve su damlaması gibi insandan kaynaklanmayan sesler de rahatsızlık yaratabiliyor.

Peki bu sesler ne tür tepkilere yol açıyor?

Öfke, tiksinti, stres… Kişi hassas olduğu sesten o kadar rahatsız oluyor ki bir anda öfkesi tavana vuruyor veya yoğun bir tiksinti hissediyor. Verilen tepkiler sadece duygusal olmayabiliyor. Bazen sürece çarpıntı, terleme ve nefes darlığı gibi fiziksel belirtiler de ekleniyor. Ayrıca kişide “Ya o sesi duyarsam” diye yoğun bir endişe de oluşabiliyor.

Mizofoni, yaşamı nasıl etkiliyor?

Kişinin günlük aktivitelerini, sosyal hayatını ve kişiler arası ilişkilerini ciddi derecede bozabiliyor. Hemen bir örnek vereyim: Diyelim ki bir öğrencisiniz ve sınav dönemindesiniz. Herkes kütüphanede çalışıyor ama sizin bu şansınız yok. Sebebi, klimanın çıkardığı ses.

Klimadan gelen “tık tık tık” sesi sizin için dayanılmaz hale geliyor. Kütüphanede çalışmak sizin için seçenek bile değil. Ama diğer taraftan yurtta kalıyorsunuz. Ders çalışabileceğiniz yer sayısı çok sınırlı. Ya dışarıdaki sesi geçirmeyen büyük bir kulaklık takarak çalışmak zorunda kalacak ya da başka bir kafe bulacaksınız.

Sık yaşanan başka bir örnek daha vereyim: Aile ilişkileriniz hiç fena değil. İyi bir aile ortamında büyüdünüz. Fakat anneniz ağzını şapırdatarak yemek yiyor. Uzakta yaşıyorsunuz ve onun yanına gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Fakat aynı zamanda çok gerginsiniz. Çünkü onu o kadar özlemenize rağmen yine ağız şapırtısıyla ilgili bir tartışma ya da bir kavga çıkacağını biliyorsunuz.

Bir yıl sonra onu ziyarete gidiyorsunuz. Ailece birlikte olduğunuz ilk sofrada kavga çıkıyor. Anneniz yine ağzını şapırdatarak yemek yiyor ve siz dayanamayıp patlıyorsunuz: “Artık sofrada şöyle ses çıkarma! Kaç yaşına geldin, öğren artık. Bilmiyor musun benim böyle seslerden hoşlanmadığımı?”

Bir örnek daha: Cips ya da patlamış mısır yeme sesi sizi o kadar rahatsız ediyor ki sinemaya en son 14-15 yaşında gittiniz. O zaman da filmi yarıda bırakıp çıktınız. Şimdi ise sinemaya gitmeyi aklınızdan bile geçirmiyorsunuz. Bu sese olan hassasiyetiniz nedeniyle arkadaşlarınız size sinemaya gitmeyi teklif dahi edemiyor. Çünkü bu sesi duyma ihtimali bile sizi ziyadesiyle rahatsız ediyor.

Mizofoniyle yaşayan kişilerin rahatsız edici sesle veya seslerle karşılaşmamak için aldığı önlemler var mı?

Genellikle belli alanlardan geri çekiliyorlar. Örneğin rahatsızlık verici sesin aniden ortaya çıkabilecek olması bu bireyler için endişe verici olduğundan kişiler sinemaya, tiyatroya, restorana, bara gitmemeye başlıyorlar. “Restoranda yemek yemem şart değil. O insanların ağız şapırdatma sesini duymak istemiyorum. Filmi de evde izlerim” gibi kaçınma önlemlerine sıklıkla başvuruyorlar.

