HIV/AIDS, Batı’da azalırken Türkiye’de artışta: Neden artıyor? Kimler test yaptırmalı?

Türkiye’de son 20 yıldır HIV’le yaşayan kişilerin sayısında ciddi artış var. Üstelik ergenlerde de HIV artış eğiliminde. Tahminlere göre 39 bin kişi HIV’le yaşadığını bilmiyor. Prof. Akalın HIV/AIDS ile ilgili merak edilen her şeyi 10haber'e anlattı.

2 Mart 2024
Resmi kayıtlar, Türkiye’de yaklaşık 39 bin kişinin HIV’le yaşadığını gösteriyor. Tahminlere göre yaklaşık 39 bin kişi de HIV pozitif olduğunu henüz bilmiyor.

Adı Elif, 30 yaşında. HIV’in ilk belirtileri ortaya çıktığında henüz 25’indeydi. Pozitif-İz Derneği’nin web sitesinde kaleme aldığı hikayesinin giriş cümlesi “Hikayem başlamamak için çok çırpındı.” Neden böyle yazdığını takip eden satırlarda net biçimde anlıyoruz. Çünkü Elif’in HIV enfeksiyonunun fark edilme süreci oldukça uzun ve yıpratıcı…

HIV, ilk işaretlerini Elif’in cildinde veriyor: Önce zona, altı ay sonra kurdeşen… Bunlar geçiyor ama bu defa da Elif’in sırtında egzama benzeri kaşıntılı bir döküntü baş gösteriyor. Gittiği cilt doktoru ‘sinirsel egzama’ diyor ve ilaç reçete ediyor. Fakat ilaçlarını düzenli kullanmasına rağmen Elif’in egzaması geçmek yerine yavaş yavaş çoğalıyor. Çareyi tekrar doktoruna gitmekte bulan Elif bu kez psikiyatriste yönlendiriliyor.

Hikâyenin bundan sonrası kelimenin tam anlamıyla bir çıkmaz. Üç farklı psikiyatrik ilaç, o cilt doktorundan bu cilt doktoruna koşturma, merhemler, antibiyotikler, iğneler… Elif’in bir yılı kapısını aşındırdığı sayısız doktor, yanlış tanılar ve tedavilerle geçiyor. İçine düştüğü kısırdöngüden de yaralarının zirve yaptığı günlerden birinde aldığı bir kararla çıkıyor: İlk belirtiler ortaya çıktığında gittiği doktora tekrar gitmek.

Elif, eski doktoruna gitmek için yola koyulduğunda ağlayarak dua ediyor. “Lütfen” diyor, “En kötü hastalık olsa da nedeni neyse ortaya çıksın.” Çünkü artık adı hastalık hastasına çıkmıştı ve “Canım acıyor” demekten utanıyordu.

Sonunda yaşadıklarının açığa çıkmasını sağlayacak doktorunun karşısına buluyor kendisini. Doktoru endişeli biçimde “Senin yaraların hâlâ geçmedi mi?’ diye soruyor. Sonra cildine biyopsi yapıyor, hemen ardından kan alıyor ve öğleden sonra arayacağını söylüyor. Elif yine aynı sonuçları alacağını düşünerek iş yerine gidiyor: “Öğlen arası doktorum aradı. Söylediklerini not almak için elime kâğıt kalem aldım. Doktor ‘Kan sonuçların çıktı. Bir sıkıntı var. Buraya gelebilir misin?’ dedi. ‘Gelirim tabii ama sorun nedir?’ diye sorduğumda ‘HIV pozitifsin’ dedi.”

Elif, Türkiye’de sayıları yaklaşık 40 bini bulan HIV’le yaşayan kişilerden biri. Üstelik tahminlere göre bir bu kadar daha HIV’le yaşayan kişi var ama ayrımcılık, damgalanma, bilgi eksikliği, gönüllü danışma ve test merkezlerin yetersizliği gibi nedenlerle bu kişilere henüz tanı konulmadı. Resmi veriler Türkiye’de HIV’in son yıllarda artışa geçtiğini gösteriyor. Dahası 15-19 yaşlar arasında bile HIV’de artış eğilimi var.

