10 yıl temizliğe gittiği evlere artık diyetisyen olarak giriyor
“Manken hastalığı” olarak bilinen anoreksiya nervoza en ölümcül psikiyatrik bozukluk. Genellikle ergenlikte masum bir diyetle başlıyor ve diyet bir deri bir kemik kalana kadar sürüyor, bazen ölümle bitiyor. Prof. Dr. Başak Yücel’e anoreksiya hakkında merak edilenleri sorduk.
Aynada kendine bakarken sadece şişman birini gören ama gerçekte iskelete dönmüş genç bir kadını hayal edin. Tüm günü bir elmayla geçiriyor. Bazen onu bile yemiyor, aç kalıyor. Yakınlarının kilosuyla ilgili endişeleri önemsemiyor çünkü daha fazla kilo vermek, daha ince olmak istiyor. Kemikleri sayılmasına, ciddi sağlık sorunları yaşamasına rağmen zayıf kalmaya bu kadar takıntılı biçimde bağlı olmasının tıpta bir ismi var: Anoreksiya nervoza.
“Manken hastalığı” olarak bilinen anoreksiya nervoza, anormal derecede zayıf olma, kendini çarpık biçimde kilolu görme ve kilo almaktan aşırı korkma ile karakterize bir yeme bozukluğu. Sanıldığı gibi yeni bir sorun değil, ilk kez 150 yıl önce tanımlanıyor. Fakat günümüzde anoreksiyanın bir buçuk asır öncesine göre daha yaygın görüldüğü de yadsınamaz bir gerçek. Özellikle ergenler bugün her zamankinden daha fazla kiloları, bedenleri ve nasıl göründükleri konusunda endişeli. Bunda sosyal medyanın, dayatılan zayıf olma baskısının, akran ilişkilerinin etkisi büyük. Bir istatistiğe göre anoreksiya nervoza olan 15-19 yaş arasındaki genç kadın sayısı 1930’lardan bu yana her 10 yılda bir artıyor.
Peki anoreksiya nervozaya yatkın bir kişilik yapısı var mı? Kimlerde risk daha yüksek? Düşük kalorili diyetler hastalığın tetiğini çekebilir mi? Anoreksiyayı erkenden tanımanın ve önlem almanın yolu var mı? Aileler hangi konularda dikkatli olmalı? Hastaları bekleyen sağlık tehditleri neler? Kimler ayakta, kimler hastaneye yatırılarak tedavi edilmeli?
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Yeme Bozuklukları Programının kurucusu olan ve 20 yıldır bu görevi yürüten Prof. Dr. Başak Yücel’e bu soruları yönelttik. Türkiye’de yeme bozukluğu denince ilk akla gelen isimlerden olan Dr. Başak Yücel, söyleşiminiz bugünkü bölümünde anoreksiya nervozayı, yarın yayınlanacak bölümünde ise bulimiya nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğunu anlatıyor.
Kaç tür yeme bozukluğu var?
Çocukluk ve ergenlik çağında farklı birkaç tür daha bulunmakla birlikte, yetişkinler için üç ana başlıktan bahsedebiliriz. Bir, anoreksiya nervoza. İki, bulimiya nervoza. Üç, tıkınırcasına yeme bozukluğu. Bir de tanı kriterlerini tümüyle karşılamadığı için bu üç başlığın altına girmeyen gruplar var. Oldukça geniş yer kaplayan bu gruplar diğer (atipik) yeme bozuklukları olarak adlandırılıyor.
İsterseniz ilk olarak anoreksiya nervozanın ne olduğundan başlayalım…
Halk arasında daha çok “manken hastalığı” diye biliniyor. Aslında modern çağın hastalığı olarak görülse de ilk kez 1873’te tanımlanıyor. O zamanlar “sinirsel iştahsızlık” diye adlandırılıyor. Oysa biz gerçek anlamda bir iştahsızlık olmadığını biliyoruz. Anoreksiya nervoza’da amaç ince bir bedene sahip olma arzusudur. Bu amaç için de yemek yeme, bedenin şekli ve kilo aşırı derecede kontrol edilir.
Zayıf olmak hangi durumlarda anoreksiya sınırları içinde değerlendiriliyor?