Bu zorluğu yaşayanların bir kısmı yaşadıkları sorunu tam olarak bilmedikleri için “Bu benim kişilik özelliğim” diye düşünebiliyor ve yakın ilişki kurdukları kişilere bazı koşullar öne sürebiliyorlar. Mesela romantik bir ilişki kurdukları kişiye “Benim yanımda sakız çiğneme”, “Yemeği yanımda yediğinde dikkatli ol, ağzını şapırdatma. Çok öfkelenebiliyorum”, “Sinemaya kesinlikle gitmem. Sen de gitme zaten, rahatsız edici” gibi taleplerde bulunabiliyorlar.

Mizofoninin okul ve iş hayatını kapsayacak şekilde sosyal yaşama, bununla birlikte kişiler arası ilişki dinamiklerine kestiği fatura oldukça ağır olabiliyor. Sosyal aktivitelerden kendilerini geri çeken, aile ilişkileri zarar gören, okula veya işe gitmekte zorluk çekenlerin sayısı hiç de az değil. Mizofoni, yarattığı bu sorunlar nedeniyle uzun vadede depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunların gelişimine de elverişli bir zemin oluşturuyor.

Rahatsız edici sese karşı verilen tepkiler muhtemelen geniş bir yelpazede değişiyor. Bu seslere karşı ne tür tepkiler verildiğini biraz daha açabilir misiniz?

Bazen öfke patlaması yaşanıyor bazen de ortam terk ediliyor. Mesela özel bir gün için sevgilisiyle yurt dışında giden çok iyi eğitimli bir kadının yaşadığı bir olayı biliyorum. Partneriyle restoranda yemek yiyorlar. Yan masada bir adam yemek yerken ağzını şapırdatıyor. Kadın o kadar öfkeleniyor ki çatalını yan masaya fırlatıyor. Keyif için gittiği gezide öfkesi aniden patlak veriyor.

Tabii öfke bazen de tiksinme şeklinde orta çıkabiliyor ve kişi bulunduğu ortamı hızla terk ediyor.

Bu tür tepkilerden sonra kişi kendini nasıl hissediyor?

Verdikleri anlık tepkiler sonrasında genellikle yoğun pişmanlık duyuyorlar. Bu da onların ızdırabını daha da artırıyor. Bazen de pişmanlık hissetmiyor, aksine kendilerini haklı görüyorlar. Fakat bu da iyi hissetmenin bir yolu değil. Örneğin “Anneme bin kere yemek yerken ağzını şapırdatmamasını söyledim, yanımda ‘Sakız çiğneme’ dedim. Beni seven insanlar uyarılarımı dikkate alır. Demek ki annem beni sevmiyor, demek ki önemsizim” gibi yargılara varıp kendilerini haklı görüyorlar. Fakat bu defa da sevilmediklerine dair inançları artıyor.

Siz bunları anlatırken bir an geriye döndüm. Daha önce çalıştığım gazetede bir arkadaşım vardı. Karşı masasında oturan başka bir arkadaşımızın sesli nefes alıp vermesinden çok rahatsız oluyordu. Bir defasında gün boyu kulaklık takmak zorunda kaldığını öfkeli bir şekilde anlatmıştı. O sese tahammül edemiyordu. O zaman tepkisini pek anlayamamıştım ama muhtemelen o arkadaşımın da mizofonisi var…

Bu çok tipik bir örnek. Şimdi, o arkadaşınız için bu durum çok zor değil mi? “Niye nefes alıyorsun” diye itiraz edemez. Ama diğer yandan bu onun için inanılmaz rahatsız edici bir durum. O hassasiyetle hayatı sürdürmek çok zor.

Bu örnekteki bir başka sorun, arkadaşınızın kulaklıkla oturmak zorunda kalması. Bu önlem kısa vadede bir rahatlama sağlıyor gibi görünebilir. “Hiç değilse şu anda burada kulaklık takarak bulunabiliyorum” diye düşünüyor. Ancak kulaklık taktığı anda o seslere karşı rahatsızlığı ve hassasiyeti uzun vadede artmış oluyor. İş yerinde kulaklık takarak oturuyor, tamam. Peki tiyatroda, sinemada, restoranda, metroda, otobüste? Dolayısıyla kişinin o sesle nasıl başa çıktığı son derece önemli. Kısa vadede çözüm gibi görünen davranışlar uzun vadede daha büyük sorunlara yol açabiliyor.