Peki HIV neden artıyor? Nasıl bulaşır? Kimler, ne zaman test yapmalı? HIV tedavisinde son gelişmeler neler? Riskli temastan önce ve sonra HIV’i önleyen tedaviler var mı? Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları HIV/AIDS Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Halis Akalın’a sorduk.

Prof. Dr. Halis Akalın

HIV/AIDS’le ilgili güncel dünya istatistiklerini anlatarak başlayabilir misiniz?

HIV/AIDS’in tanımlandığı 1981 yılından bugüne AIDS hastalığı nedeniyle dünya üzerinde kaybettiğimiz kişi sayısı 40 milyon. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) her yıl 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde bir rapor yayınlar. 2023 tarihli son rapora göre dünyada yaklaşık 39 milyon HIV’le yaşayan kişi var. Dünya üzerinde 40 milyon kişinin AIDS’ten hayatını kaybettiğini ve şu an yaklaşık 39 milyon HIV’le yaşayan kişi olduğunu düşünürsek tüm dünyayı etkileyen bir pandemiden söz edebiliriz.

Ülkemizde durum nedir? HIV vakalarında son yıllarda endişe verici bir artış var mı?

Dünyada ekonomisi iyi olan Almanya, İspanya, ABD gibi Batı ülkelerinde olgu sayıları, alınan önlemlerle giderek azalıyor. Buna karşın Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu Avrupa ve santral Asya bölgesinde HIV olgularında ciddi bir artış eğilimi var.

Ülkemizde özellikle 2000’li yıllardan itibaren artış dikkat çekici. Örneğin 2008 yılında yeni tanı alan HIV’le yaşayan kişi sayısı yaklaşık 500’dü. Fakat 2018 yılında yeni tanı alanların sayısı 3 bin 356’ya yükseldi. Bu da artış eğiliminin boyutunu ortaya koyuyor.

Pandemide yıllık olgu sayıları biraz azalmış gibi görünse de aslında o dönemde sokağa çıkma kısıtlamaları konuldu, hastanelerin önemli bir kısmı COVID merkezine dönüştü, insanlar “COVID bulaşır” diye sağlık kuruluşlarına gitmedi. Dolayısıyla tanı alanların sayısı düşünce olgular da düşmüş gibi göründü. Pandemi sonrasında da yıllık tanı alan olgularının sayısı biraz azalmış gibi görünüyor ama bu tamamen test yaptıranların sayısında düşüşle ilişkili. Biz artış eğiliminin tekrar devam edeceğini düşünüyoruz. Özellikle 2024’te açıklanacak rakamlar biraz daha gerçeği yansıtacaktır.

Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 8 Kasım 2023 itibariyle 39 bin 437 HIV’le yaşayan kişi var. Biz aslında bu sayıyı ikiyle çarpıyoruz. Çünkü Türkiye’de var olan olguların yarısının tanı almadığını düşünüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’nün de tespitleri bu yönde. Tanı almamada farkındalık eksikliği, damgalanma, ayırımcılık, test politikasının olmaması gibi birçok faktör etkili.

Peki Türkiye’deki veriler, vakaların cinsiyet dağılımıyla ilgili ne söylüyor?

Sağlık Bakanlığı kayıtlarındaki olguların kabaca yüzde 80’i erkek, yüzde 20’si kadın.

Bulaş yollarına baktığımızda olguların yüzde 30’unda heteroseksüel ilişki (erkek-kadın ilişkisi), yüzde 14’ünde de erkekle seks yapan erkek ilişkisi (homoseksüel) ve biseksüel ilişki (hem erkek hem kadınla ilişki) görüyoruz. Olguların yüzde 1’inden azında ise bulaş yolu damar içi uyuşturucu kullanımı.

Olguların yüzde 55’inde bulaş yolu verilere yansımıyor. Genellikle kişiler poliklinik ortamında cinsel yönelimlerini açıklamıyor ya da hekim ısrar etmiyor, bu konunun üzerine düşmüyor.

HIV/AIDS konusunda çalışan bir hekim olarak resmi verilerle ilgili şunu söyleyebilirim:

İstanbul, Ankara ve İzmir’deki büyük merkezleri içeren çalışmalara baktığımızda erkekle seks yapan erkeklerin veya biseksüel ilişkilerin HIV bulaşma yolları üzerindeki oranları daha yüksek. Bu nedenle resmi kayıtlarda belirtilen yüzde 14 oranının daha yukarıda olduğunu düşünüyoruz.

