Bilimkurgu karakteri gibi: Karşınızda keşfedilen yeni deniz canlısı Promachocrinus fragarius, yani çilek
Tüm dünya içtiği sudan yediği ete, kullandığı şampuandan giydiği kıyafete kadar her gün küçük plastik parçalarına maruz kalıyor. Türkiye’deki durum daha da vahim: Avrupa’nın plastik çöplüğüyüz. Peki mikroplastiklerin çevreye ve sağlığa maliyeti ne?
Mikroplastik 5 milimetreden küçük plastik parçaları tanımlamak için kullanılan bir terim. Plastik atıklar nedeniyle her geçen gün doğada daha fazla yaygınlaşıyor. İlk çalışmalar okyanuslar üzerindeki mikroplastik kirliliği üzerine yoğunlaşmıştı. Ama giderek artan sayıda çalışma mikroplastiğin havayı, toprağı hatta vücudumuzu da kirlettiğini gösteriyor.
Önce okyanuslardaki mikroplastik kirliliğini anlatarak başlayalım. Her yıl yaklaşık 19-23 milyon ton plastik okyanuslara karışıyor. Bir filin ortalama 6 ton olduğunu düşünürsek her yıl yaklaşık 3 milyon 800 bin fil ağırlığında plastiği okyanuslara döküyoruz. Acil önlem alınmazsa bu miktar 20 yıl içinde üç katına çıkacak. Dünyanın en derin noktası (yaklaşık 11 km) olarak kabul edilen Pasifik Okyanusu’ndaki Marina Çukuru’nda bile mikroplastik tespit edildi. Peki okyanus ve denizlere ulaşan plastiklere ne oluyor? Su, tuz ve güneş onları yok ediyor mu? Cevap: Hayır! Plastikler neredeyse ölümsüz bir malzeme, doğadan kaybolmuyor ve trilyonlarca küçük plastik parçasına dönüşüyor. Bu noktada gelin 2016 yapımı “A Plastic Ocean” belgeseline bakalım.
A Plastic Ocean belgeselinin senaristi ve yapımcısı gazeteci Craig Leeson 1 saat 40 dakikalık belgeselin 27’nci dakikasında şunları söylüyor: “Okyanus yüzeyindeki küçük plastik parçaları daha büyük parçalardan geliyor. Güneşin ultraviyole ışığı, okyanus dalgası hareketi ve tuz, plastikleri mikroplastik adı verilen daha küçük parçalara ayırıyor. Mikroplastiklerin pürüzlü, çukurlu yüzeyleri vardır. Sanayi ve tarımdan kaynaklanan su bazlı kimyasallar mikroplastiklere yapışarak onları zehirli haplar haline getiriyor.”
“A Plastic Ocean”da görüşlerine başvurulan bilim insanları, boyutları değişen bu “küçük zehirli hapların” balinalardan planktonlara kadar bütün deniz canlıları hatta su kuşları tarafından nasıl yutulduğunu anlatıyor. Bu konuda en çarpıcı sahnelerden biri belgeselin 47’nci dakikasında: Araştırmacı Jeniffer Lavers bir deniz kuşunun midesinde 234 parça plastik buluyor. Daha önce 276 parça bulduğu da olmuş. Bu miktar biz insanların midesinde 6-8 kilo plastiğe (12 pizzaya) eşdeğer.
Balıklardaki çalışmalar vahim
Artık mikroplastiklerin hücreler arasındaki zarları geçme yeteneğine sahip olduğuna ve balıkların beyinlerinde birikebildiğine dair şüpheye yer yok. 2018’de yapılan bir çalışmada mikroplastiklere maruz kalan balıkların daha düşük büyüme ve üreme seviyelerine sahip olduğu gösterildi.
2020’de Avustralya’daki James Cook Üniversitesi’nde yapılan bir başka çalışma, mikroplastiklerin balıkların davranışlarını değiştirdiğini, mikroplastiğe daha fazla maruz kalan balıkların daha fazla risk aldığını ve sonuç olarak daha genç öldüğünü belirledi.
2023’teki bir başka çalışmada da plastik tüketiminin deniz kuşları üzerindeki etkisi incelendi ve şu sonuca ulaşıldı: Plastiklerin yutulmasından kaynaklanan bağırsak sistemindeki yara izleri, kuşların enfeksiyona ve parazitlere karşı daha savunmasız hale gelmesine neden oldu. Yara izleri ayrıca yiyecekleri sindirme ve belirli vitaminlerin emilim kapasitesine de zarar verdi.