Başa çıkma stratejilerine sonra geleceğiz ama mizofoni konusunda farkındalığın yeterli seviyede olmaması da bu kişilerin ‘takıntılı’, ‘sorunlu’ olarak görülmelerine neden oluyor değil mi?

Evet, bu büyük bir sorun. Çatlak, deli, takıntılı… En iyi ihtimalle “Hassas bir dönemden geçiyor herhalde” gibi tepkiler alıyorlar. Bu durum işi daha da zorlaştırıyor çünkü kişi, kendisi hakkında böyle düşünüldüğünü bilince yardım alma ihtimali de azalıyor.

Şöyle açıklayayım: Mizofoninin ne olduğunu sosyal medyadan veya bilgi kaynaklarından öğrenmemişseniz “Gidip yaşadıklarımı birilerine anlatırsam bana ‘Bu mu problem şimdi? Baksana insanların hangi dertleri var, sen nelerle uğraşıyorsun?’ diyecekler” veya “Benim sorunlu olduğumu düşünecekler” gibi düşüncelere kapılabilirsiniz.

Oysa burada nörobiyolojik bir durum var. Mizofonisi olan insanlar bazı seslere karşı herkesten daha fazla hassas. Dolayısıyla başkalarının bu insanlara ‘takıntılı’, ‘problemli’, ‘sorunlu’, ‘kafayı yemiş’, ‘delirmiş’ gibi yaklaşmaları hem ilişkiyi bozan hem de kişinin yardım alma yollarını kapatan bir durum oluşturuyor.

Peki mizofoninin sebepleri nelerdir?

Tam olarak bilmiyoruz. Ancak bazı araştırmalar genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin rol oynayabileceğini öne sürüyor. Bazı teorilere göre limbik sistem ve otonom sinir sisteminin işitme sistemiyle olan bağlantılarındaki artış mizofoniyi tetikliyor.

Limbik sistem, beynin duygusal tepkiler ve hafıza gibi birçok temel işlevini düzenleyen bölgesi. Otonom sinir sistemi ise sindirim, solunum, boşaltım gibi yaşamsal faaliyetlerimizi düzenleyen ve duyusal nöronları da içeren bir sistem. Dışarıdan gelen normal düzeydeki sesin, otonom ve sinir sistemindeki yüksek uyarılmanın sonuncunda mizofoniye sebep olduğu düşünülüyor.

Hangi yaşlarda sık görülüyor?

Her yaş grubunda… Belirtiler genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde başlıyor. Ailesinde mizofoni öyküsü olan kişilerde mizofoniye daha sık rastlanıyor.

Bu sorunun sıklığına ilişkin çalışmalar var mı?

Kesin veriler olmamakla birlikte bazı çalışmalarda mizofoninin toplumda yüzde 6 ila yüzde 20 arasında bir sıklıkla görüldüğü belirtiliyor. Ülkemizde bu konuda yaygınlık ölçen tek çalışma, Uzman Dr. Gökhan Öz ve Prof. Dr. Cengiz Kılıç’a ait. Ankara’da gerçekleştirdikleri epidemiyolojik çalışmada mizofoni yaygınlığını yüzde 7,7 olarak belirlediler. Bu alanda yaptıkları katkılar için her ikisine de minnettar olmalıyız.

Dr. Gökhan Öz benim yakın arkadaşım. Hacettepe Üniversitesi’nde ihtisas yaparken ben de Başkent Üniversitesi’nde ihtisas yapıyordum. Mizofoni üzerine bir tez yazdığından bahsettiğinde çok şaşırmış, “Mizofoni diye bir şey mi varmış?” diye bu tabiri ilk kez onun sayesinde öğrenmiştim. Düşünün, psikiyatri uzmanı olmak üzereydim… Mizofoni farkındalığı yıllar içinde artsa da hâlâ ruh sağlığı uzmanları arasında istenen seviyede değil. Gerek Prof. Dr. Cengiz Kılıç gerekse Uzm. Dr. Gökhan Öz’ün ülkemizde mizofoninin tanınmasına katkıları çok büyük.