Tanı konulanların yaş aralıkları nedir?

Sağlık Bakanlığı’nın istatistiklerine göre HIV’le yaşayan kişilerin önemli kısmı 20-45 yaş aralığında. Tedavideki gelişmelerin katkısıyla 45 yaş üzerinde HIV’le yaşayanların sayısında da artış var. HIV’le yaşayan kişiler giderek yaşlanıyor.

Dikkat çeken noktalardan biri de şu: Artık ergenlik döneminde yani 15-19 yaş arası HIV’le yaşayan kişilerde de bir artış eğilimi olduğunu görüyoruz.

Bir başka önemli konu, Türkiye’deki HIV’le yaşayan kişilerin yüzde 16’sının yabancı uyruklu olması. Tabii bu “Yabancı uyruklular nedeniyle Türkiye’de artış oluyor” gibi algılanmasın. Bundan bağımsız ülkemizde zaten bir artış söz konusu.

Vakaların özellikle yoğunlaştığı bölgeler konusunda bilginiz var mı?

Sağlık Bakanlığı’nın verileri böyle bir yorumda bulunmuyor. Fakat şunu söyleyebilirim: Olguların önemli bir kısmı İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük kentlerde. Açıkçası turistik ilişkilerin yoğun olduğu Antalya ve Karadeniz kıyılarında da yoğun olduğunu düşünüyorum.

Ekonomisi güçlü Batı ülkelerinde HIV’le yaşayan kişilerin sayısının azaldığını söylediniz. Bizde eksik olan ne, Türkiye’de HIV neden artıyor?

Sebeplerden biri farkındalık eksikliği. Tüm gayretlerimize rağmen hâlâ bir türlü istediğimiz farkındalık noktasına gelemedik. Bırakın mavi yakalıları, yapılan büyük çalışmalara göre beyaz yakalılarda bile ciddi bir farkındalık eksikliği var.

Bir diğer neden damgalanma ve ayrımcılık. Damgalanma ve ayrımcılık; HIV’le yaşayan kişinin içsel olarak olumsuz duygular hissetmesi, başkalarından ayrımcı davranışlar ve farklı muamele görmesi gibi durumları kapsar. Toplumun HIV enfeksiyonu hakkındaki bilgi düzeyinin düşük olması, bu ayrımcı davranışların temel nedeni. Bu da insanların test yaptırmak için harekete geçmesini engelleyerek HIV’in artışına katkıda bulunuyor.

Önemli bir başka sebep orta öğretimde cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların önlenmesi konusunda yeterince eğitim verilmemesi. Bu gerçekten çok ama çok önemli bir konu. Müfredatımız sadece üreme sağlığıyla sınırlı. Oysa bizim, eğitimleri cinsel sağlığı da içeren biçimde genişletmemiz gerekiyor. Cinselliğe başlama yaşı 19-20’lerde, hatta bazı anketlerde daha düşük yaşlarda. Dolayısıyla cinsel yaşama başlamadan önce gençlerimize bu eğitimi vermeliyiz.

HIV’le yaşayan kişilerin artışında rol oynayan bir başka etken, gönüllü danışma ve test merkezlerinin yeterli sayıda olmaması. Türkiye’de bu merkezlerin sayısı sadece altı-yedi tane.

İstanbul’da Şişli Belediyesi, Bursa’da Nilüfer Belediyesi’ndeki merkezler ilk aklıma gelenler… Sayıyı mutlaka artırmamız gerekiyor. Çünkü bu merkezlerde ayrımcılık ve damgalanma endişesi olmadan HIV testini anonim olarak yaptırabiliyorsunuz. Kimlik bilgileriniz tespit edilmeden test sonucu size bildiriliyor.

Ülkemizdeki HIV artışında rol oynayan bir başka konu anahtar popülasyona yeterince ulaşamamamız.

Anahtar popülasyon kimler, biraz açar mısınız?

Erkekle seks yapan erkekler, seks işçiliği yapanlar, transeksüel kadınlar, damar içi uyuşturucu kullananlar, hapishanedeki insanlar gibi grupları anahtar popülasyon olarak adlandırıyoruz. Bu popülasyonlarda HIV riski daha yüksek.