Toprak, okyanustan daha kirli
Uzmanlara göre en fazla çalışma okyanuslarda yapıldığı için mikroplastik kirliliğinin okyanuslarda daha yoğun olduğuna dair yanlış bir bilgi var. Oysa araştırmalardan toprağın daha kirli olduğuna dair veriler alınıyor. Bilim insanları Everest’in zirvesinde ve Kuzey Kutbu’nda bile mikroplastik buldu.
Peki insanları nasıl etkiliyor?
Son yıllardaki çalışmalar mikroplastiklerin doğayı kirletmekle ve diğer canlıları öldürmekle kalmadığını, insanların da kirlilikten payına düşeni aldığını gösteriyor. Şu ana kadar vücudumuzun birçok organında plastik tespit edildi. Ciğerlerimizde, bağırsaklarımızda, kanımızda, böbreklerimizde ve karaciğerimizde mikroplastik var. Araştırmacılar anne sütünde ve anne karnındaki bebeğin plesantasında bile mikroplastik buldu. Mikroplastiklerin henüz bize ne yaptığını tam olarak bilmiyoruz çünkü onların yeni farkına vardık. Dolayısıyla insan sağlığı konusundaki çalışmalar henüz emekleme aşamasında. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2022 raporunda vurguladığı gibi mevcut teknolojiler, araştırmacıların nüfus düzeyindeki mikroplastik maruziyetlerini veya bu parçacıkların ne kadarının vücudumuzda kaldığını ölçmesine olanak vermiyor.
Öte yandan mikroplastikler konusundaki bilgi dağarcığımız gün geçtikçe artıyor. Örneğin yeni yayınlanan bir çalışma, küçük polistiren (bir plastik hammadde türü) parçacıklarının Parkinson’da rol oynayan bir proteinin kümelenmesini teşvik edebileceğini gösteriyor.
İnsan biyolojisini etkilediğini gösteren veriler arttı
Harvard Tıp Fakültesi’nin dergisi Harvard Medicine’nın Nisan 2023 sayısında çevresel epigenetik profesörü Bernando Lemos, “Çok fazla bilinmeyen var. Ancak mikroplastiklerin insan biyolojisini etkilediğini gösteren daha fazla veri görüyoruz” diyor. Aynı yazının devamında şu cümleler yer alıyor: “Hücre kültürleri, deniz yaban hayatı ve hayvan modellerinde yapılan çalışmalar, mikroplastiklerin oksidatif hasara, DNA hasarına ve gen aktivitesinde değişikliklere yani kanser gelişimi açısından bilinen risklere neden olabileceğini gösteriyor. Anne sütünde ve bebeğin ilk dışkısı olan mekonyumda mikroplastikler tespit edildi. Farelerde yapılan birkaç araştırmada sperm sayısı ve kalitesinde azalma, yumurtalıklarda yara izi ve yavrularda metabolik bozukluklar gibi üreme etkileri bulundu.”
Türkiye, Avrupa’nın plastik çöplüğü
Bilim dünyası mikroplastiklerin tehlikeleri konusunda her geçen gün yeni bulgular elde ederken Türkiye’nin plastik atıklar konusunda durumu içler acısı. Poşetleri paralı hale getirmek dışında hiçbir önlem yok. Dahası Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) Kasım 2023’te yayınladığı sonuçlara göre, Türkiye 2022’de Avrupa Birliği’nden en fazla plastik atık ithal eden ülke oldu. Hatta ithal edilen plastik çöplere Adana Seyhan Nehri boyunca ve denizin bazı bölgelerinde de rastlandı.
Türkiye’nin mikroplastik karnesinin kötü olduğunu kanıtlayan yakın tarihli bir çalışmadan da söz edelim. Türk bilim insanları, Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde toprakta yaptığı ve Şubat 2024’te yayınladığı bir çalışmada özellikle tarımsal topraklarda çok ciddi miktarda mikroplastik olduğunu belirledi.
Göremeyebiliriz ama her yerdeler
İçtiğimiz suda, yediğimiz yiyeceklerde, dişlerimizi fırçaladığımız diş macununda, giydiğimiz kıyafetlerde, solduğumuz havada görmesek de her yerde ama her yerde mikroplastik var. Uzmanlara göre mikroplastiklerin yaygınlığı nedeniyle insanlar yediği yemek, soluduğu hava ve içtiği suyla endişe verici boyutlarda mikroplastik alıyor. Bu noktada bilim insanları plastik alımının sadece deniz canlıları ve su kuşları için değil, diğer türler için de bir tehlike oluşturabileceği konusunda hemfikir. Onlardan biri de Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Temel Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu. Uzun yıllardır mikroplastikler konusunda çalışan Dr. Gündoğdu’ya merak edilenleri sordum.