Anoreksiya nervoza diyebilmek için üç ölçütümüz var. Öncelikle kişinin çok zayıf olması gerekiyor fakat zayıflık tanı için tek başına yeterli değil. Çünkü yapısal nedenlerle de zayıf olan bir sürü genç insan var, normal yemeklerini yiyorlar, bu kişilerin bedenleriyle bir alıp vermedikleri yok ama yine de kiloları düşük… Tanı için ikinci ölçütümüz şu: Zayıf olmasına rağmen kişi ya kendini kilolu görecek ya “Kilom normal” diyecek ya da çok zayıf olduğunu kabul edip buna rağmen kısıtlayıcı davranışlarını sürdürecek. Çok zayıfken kişinin kendini kilolu ya da normal görmesi bizim “beden imgesi bozukluğu” olarak adlandırdığımız bir durum ve anoreksiya nervozanın olmazsa olmazlarından biri. Anoreksiya nervozada üçüncü tanı ölçütümüz ise aşırı derecede kilo alma korkusu… Bu korku üç-beş kilo gibi düşünülmemeli, en ufak bir değişiklik bile bu kişiler için çok felaketleştirici biçimde algılanabiliyor.
Kadınlarda adet kesilmesi tanı kriterlerinden biri değil mi?
Yaklaşık 10 yıl önce saydığım üç kritere ilave olarak adet kesilmesi kriteri de vardı. Peş peşe üç ay boyunca kadının adetinin kesilmesi şartı aranıyordu. Adet kesilmesi anoreksiya nervozada önemli göstergelerden biri ama tanı koymak için kesinlikle olması gereken bir kriter değil artık…
Anoreksiya nervoza sık görülen bir yeme bozukluğu mu?
Neyse ki yeme bozuklukları arasında en az görüleni. Klasik bilgi olarak yüzde 0.1 ile 1 arasında değişen rakamlar veriliyor. Ülkeden ülkeye, yaş gruplarına, araştırmanın yöntemine göre sıklık değişiklik gösterebiliyor.
Anoreksiyanın bir başlangıç yaşı var mı?
Yeme bozuklukları içinde genellikle en erken başlayanı anoreksiya nervoza… Sıklıkla ergenlik belirtileriyle beraber patlak veriyor. Erken ergenlikte de orta ergenlikte de görülebiliyor. En sık görüldüğü yaş grupları 15-19 yaş arası. Ama 20’li yaşların sonunda hatta daha ileri yaş kadınlarda da ortaya çıkabiliyor.
Peki anoreksiya genellikle nasıl başlar, mesela belirli yaşam olayları bu yeme bozukluğunun tetiğini çekebilir mi?
Anoreksiya’da klasik başlangıç genellikle şöyledir: Çocuk sınava hazırlanıyordur, dersle ilgili yorucu bir sene geçirmiştir, oturarak çalıştığı için biraz kilo almıştır. Bu sürecin ardından “Sınava girme stresim bitti, artık başka okulda yeni bir çevrem olacak, kiloma çekidüzen vereyim” diye masum bir diyete başlar, ailesi de doğal olarak ona destek verir. Fakat “Birkaç kilo vereyim” diye başlanan diyet bir süre sonra “Daha fazla kilo vermeliyim” haline dönüşür. Burada iki önemli etkenden söz edebiliriz. Birincisi, dışarıdan “Çok güzel olmuşsun”, “Harika görünüyorsun” gibi pozitif pekiştiriciler kişinin “Devam etmeliyim” diye düşünmesine yol açar. İkincisi, kilo düşmeye başladıkça beyin bunu kontrol etmekte zorlanır ve diyet durdurulamaz noktaya gelir. “Kilomun biraz daha altını göreyim, daha iyi olacak” düşüncesiyle yavaş yavaş yiyecekler listeden çıkarılır, tüm günü bir elmayla idare etme ya da o günü aç geçirme gibi durumlar görülebilir.
Konuşmamızın başında anorektiklerin gerçek anlamda iştahsız olmadığını söylediniz. Yani iştahları yerinde ama yemek yeme isteğini sürekli bastırıyorlar mı?
Evet, öyle. Kronik bir enfeksiyonu ya da fiziksel bir hastalığı olan birinde gerçek bir iştahsızlık olur, kişi istese de yiyemez. Ama anoreksiyada böyle bir durum söz konusu değil.