Dünya Sağlık Örgütü, “Kimlere HIV testi yapalım?” sorusuna 5C esaslarını öneriyor. Buna göre test için beş kriter gerekli: Bir, test için kişinin onayı alınmalı. İki, test gizlilik içinde yapılmalı. Üç, kişiye danışmanlık verilmeli. Dört, testin doğru sonuçlanması sağlanmalı. Beş, testi yaptıran kişi önlem, bakım ve tedavi açısından hekimle bağlantıda olmalı.

İki türlü test politikası var: “Reddetmedikçe test et” ve “İstiyorsa test et”.  Diyelim ki kişi, “Biz gelen herkese HIV testi yapıyoruz” diyen bir sağlık kuruluşuna başvurdu. Kişi reddetmedikçe ona test yapılıyor. Eğer kişi bu tür taramaların yapılmadığı bir sağlık kuruluşuna başvurmuşsa bu kez de test öneriliyor ve kabul ederse test yapılıyor.

Gönüllü danışma ve test merkezleri yetersiz olduğu için ne yazık ki anahtar popülasyonlara yeterince ulaşamıyoruz.

Türkiye’de HIV testi politikası nasıl?

Riskli davranışı olan herkes istiyorsa test yaptırabilir. Genellikle HIV’den kuşkulanmaya neden olan bazı hastalıkların varlığında HIV testi yapılıyor. Mesela yaygın lenf bezi büyümesi, ağız içinde veya genital bölgesinde tekrarlayan mantar enfeksiyonları, zona, uzun süren ishal, açıklanamayan uzun süren ateş gibi belirtilerden bir veya birkaçı varsa kişiye “HIV ihtimalini dışlamak zorundayız. Sözlü onayınızı alarak bir test yapalım” diyoruz.

Tabii Sağlık Bakanlığı genelgelerine göre hukuken HIV testi yaptırmak zorunda olduğumuz bazı hastalıklar var. Örneğin kişi tüberküloz teşhisi almışsa biz ona mutlaka HIV testi yapıyoruz.

Bir de yakın zamanda cinsel yolla bulaşan bir hastalık geçiren, örneğin bel soğukluğu (gonore), frengi (sifiliz), klamidya, genital herpes enfeksiyonu tanısı konulan hastalara doktor, HIV testi de önerebilir.

Bu arada tüm gebelere ve HIV’le yaşayan kişilerin eşlerine de test yapmak gerekiyor. Yine erkekle seks yapan erkeklere, rastgele ilişkiye girenlere, birden fazla partneri olanlara, seks işçiliği yapanlara, transseksüel kadınlara ve damar içi uyuşturucu kullananlara test mutlaka önerilmeli.

Ülkemizdeki iyi uygulamalardan biri evlilik öncesinde isteyen herkese HIV testi yapılması. Çünkü biz bu enfeksiyonu ne kadar erken tanır ve antiretroviral ilaç başlarsak bağışıklık sisteminin hasar görmesini o derece erken önleriz. Günümüzde tanı alıp tedavisini düzenli kullanan bir kişinin yaşam beklentisi neredeyse HIV’le yaşamayan bir kişiyle aynı noktaya geldi.

HIV, kan nakliyle de geçebiliyor. Kan bağışı öncesinde HIV testinin negatif çıkması o kişinin HIV’le yaşamayan bir kişi olmadığını garantiler mi?

Kan bağışı öncesinde hem sifiliz, hepatit B ve hepatit C hem de HIV testi yapılıyor. HIV için ‘pencere dönemi’ olarak adlandırdığımız bir süreç var. Diyelim ki bir kişi iki-üç hafta önce riskli bir cinsel davranışta bulundu, virüsü aldı. O kişide virüs henüz HIV testine yansımayabilir ve sonuç negatif çıkabilir. Eğer o süre içinde de kan bağışında bulunursa virüsün kan yoluyla bulaşma riski var.