Peki mizofonisi olan kişilerde anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), depresyon, uykusuzluk gibi diğer sağlık sorunları daha mı sık?

Evet, daha sık. Bu sorunlar mizofoniyle bir arada bulunabilir veya mizofonin bir sonucu olabilir. Anlattığım örnekleri bir düşünsenize… Akademik performansım, ilişkilerim, iş yaşamım bozuluyor. Arkadaşlarım “Hadi gel takılalım” diyor. Ama ben onlarla gidemiyorum çünkü bazı sesler konusunda çok hassasım. Bir zaman sonra arkadaşım kalmıyor ya da pek fazla arkadaşım olmuyor. Yapabileceğim aktiviteler sınırlanmış… Bütün bunlar da elbette bir süre sonra depresyonla sonuçlanabiliyor.

Başka bir durumu ele alalım. Örneğin ben de işimi gücümü herkesin yaptığı kadar yapabilmek istiyorum. Varsayalım ki iş nedeniyle seyahat etmem gerekiyor. Otobüse bineceğim ve sekiz saat yolculuk yapacağım. Yolculuktan birkaç gün önce “Ya otobüste biri ağzını şapırdatırsa, sakız çiğnerse” diye bir gerginlik alıyor beni. Yolculuğu tetikte ve huzursuz bir şekilde yapıyorum. Gideceğim yere vardığımda biraz rahatlıyorum ama bir de bunun dönüşü var. Dolayısıyla “Acaba o sesi duyar mıyım? Duyarsam çok kötü etkilenir miyim? Günüm mahvolur mu?” diye endişe duyup bir noktada pekâlâ anksiyete bozukluğu geliştirebilirim.

Tabii mizofonisi olan kişiler hassas olduğu sesler nedeniyle uyku sorunları da yaşayabilirler.

Öte yandan mizofoninin doğrudan OKB’nin bir sonucu olduğunu söylemek doğru olmaz. Bunlar, birlikte görülme sıklıkları yüksek olan iki ayrı durum olarak kabul ediliyor.

Hepimiz zaman zaman bazı seslerden çok rahatsız olabiliriz. Hangi durumlar profesyonel bir yardım almayı gerektirir?

Sahiden de size birkaç mizofonik ses saysam muhtemelen o ses sizi de beni de rahatsız eder. Örneğin sınıf tahtası tırnak veya tebeşirle çizildiğinde çıkan ses… Veya genzin temizlenmesi…

Ama mizofonide verilen tepki çok şiddetli olur, örneğin bir anda öfke tavana vurur. Veya ses, ortamı terk ettirecek kadar kişiyi iğrendirebilir. Ses katlanılmazdır, ızdırap vericidir.

Dolayısıyla mizofoni kişinin günlük yaşamını ve sosyal ilişkilerini ciddi şekilde etkiliyorsa profesyonel yardım alınması önerilir. Ayrıca mizofoniye eşlik eden diğer psikiyatrik belirtiler varsa destek almak önemli.

Mizofoni sorunuyla size başvuran kişilerle sık karşılaşıyor musunuz?

Aslında psikiyatri polikliniğine başvuranlarda mizofoni sıklığı, bu sorunun yaygınlığı kadar yüksek değil. Fakat benim özelimde durum biraz farklı. YouTube’a mizofoni yazdığınızda bir yayınım ve birkaç üniversitede verdiğim seminerlerin kayıtları var. Bu nedenle bana farklı şehirlerden birçok kişi terapi almak için ulaşıyor. Fakat ben Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde çalıştığım için şehir dışından başvuranları kendi illerindeki yetkin psikoterapistlere yönlendiriyorum. Bunun için de başvuranlara Türkiye Psikiyatri Derneği’nin bilişsel davranışçı psikoterapi yapmakta yetkin olan hekimlerin listesini ve Bilişsel Davranışçı Psikoterapi Derneği’nin sertifiye terapistlerinin listesini gönderiyorum.