Aslında ortalama bir insandan daha fazla yemek düşünür, canları çok yemek yemek ister ama kendilerine baskı uyguladıkları için yemezler. O yüzden de akılları hep yemekle meşguldür. Mesela çok güzel yemek tarifleri bilirler, yaşları küçük olsa bile mutfağa girer, lezzetli yemekler, tatlılar yaparlar. Ama yemez, yedirirler. Aile bireylerine, arkadaşlarına yedirmekten keyif alırlar. Oysa gerçek iştahsızlığı olan biri yemek kokusundan bile fena olur, mutfağa girmeyi düşünemez.
Anoreksiya nervoza yaşayanların mutfağa girmelerinin bazen bir amacı daha var: Annenin ya da yemek yapan kişinin yemeği nasıl hazırladığını kontrol etmek. “Yemeğin içine ne konuldu?”, “Yağ oranı fazla mı?”, “Karbonhidrat içeriği ne kadar?” gibi kilo almalarına yol açacaklarını düşündükleri süreçleri de denetlemek isterler. Söylediğim pek çok şeyden de anlaşılacağı üzere hastalığın merkezinde “kontrol” bulunur aslında.
Anoreksiya hastası kusar mı?
Anoreksiya’nın iki alt tipi var: Kısıtlayıcı tip ve kusan tip. Genellikle başlangıç, kısıtlayıcı tipte oluyor, daha sonra açlık uzadıkça ve vücut düşkün hale geldikçe arada kaçaklar olabiliyor. Mesela kişi o gün yalnızca bir elma yemeyi planladı ama kendini tutamadı ve elmanın yanında bir tane de gofret yedi ya da daha kontrolsüz tıkındı. Bu durumda kendini kusturabiliyor. Tabloya kusma eklense de kilo yine çok düşük oluyor. Kusmanın olduğu başka yeme bozuklukları da var ama onlarda bu kadar düşük kilo görülmüyor.
Bu arada kusan tip anoreksiya hastalarında kalorilerin tek telafi mekanizması kendini kusturmak değil, başka yöntemler de var. Örneğin tartıda daha düşük kiloları görmek için müshil ya da idrar söktürücü alabiliyorlar.
Kısıtlı tipin telafi mekanizmalarından biri de aşırı egzersiz… Mesela kişi incecik, artık bir deri bir kemik ama okulu uzak olmasına rağmen okuldan eve yürüyerek geliyor ya da evde devamlı temizlik yapıyor. Yani egzersizin ille de spor salonunda yapılması gerekmiyor, günlük yaşam içinde aktivite düzeyinin yüksek tutulması da bir yol olabiliyor.
Peki kilo konusunda kritik sınır nedir? Kaç kilonun altına düşünce artık sorun var demektir?
Genel bir kilo hesaplamasından ziyade o kişinin yaş, boy gibi özelliklerine göre kiloyu hesaplamak gerekiyor. Beden kitle endeksi bu konuda bize yol gösterici. Kiloyu boyun metre olarak karesine böldüğümüzde çıkan sayı beden kitle endeksini verir. Avrupalılar beden kitle endeksi değerlendirmesinde 17.5’in altını anoreksiya, Amerikalılar ise 17’nin altını hafif anoreksiya diye tanımlıyor. Beden kitle endeksi 15’lere, 13’lere hatta 10’lara kadar inen hastalarla karşılaşabiliyoruz.
Beden kitle endeksinin düşüklüğü bizim için bir şiddet göstergesi, hastalık ne kadar ağırsa sayı o kadar düşük oluyor. Zaten sayı ne kadar düşerse beynin fonksiyonları da o kadar bozuluyor. Yani muhakeme becerisi kaybediliyor. Sonuçları gösterip “Bak artık kemiklerin erimiş, organların çalışmıyor, beynin küçülmüş, kalbin küçücük kalmış” deseniz de hasta o sırada bunu muhakeme edecek durumda olmuyor. Kilosu düştükçe sizinle iş birliği de bozuluyor, söylediğiniz şeye uymuyor. Çocuk kilosunda olan genç kadınlarla çok sık karşılaşıyoruz. Örneğin 1.70 boyunda ama kilosu 40’a düşmüş ama hâlâ kendisini zayıf görmeyen ve yemeği reddeden çok sayıda hasta var.
Anoreksiya nervozanın sebepleri neler? Neden yemiyorlar?