Tam da bu nedenle kan bağışında bulunanlara sadece HIV testi yaptırmakla yetinilmiyor. Kişiden çok ayrıntılı bir form doldurması isteniyor. Örneğin son zamanlarda riskli bir cinsel ilişkide bulunmuşsanız sizden kan alınmıyor ve riskler bu şekilde elimine ediliyor. Tüm bu çabalara karşın yine de kan naklinde bulaşma riski sıfır değil. Ama çok ama çok düşük olduğunu söyleyebilirim.

Manikür, pedikür aletleri veya berberde tıraş usturalarıyla HIV bulaşabilir mi?

Eğer sterilizasyon ve dezenfeksiyon işlemleri usulüne uygun yapılırsa sorun olmaz. Ben özellikle çevremdeki herkese ve konferanslarımda kadınlara manikür-pedikür aletlerinin sterilizasyonunu sormalarını, gerekirse kendilerine özel setler almalarını öneriyorum.

HIV enfeksiyonunun ilk çıktığı yıllarda ABD’de diş hekimlerinin işlemlerinden kaynaklanan birçok olgu rapor edildi. Dolayısıyla diş hekimliği uygulamalarında da uygun sterilizasyon işlemleri çok önemli. Sağlık Bakanlığı’nın ve diş hekimliği odalarının net kuralları var, bunlara uyulduğunda HIV açısından kaygılanmaya gerek yok.

Diyelim ki HIV’le yaşayan bir kişinin burnu kanadı ve o kan sizin elinize temas etti. Bulaşma olur mu?

Cildim sağlamsa yani bir kesik, yara yoksa bulaşmaz. HIV aynı tabaktan yemek yemek, aynı bardaktan su içmek, sarılmak, tokalaşmak veya yanak yanağa öpüşmekle geçmez. Dudaktan öpüşmek konusunda da şunu söyleyebilirim: Ağız içi kanama ve yara olmadığı sürece virüs yine bulaşmaz. Ayrıca tuvalet, sivrisinek ve böceklerden HIV geçmez.

HIV ve AIDS’i yanlış bir şekilde eşitleme yaygın. Aradaki farkı açıklar mısınız?

HIV enfeksiyonunun üç dönemi var: Bir, akut dönem. İki, 5-10 sene arasında sürebilen kronik enfeksiyon dönemi (belirtisiz dönem). Üç, AIDS dönemi. Yani AIDS aslında tedavi edilmeyen HIV enfeksiyonunun son evresi.

HIV vücuda girdikten sonra bağışıklık sistemimizin temel hücreleri olan CD4+T hücrelerini (lenfositler) hedef alan bir virüs. Zaman içinde bu hücreleri hasara uğratarak öldürüyor ve hücrelerin sayısı giderek düşüyor. Mesela Türkiye’de yapılan çalışmalara göre normalde CD4+T hücrelerinin milimetreküpteki sayısı kabaca 1500 civarında. AIDS dönemine gelen bir hastada bu sayı milimetreküpte 200’ün altına düşüyor.

Hücrelerin 200’ün altında olması kritik bir eşik. Çünkü normalde bağışıklık sistemi sağlam kişilerde hastalık yapmayan bazı mikroorganizmalar, CD4 hücreleri 200’ün altına düşenlerde enfeksiyonlar oluşturmaya başlıyor. Yine bu kişilerin bağışıklık sistemi çöktüğü için bazı kanserler artışa geçiyor.

Yani AIDS döneminin en önemli özelliği fırsatçı enfeksiyonların ve kaposi sarkomu (kan ve lenf damarlarında oluşan bir kanser türü), lenfoma (lenf kanseri) gibi bazı kanser türlerinin sıklaşması. O nedenle HIV’i erken dönemde yakalamak önemli. Böylece virüsü baskılayıp onun bağışıklık sistemine zarar vermesinin önüne geçebiliyoruz. 

Türkiye’de AIDS aşamasında başvuran kişilerin sayısı yüksek mi?

AIDS dönemine gelen bir hastada kanda CD4+T hücrelerinin milimetreküpte 200’ün altına düştüğünü söylemiştim. Ülkemizde HIV tanısı koyduklarımızın yüzde 50’sinde kanda CD4+T hücrelerinin sayısı 350’nin altında ya da viral yükü çok yüksek. Yani tanı koyduklarımızın yarısı bize bağışıklık sistemleri ciddi olarak etkilenmiş halde geliyor. O nedenle Türkiye’de farkındalığı artırarak kişilerin kolay test olmalarını sağlamamız, özellikle riskli kişilere ulaşmamız ve onların erken tedaviye ulaşmalarını temin etmemiz lazım.