Diyelim ki size mizofoni zorluğu yaşayan bir hasta geldi. Aşama aşama onları nasıl bir süreç beklediğini anlatır mısınız?

Önce değerlendirme ve tanı koyma aşaması var. Mizofoni tanısı, psikiyatrik değerlendirme ve hastanın öyküsüne dayalı olarak konuluyor. Yani mizofoniye ilişkin spesifik bir testimiz yok. Fakat anksiyete, depresyon ve diğer ruhsal hastalıkların varlığını belirlemek için çeşitli ölçekler ve tanı görüşmeleri kullanabiliyoruz.

Tanının ardından mizofoniyle ilgili bilgilendirme aşaması geliyor. Ardından da tedavi… Mizofoni tedavisinde bilişsel davranışçı terapi (BDT) yaygın olarak kullanılan ve etkili olduğu bilinen bir yaklaşım.

BDT’de kullanılan teknikler ve stratejiler arasında yüzleşme, gevşeme eğitimleri ve dikkat kontrolü bulunuyor. Bu adımları kabaca şöyle açıklayabilirim:

📍 Yüzleşme: Kontrollü bir ortamda (örneğin terapistin ofisinde veya terapistin de bulunduğu bir mekânda) kişinin o sesi duymasını içerir.

📍 Gevşeme eğitimleri: Bu tür sesler karşısında ortaya çıkan stres ve anksiyeteyi yönetmeye yardımcı olur. Örneğin derin nefes alma egzersizleri öğretilir.

📍 Dikkat Kontrolü: Rahatsız edici sesle karşılaştığında kişinin dikkatini o sesten uzaklaştırarak başka bir aktiviteye yönlendirir.

BDT’de aslında kaçınma veya kulaklık takma gibi yararsız stratejiler yerine kişiye yeni bir başa çıkma yolu öğretiyoruz. Bu tedavi sürecinde kişiyi hazır olmadığı ya da yapmak istemediği hiçbir şeyi yapmaya zorlamıyoruz. Kişi terapide “Bu sesler ortaya çıktığında nasıl hissediyorum?”, “Hangi davranışları sergiliyorum?” sorularının yanıtlarını keşfediyor. Ayrıca bu seslere alışmayı ve onları iyi idare etmeyi öğreniyor.

Psikoterapi sonunda rahatsız edici sese karşı eski tepkiler verilmiyor mu? Tedavi başarısı yüksek mi?

Psikoterapi sonunda hasta, mizofonik sesleri duyduğunda artık eski tepkilerini vermiyor, evet. Takip ettiğim hastalar sürecin başlangıcında mizofonik sesi duyduklarında yoğun duygusal ve fiziksel tepkiler gösteriyor, kontrolü kaybetmekten korkuyorlar.

Sürecin sonunda ise bu tepkileri sadece ‘sıkıntı’ olarak tarif eder hale geliyorlar. Aslında bu durum bizim için de geçerli değil mi? Düşünsenize, metroda tanımadığınız biri sürekli genzini temizliyor veya sümkürüp duruyor. Biz de bu seslerden rahatsız olabiliriz ama kontrolümüzü kaybedecek kadar değil. Psikoterapi sonunda sesler hâlâ bir miktar rahatsızlık verici oluyor ama neredeyse her insanın yaşadığı rahatsızlık seviyesine iniyor.

Terapi kaç seans sürüyor?

Kişiden kişiye, rahatsızlık verici seslerin çokluğuna bağlı olarak değişiyor. Genellikle 16-20 seans sürüyor. Ancak daha erken sonuçlar alınan durumlar da var.