En çok görülme nedeni daha zayıf olma arzusu. Bu istek her zaman net ifade edilmeyebilir, örneğin bedenin yalnızca belli bir bölümünden rahatsızlık duyulabilir. “Kalçalarım büyük, kollarım kalın. Onları inceltmek için biraz kilo vereyim” diye yola çıkılabilir. Bazen şöyle durumlar da görülebilir: “Ben kilo verdiğimi fark etmedim çünkü çok çalışıyordum, yemeğe vaktim kalmıyordu. Bir baktım zayıflamışım. Sonra bu durum hoşuma gitti, biraz daha devam edeyim dedim.” Yani kısıtlı yemek yemeği baştan seçmeyen, ortaya çıkan durumdan memnun kalıp kısıtlı diyete devam eden hastalar da olabiliyor.
Bazen de ergenlik döneminde stres ya da büyüyen bedene uyum sağlamanın zor olması gibi sebeplerle hafif kilo alımları görülebilir. Kısıtlı yeme, ergenlikte kiloyu kontrol etmek için bir yol olarak seçilebilir. Anoreksiya nervoza genellikle bedenle ilgili bir memnuniyetsizlik, değişim isteği veya rol çatışmaları gibi sebeplerle ortaya çıkar. Buraya kadar anlattıklarım işin dışarıdan görünen kısmı. Bir de anoreksiyanın oluşmasına katkı sunan bazı faktörler var. Psikiyatrik hastalıkların çoğunda olduğu gibi anoreksiya nervoza da çok faktörlü, yani tek bir nedenden söz etmemiz çok zor. Örneğin “Güzelleşmek için bunu yapıyor” şeklinde tek bir sebep öne süremiyoruz. Biyolojik, psikolojik ve sosyal olmak üzere çeşitli faktörler hastalığın ortaya çıkmasından sorumlu olabiliyor.
Biyolojik, psikolojik ve sosyal sebepleri biraz daha açmanız mümkün mü?
Örneğin biyolojik bir yüke sahipseniz yani ailenizde yeme bozukluğu varsa sizde yeme bozukluğu ihtimali beş kat daha yüksek.
Psikolojik faktörler arasında ilkokul öncesi anne-çocuk ilişkisindeki bazı zorlukları sayabiliriz. Kusan tipteki yeme bozukluklarının çocukluk döneminde istismar yaşantıları olabilir. Ayrıca yeme bozukluğuna daha yatkın mizaç özelliklerinden de söz edebiliriz. Mesela mükemmeliyetçi, obsesif nitelikler, özellikle kısıtlayıcı tip anoreksiya nervozaya yatkın bir temel oluşturabilir.
Sosyal sebeplere gelince… Akran ilişkilerinin, medya ve sosyal medyanın etkisi anoreksiyada büyük. Eskiden televizyon ve dergiler yeme bozukluğu gelişiminde risk etkenlerinden biriydi, artık sosyal medya daha ön plana çıkıyor. Sosyal medya ne yazık ki bu çocukların kendi bedenlerinden hoşnutsuz olmasına, özgüven kaybına yol açarak yeme bozukluğunun ortaya çıkışını hızlandırabiliyor veya sürdürücü faktörler arasında yer alabiliyor. Ayrıca gençler akranlarının alayı ve baskısına da sosyal medyada daha fazla maruz kalıyorlar.
Bir de şunu söyleyeyim. Araştırmalara göre kilo meselesi artık iki uca kayıyor. Bir uçta bedeni daha fazla inceltme çabası olan gençler, bir uçta da çocukluktan itibaren obeziteden mustarip gençler var. Ayrıca anoreksiyası olanların neredeyse üçte birinin çocukluk döneminde obezite hikayesi tespit edilmiş. Yani çocukluk obezitesi, anoreksiya için tetikleyici bir faktör.
Çok düşük kalorili diyetler yeme bozukluklarını tetikleyebilir mi?
Evet, tetikleyebilir, bu bilgi araştırmalarla kanıtlandı. Katı diyet yapmak, o diyeti uyguladığınız dönemin hemen ardından ya da daha ileriki bir dönemde yeme bozukluğu geliştirme riskinizi artırıyor. Bu arada vücudun belli besinlere ihtiyacı olduğu büyüme-gelişme çağında yapılan vejetaryen ya da vegan beslenme konusunda da dikkatli olmak gerekir. İdeolojik kısmına, düşünce ve hayat tarzı şekline saygı duymakla beraber, bir kısım yeme bozukluğu hastamız başlangıçta önce vejetaryen, sonra vegan beslendiklerini ifade ediyorlar.