AIDS evresine gelen biri kesin ölür mü?

Hayır, kesinlikle… Biz CD4 sayısı 15’e gelmiş bir kişiyi bile yaşamda tutabiliyor, onu tehlikeli alandan çıkarabiliyoruz. Ama tabii bu “Geç kalmanın bir zararı yok” diye anlaşılmasın. Çünkü bağışıklık sistemi ne kadar çökerse onu toparlamamız da o kadar zaman alıyor. O nedenle eğer şüpheli bir davranışta bulunmuşsak, risk altındaysak mutlaka test yaptıralım, bu konuda uzman bir hekimin denetimine girelim.

Birleşmiş Milletler’in HIV’in erken tanısı ve tedavisi konusunda tüm dünyada bazı hedefleri var. Türkiye bu hedeflere ne kadar yakın?

Birleşmiş Milletler, tüm dünyada 2030’a kadar ‘95-95-95+95 hedefleri’ diye adlandırdığı hedeflerinin hayata geçmesi için çalışmalar yürütüyor.

Hedeflere tek tek bakalım… Birinci 95, HIV’le yaşayanların yüzde 95’inin tanı alması. Bizim ülkemizdeki en büyük sıkıntı bu kişilerin yalnızca yüzde 50’sine ulaşmış durumda olmamız. Ekonomisi gelişmiş Batı ülkeleri neredeyse yüzde 95 hedefini yakaladı.

İkinci 95 hedefi, tanı alan kişilerin yüzde 95’inin tedaviye ulaşması. Türkiye bu konuda güçlü, bir kişi tanı aldığı zaman devlet onun tedavi masraflarını karşılıyor.

Üçüncü 95 hedefi ise tedavi alanların yüzde 95’inde virüsün kanda ölçülemeyecek düzeye gelmesi. Dördüncü 95 hedefi de kişinin yaşamını kaliteli olarak sürdürmesi. Tedavisini düzenli alanlarda üçüncü hedefe de yaklaştığımızı söyleyebilirim.

HIV’in geç tanı almasında akut dönemdeki belirtilerin gribal bir enfeksiyona benzemesi, ilk atağın geçtikten sonra da uzun süre enfeksiyonun sessiz ilerlemesi etkili değil mi? Biraz belirtilerden de bahseder misiniz?

Gerçekten de akut dönemdeki belirtiler üst solunum yolu enfeksiyonu gibi geçirilebiliyor. Riskli temastan yaklaşık iki-üç hafta sonra ateş, kırgınlık, baş ağrısı, eklem ağrıları bazen ishal, bazen döküntüler bazen de lenf bezlerinde şişlik olabiliyor. Bu belirtiler genellikle birçok viral enfeksiyonda da görüldüğü için akut dönem çoğunlukla atlanıyor.

Akut dönem geçtikten sonra test yaptırmazsanız farkında olmayacağınız uzun süren bir sessiz dönem var. Bazı kişilerde bu dönem bir-ki yıl gibi kısa sürebileceği gibi bazılarında 5-10 yıla kadar uzayabilir.

Peki bu sessiz dönemde hiç mi uyarıcı işaret olmuyor?

Aslında her ne kadar bu döneme asemptomatik (belirtisiz) dönem desek de bazı belirtiler olabiliyor. Örneğin 30 yaşında genç bir kadında sık tekrarlayan genital mantar enfeksiyonu HIV açısından dikkat çekmeli.

Veya 25 yaşında genç bir erkekte ağızda pamukçuk dediğimiz mantar enfeksiyonu sık sık tekrarlıyorsa uyanık olunmalı.

Yine 20 yaşında bir üniversite öğrencisi zona geçiriyorsa üzerinde düşünmekte yarar var. Çünkü zona bir yaşlı hastalığıdır.

Bunların dışında lenf bezlerinin şişmesi, üç-dört hafta süren ishaller daha çok AIDS döneminde gördüğümüz belirtiler. Uzun süredir kilo kaybı ya da nedeni açıklanamayan bir ateş de kişi için uyarıcı olmalı.