Bazen 13-14’üncü seanslarda mizofoni büyük ölçüde ortadan kalkıyor. Fakat daha sonra mizofoninin bozduğu ilişkilerin düzeltilmesi üzerinde çalışıyoruz. Örneğin kişinin annesiyle ciddi bir problem vardır. Çünkü annesi yemeklerde ağzını hep şapırdatıyordur. O sakızı mutlaka çiğniyordur. Kişi o güne kadar da annesinin bu davranışının tek bir gerekçesi olduğuna inanmıştır: “Annem beni sevmiyor, bilerek yapıyor.” İşte erken düzelme sağlandığında bir miktar da bu sorunlar üzerinde çalışma fırsatı doğuyor.

Mizofoniyle yaşayanlar için ilk adres psikiyatrist mi olmalı? Sorun sesle ilgili olduğu için kulak burun boğaz uzmanlarına da başvurma eğilimi olabilir.

Gerçekten de mizofonisi olan kişilerin ilk aklına gelen şey şu: “Ortamdaki diğer kişiler de aynı sesi duyuyor. Onlar neden rahatsız olmuyor? Demek ki benim kulaklarımda sorun var.”  Bu nedenle de kulak burun boğaz uzmanı veya odyolojiye gidenlerin sayısı hiç de az değil.

Aslında bazen mizofoni sanılan durum hiperakuzi olarak adlandırılan başka bir sorun olabilir. İkisi arasındaki ayrım ise şu: Mizofoni, belirli seslere karşı aşırı rahatsızlık ve duygusal tepkilerle ortaya çıkar. Hiperakuzi ise sesin yüksekliği (şiddeti) ve sesi oluşturan dalgaların hızına (frekansına) karşı aşırı duyarlılıktır. Yani hiperakuzisi olan kişiler için sesin anlamı veya bağlamı önemli değil, sadece sesin ne kadar yüksek olduğu veya ne sıklıkla titreştiği önemli.

Hiperakuziyi dışlamak için KBB uzmanına gitmek iyi bir fikir. Ama sorun mizofoniyse tedavi için mutlaka psikiyatri uzmanına başvurmak lazım. Çünkü bu kişilerin kulaklarında ve işitmelerinde herhangi bir problem yok.

Mizofonisi olan kişilere ne tür tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

En önemlisi kulak tıkacı, kulaklık kullanımı, rahatsız edici seslerden kaçınma, rahatsız edici seslere maruz kalındığında ortamı terk etme gibi yöntemlerin bir çözüm sunmadığını bilmeleri önemli. Bunlar kısa vadede çözüm gibi görünse de aslında ters teper ve sorunu derinleştirir. Böyle durumlarda erkenden profesyonel yardım almak en doğrusu.

Aileler veya arkadaş çevresi mizofoniyle yaşayan kişilere nasıl destek olabilir?

Öncelikle empati göstermeleri çok önemli. Mizofoniyle yaşayanların belirli seslere karşı şiddetli tepkiler verebileceğini bilmeleri işlerini kolaylaştırabilir. Bu tepkilerin bazen çok şiddetli hatta kişiyi sonrasında pişman edebilecek boyutlarda olabileceğini unutmamak lazım. Bu tür bir zorlukla yaşamanın gerçekten zorlayıcı olduğu göz önünde bulundurulmalı.

Bir de aile ve arkadaş çevresi, mizofoniyle yaşayan kişileri profesyonel destek almaya teşvik etmeli. Ayrıca tedavi sürecinde de onlara destek olmaları çok değerli. Tedavinin kendisi de meşakkatli bir süreç. Mizofonisi olan kişiye bu süreçte moral vermek ve anlayış göstermek mizofoniyle başa çıkmasına yardımcı olacaktır.

Kulağınız az işitmeye mi başladı? Hemen önlem alın, beyin sağlığınızı koruyunKulağınız az işitmeye mi başladı? Hemen önlem alın, beyin sağlığınızı koruyun

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.