Bir de bazen şöyle durumlarla karşılaşıyoruz: Diyelim ki kişi karbonhidrat ve protein kaynaklarının çok kısıtlandığı bir diyet uyguluyor. Bu kişi “Çünkü çok sağlıklı”, “Doğru olan böyle beslenmek” gibi bir gerekçe bulup bu gerekçeyi arka plandaki çok zayıf olma arzusunu gizlemek için kullanabiliyor.
Son olarak ortoreksiya diye bilinen aşırı derecede sağlıklı beslenmeye bağlı olma hali de başka bir yeme bozukluğunun giriş bölümü olabilir. Katı diyetlerle ilgili söz ettiğim bütün durumların yeme bozukluğu olup olmadığını ancak o kişiyle konuşup psikiyatrik açıdan değerlendirip anlayabiliriz.
Anoreksiya nervoza ölümcül olabilir mi?
Evet, olabilir. Hatta psikiyatrik hastalıklar içinde ölüm oranı en yüksek olan grup anoreksiya nervozadır. Psikiyatrik hastalarda intihar dışında ölüm, hastalığın doğrudan sonucu olarak beklediğimiz bir şey değil. Ama anoreksiyada, bazen de bulimiyada doğrudan hastalığa bağlı ölüm görülüyor. Çünkü tıbbi olarak bir eşik aşıldıktan sonra yeme bozukluğu kontrolden çıkıyor. O noktadan sonra da hastanın iç görüsü yani hasta olduğunu fark etme ve kabul etme yetisi de kayboluyor. Nörobiyolojik çalışmalar, anoreksiyanın aslında bir beyin hastalığı olduğunun işaretini veriyor ve beyinde bazı değişiklikler olduğunu gösteriyor. Bir aşamadan sonra doğru karar verme, muhakeme, kendini koruma becerileri kalmıyor ve kişinin sağlığı hızla bozuluyor. Bütün bunların üstüne hasta bir de tedaviye yanaşmıyor.
Hasta iş birliği yapmazsa sizin yardım etme şansınız olmuyor ve vücuttaki bir sürü denge bozuluyor. Mesela vücut açlık çektiği için kendini yavaşlatıyor, soğutuyor, tansiyonu ve nabzı düşürüyor. Pek çok organda sorun başlıyor: Cilt kuruyor, saç dökülüyor, adet kesiliyor, yumurtalıklar tamamen uykuya yatıyor, kabızlık oluyor, dişler hasar görüyor… Kusan hastalarda yemek borusu yırtıkları gelişebiliyor, bazen hastalar bu durumu “Boğazımdan kan geldi” diye tarif ediyor.
Anoreksiyası olan çocuklarda kemik erimesi ve buna bağlı kırıklar görülebiliyor. Kalpte ciddi ritim bozuklukları ortaya çıkıyor. Kalp kası da diğer çizgili kaslarla birlikte eriyebilir ve doğru dürüst kan pompalayamaz hale gelebilir. Bir aşamadan sonra kalp küçücük kalabilir ve bizim “damla kalp” dediğimiz bir tablo ortaya çıkabilir. Özellikle kusma tipi anoreksiyası olanlarda elektrolitlerin de bozulmasıyla kalp aniden durabilir. Kişi yemek yemeyi reddettikçe açlığın sonucu olarak birçok organda etkilenme ve buna bağlı ölüm ortaya çıkabilir. İyi örgütlenmiş kliniklerde bile anoreksiya hastalarında ölüm oranı, aynı yaş grubundaki kişilere kıyasla beş-altı kat daha yüksek.
Anoreksiya hastaları yatırılarak mı tedavi edilmek zorunda?
Hastalık ağırlaştıkça bir noktadan sonra hasta ile iş birliği mümkün olmuyor. O nedenle biz beden kitle endeksi 15’in altına düşünce “Yatış sınırına geldik” diye düşünürüz. Zaten kılavuzlar da bu görüşte uzlaşıyor. Fakat beden kitle endeksi 15’in üzerindeyse ve hasta iş birliği yapıyorsa yoğun tedavi vermek kaydıyla yani hastayı haftada en az bir kez görerek tedavi ayaktan sürdürülebiliyor. Ortak çalıştığınız bir iç hastalıkları uzmanı, hastanın yaşı küçükse bir çocuk hastalıkları uzmanı, bu konuda uzmanlaşmış bir beslenme uzmanı ile birlikte hastayı takip etmek uygun olur.