Riskli bir temastan sonra HIV testi yaptırmak için en uygun zaman nedir?

HIV’in saptanabilmesi için riskli temastan sonra belli bir süre geçmesi gerekiyor. Ülkemizde sağlık kuruluşlarında tarama testi için kullandığımız test hem antijenlere (virüse ait yapılara) hem de vücudun virüse karşı geliştirdiği proteinlere (antikorlara) bakıyor. Biz antijen ve antikor bakan teste ‘kombo test’ diyoruz. Bunlar dördüncü kuşak testler. Genel olarak temastan sonra en erken 14’üncü günde virüsü tespit etmeye başlıyor. Tabii 14’üncü günde yapılan testin negatif çıkması kişide HIV olmadığı anlamına gelmiyor. Kesin sonuç için testin mutlaka 45’inci günde tekrarlanması gerekiyor.

Eğer yapılan test reaktif (HIV lehine) çıkarsa daha sonra doğrulama testi yapılıyor. Doğrulama testi için beklemeye gerek yok, hemen yapılabiliyor. Eğer doğrulama testi pozitif çıkarsa sonuç kesinleşiyor.

Bu arada diyelim ki riskli temastan sonra hiç test yaptırmadınız ve 45’inci günü beklediniz. 45’inci günde yaptırdığınız test negatif çıkarsa rahatlıkla “Riskli kişiden virüsü almamışsınız” diyebiliriz.

Bir de riskli temas sonrası profilaksi (koruyucu tedavi) verdiğimiz kişiler var. Burada biraz daha dikkatli davranıyoruz. “Siz bu ilişkiden virüsü almadan çıktınız, negatifsiniz” diyebilmek için üçüncü aydaki testin de negatif olmasını bekliyoruz.

HIV testi eczanelerde satılabiliyor mu?

Eskiden satılıyordu ama daha sonra resmi olarak satışı kaldırıldı. Aslında bu teste ulaşabilmesi lazım insanların.

Satılmamasının gerekçesini de şöyle anlatayım: Normalde tarama testlerinin sonucu HIV yönünde bir sonuç verdiğinde buna ‘pozitif’ değil, ‘reaktif’ diyoruz. Reaktif testi olan kişiye yeniden doğrulama testi yapıyoruz. Doğrulama testi pozitif çıkarsa işte o zaman HIV’le yaşayan kişi diyoruz.

Sorun şu ki eczaneden alınıp evde yapılan HIV testlerinde yalancı pozitiflik riski var. Ya da gerçekten pozitif çıkabilir. Dolayısıyla kişi psikolojik olarak çöküntü yaşamasın, testini hekim kontrolünde yapsın, ondan danışmanlık alsın gerekçesiyle bu testler artık eczanelerde satılmıyor. Aslında kullanılmasına ihtiyacımız var.

Peki HIV tedavisi nasıl yapılıyor? Tedavi ömür boyu mu sürüyor?

Antiretroviral tedavi dediğimiz, yani HIV’e karşı etkili antiviral ajanların kombinasyonundan oluşan bir tedavi uyguluyoruz. Tedavi her gün, ağızdan alınan bir ya da üç tabletten ibaret.

Güncel HIV tedavileri artık çok etkili. İlaç başladıktan sonra 24’üncü haftada virüs kanda ölçülemeyecek duruma geliyor. Böylece virüsün bağışıklık sistemine hasar verme riski ortadan kaldırılıyor.

Tedavi ömür boyu sürüyor. Fakat tedavinin düzenli ve sürekli olması bizim için çok önemli. Aksi takdirde virüs bu ilaçlara direnç geliştirebiliyor. Tekrar başa dönebiliyoruz. Bu arada henüz ülkemizde yok ama dünyada iki ayda bir yapılan enjeksiyonlarla tedaviyi almak mümkün. Yani kişi yılda altı enjeksiyon yaptırarak enfeksiyonu kontrol altında tutabiliyor.

Virüsü tamamen vücuttan atan bir tedavi var mı?

Hayır. Ama bu konuda umut verici çalışmalar yürütülüyor. Ben umutluyum. Şöyle düşünün: 20-30 yıl önce hastalarım günde sekiz tane ilaç almak zorundaydı. Günümüzde ilaç sayısı tek ya da üç tablete düştü. Dolayısıyla şu anda uyguladığımız tedaviler için bile devrim diyebilirim.

90’lı yılların başında HIV’le yaşayan bir kişi her kontrole geldiğinde “Hâlâ hayatta” diye çok mutlu oldurduk. HIV enfeksiyonu yeni tedaviler sayesinde günümüzde şeker, tansiyon gibi kronik bir hastalığa döndü. Sonuçta tansiyonunuz ya da şekeriniz varsa da her gün ilaç kullanmak zorundasınız. Bununla birlikte cinsel yolla bulaşan ve önlenebilen bir hastalık olduğunu unutmamalıyız.

Antiretroviral tedavi alan HIV’le yaşayan bir kişinin virüsü bulaştırma riski yok değil mi?

Evet, yok. Tedavisine başlayan HIV’le yaşayan bir kişide kanda HIV RNA (virüsün kandaki genetik materyali) bakıyoruz. Eğer altı ay boyunca HIV RNA kanda ölçülmeyecek düzeydeyse biz o kişinin korunmasız seks yaptığında bile virüsün geçmediğini biliyoruz.

Fakat bu kişilere yine de korunmada en önemli unsurlar olan prezervatif ve güvenli seks (tek eşlilik) kurallarına uymalarını öneriyoruz. Çünkü cinsel yoldan sadece HIV değil, sifiliz, gonore de bulaşabiliyor.

HIV’le yaşayan kişiler isterlerse doğal yoldan çocuk sahibi de olabilirler. Ama bunun için bir uzman kontrolünde olmaları gerekiyor.

Şüpheli bir temastan önce veya sonra HIV’in bulaşmasını önleyecek tedaviler var mı?

Çok yüksek risk grubundakiler için ‘temas öncesi profilaksi’ (PrEP) dediğimiz koruyucu bir uygulamaya başvurulabiliyor. Burada henüz HIV’le karşılaşmamış ama karşılaşma olasılığı yüksek olan kişilere HIV ilaçları başlanıyor. Dünyada yaygın olarak kullanılıyor. Ülkemizde de kullanan kişiler var ama henüz resmi bir politika haline gelmedi.

Bir de ‘temas sonrası profilaksi’ uygulamasından söz edeyim. Diyelim ki bir erkek, paralı bir seks işçisiyle korunmasız cinsel ilişkide bulundu. İlk 48-72 saat içinde o erkeğe dört hafta süreyle önleyici olarak HIV ilaçları başlanabilir. Tabii burada erkeğin birlikte olduğu kişinin yüksek risk grubunda ya da HIV’le yaşayan bir kişi olması gibi bazı koşullar var.

Dolayısıyla riskli davranışlarda bulunan bir kişi, beraber olduğu kişinin HIV’le yaşayan bir kişi olduğunu veya yüksek risk taşıdığını öğrendiyse mutlaka bir enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanına başvurmalı. Burada ilk 48-72 saat çok değerli, vakit kaybedilmemeli.

HIV’le yaşayan bir anneden bebeğine virüs bulaşabilir mi?

Bulaşabilir… Fakat etkili tedaviler ve profilaksi (önleyici tedavi) önlemleri sayesinde günümüzde bu bulaşma yolu neredeyse sıfıra düştü.

Gebe kalmadan önce durumunu bilen bir anne adayına zaten tedavi başlıyoruz. Elimizde bebeğe zararı olmayan ilaçlar var. Eğer anne adayı gebeliği sırasında HIV’i öğrenmişse yine biz hızlı bir şekilde tedavi başlıyoruz. Doğum zamanı geldiğinde virüsün kandaki düzeyini ölçülemeyecek noktaya getiriyoruz. Ayrıca doğum sırasında hem anneye hem de bebeğe ek koruyucu ilaçlar vererek virüsün bebeğe geçmesini önlüyoruz.

HIV’den korunmak için önerileriniz neler?

En önemli kurallar şunlar: Güvenli seks yapın. Prezervatif kullanın ve rastgele cinsel ilişkilerden kaçının.

Kesin tedaviye bir adım daha: AIDS’li maymunlar iyileştirildiKesin tedaviye bir adım daha: AIDS’li maymunlar iyileştirildi

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.