Yatışı yapılan hastalar psikiyatri servisinde mi takip ediliyor?
Durumu çok kritik olan hastalar önce dahiliye servisinde yatırılıp durumu biraz düzeltilir ama sonrasında mutlaka psikiyatri servisinde takip edilir. Psikiyatri servisinde hasta, planlanmış öğünlerle beslenir ve başında mutlaka bu konuda eğitim almış kişiler olur. Hasta biraz toparlandıktan sonra bireysel ya da grup terapileri de devreye girer. Ama önceliğimiz hastayı beslemek… Hastayı beslemezseniz diğer tedavilerin anlamı yok. Araştırmalar, çok düşük kilolarda sistematik psikoterapilerin etkisinin olmadığını gösteriyor. Tedavi kılavuzlarında birinci adım doğru beslenmenin sağlanması ve sağlıklı kiloya ulaşılması…
Peki zorla bir hastanın yatışı yapılabilir mi?
Hayati tehlike oluştuğunda ailenin de talebiyle hasta mecburen yatırılıyor ve hayati fonksiyonları düzeltilmeye çalışılıyor. Diğer zorunlu yatışlarda olduğu gibi bazı durumlarda anoreksiyanın yatışında da gerekli hukuki işlemleri yapıyoruz. Fakat yattıktan sonra hiç iş birliği yapmayan bir hastayı mecburen çıkarıyoruz. Zorla yatırıp son derece mutlu çıkan hastalarımız olduğu gibi, çok reddedici olup hiç sonuç alamadıklarımız da oluyor.
Kilo artışı yavaş yavaş mı oluyor?
Evet, yavaş yavaş… En başta ‘kuş gibi’ azar azar ve sık sık yedirme planı uygulanıyor. Bazen “Kilo alsın” diye hastaya korkudan birden yüklenilebiliyor. O zaman “yeniden besleme sendromu” dediğimiz, ağır vakalarda ölümcül olan bir tablo görülebilir. Bu nedenle yeme planını çok hesaplı kitaplı yapmak gerekli. Bu noktada iyi bir ekiple çalışmak bir avantaj sağlar.
Peki hasta zorla mı besleniyor?
Hayır, davranışçı yöntemleri kullanarak hastayla bazı anlaşmalar yapıyoruz. Mesafe kat edildiğinde cep telefonunu, bilgisayarını vermek gibi ödüllendirme yöntemlerinden yararlanıyoruz, ilerleyemediğinde de bazı kısıtlamalar getirebiliyoruz.
Tam düzelme şansı yüksek mi?
Tedavinin ardından beş yıllık sonuçlar genel olarak şöyle özetlenebilir: Hastaların yüzde 50’si tam düzelme gösteriyor. Yaklaşık yüzde 30’luk hasta grubu kısmi düzelme gösteriyor. Yani ağır belirtileri ortadan kalkmış ama hâlâ “Biraz daha zayıf olsam” diye uğraşıyor ya da kilo alma korkuları devam ediyor. Yaklaşık yüzde 20’lik bölümde hastalık olduğu gibi kalıyor, iyileşme olmuyor. Ergenlerde sonuçlar biraz daha iyi. Bu arada ergenlerle çalışılıyorsa aileyi mutlaka tedavi sürecine sokmak lazım. Yetişkinlerde aile birebir tedavinin içinde olmak zorunda değil. Fakat ergenlerde ailesiz olmuyor, aile temelli terapiler oldukça iyi sonuçlar veriyor. “Aile evde çocuğa nasıl yaklaşacak?”, “Beslenmeyi nasıl sağlayacak?”, “Mümkünse çocuğu yatırmadan bu iş nasıl hallolacak?”, “Evde anne baba yemek yemeyi nasıl eksiksiz oturtacak? Tedavi sürecinde bu soruların yanıtları aileyle birlikte bulunuyor.
Tedavinin erken başlaması başarı şansını artırıyor mu?
Kesinlikle… Tedaviye ne kadar erken başlarsanız hastalığın beyinde kalıcı değişiklik oluşturma riskini ya da zihinsel etkilerin yerleşme ihtimalini azaltmış olursunuz. Bu sonuca ulaşan çok sayıda tekrarlayan çalışma var.
Anoreksiya başka bir yeme bozukluğuna dönüşebilir mi?
Hastaların bir kısmı bulimiya ya da başka bir atipik yeme bozukluğuna geçiş gösterebilir.