Mikroplastik kirliliğinin ciddi bir sorun olduğu ilk ne zaman fark edildi?
Yakın dönemde… İlk kez 2000’li yılların başında yapılan bir çalışmada mikroplastik kirliliğinden bahsediliyor. Ama ondan önce plastiklerin olduğu kirlilik 1970’lerde Atlas Okyanusu içerisinde yer alan Sargosso Denizi’nde keşfediliyor. Hatta 1979 yılında Lübnan kıyılarından, 1987 yılında da İskenderun ve Mersin Körfezi’nden rapor edilen plastik kirliliği çalışmaları var.
Plastik hep hayatımızda varmış gibi düşünüyoruz ama aslında genç bir malzeme, değil mi?
Kesinlikle… 120 yıl önce keşfedildi. Yaygın olarak hayatımıza girişi de 1950’lerde başladı. Başlarda poşet ve pet şişe yapımında sık kullanıldı. Daha sonra kelimenin tam anlamıyla tüm dünyayı işgal etti. Artık hayatımızın her alanında plastik kullanılıyor ve ona alternatif bir malzeme yok neredeyse.
Mikroplastik, plastiğin zaman içinde parçalanmasıyla mı oluşuyor?
Doğadaki, özellikle denizlerdeki mikroplastiklerin yüzde 90’a yakını başka plastiklerin parçalanmasıyla oluşuyor. Bunlara ikincil mikroplastik deniyor. Bir de kişisel bakım, kozmetik, tekstil ve temizlik malzemelerinde kullanılmak için üretilen mikroplastikler var. Bunlara da birincil miktoplastik adı veriliyor.
Mikroplastik kirliliği en fazla denizlerde ve su kaynaklarında mı var?
En çok çalışma bu alanlarda yapılmış demek daha doğru. Ama aslında yapılan tahminlere göre toprakta daha fazla kirlilik var. Artan çalışma sayısı da bu tahmini doğruluyor.
Peki mikroplastik kirliliğin kaynakları neler? Denizlere ve toprağa mikroplastikler nasıl ulaşıyor?
İlk sırada tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerin sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle de tekstil ve araba lastiklerinin ciddi bir mikroplastik kirliliği kaynağı olduğunu vurgulayalım.
Tabii insanların çöpünü sağa sola attığı, atık yönetimi altyapısının olmadığı ülkelerde mikroplastik sorununa daha fazla rastlanıyor. Altyapısı iyi olan ülkeler de çöplerini başka ülkelere gönderiyor. Haliyle temel kirlilik kaynağı, insanın tüketim davranışları ve aşırı plastik üretimi. Siz istediğiniz kadar iyi atık yönetimi altyapısına sahip olun, en nihayetinde plastik geri dönüşümü çok zor olan bir malzeme. Dolayısıyla bunlar çöp olarak doğada kalıyor. Mesela Türkiye’de belediye çöplerinin yüzde 90’ı düzenli çöp depolama sahalarında gömülüyor.
Plastik atıkların doğadan kaybolma süresi nedir?
Verilen 400 yıl gibi sayıların bir anlamı yok. Plastikler doğada yok olmuyor, sonsuza kadar kalıyor. Mikro, nano ve kimyasal formlarda doğada varlıklarını sürdürüyorlar.
Araştırmalar, mikroplastiklerin çevreye ve insan sağlığına etkileri konusunda bize ne söylüyor?
Bir kere mikroplastikleri geri toplayamıyorsunuz. Doğada sonsuza kadar kalıyor. İkincisi mikroplastikler çevredeki kirleticileri bir noktadan alıp başka bir noktaya taşıyor. Örneğin bir yerde ağır metal kirliliği varsa mikroplastikler o ağır metalleri bünyelerine alıp akıntılarla beraber başka yerlere götürüyor. Mikroplastikler ayrıca sucul ortamdaki bakterileri bir noktadan başka bir yere taşıyabiliyor. Mesela mercanların beyazlamasına neden olan bir hastalığın mikroplastiklerle taşındığı tahmin ediliyor.
Bir de tabii plastiklerin içinde 3 bin 500’den fazla kimyasal bulunuyor ve bunların hormon bozucu, kanser yapıcı, üremeyi bozucu etkileri var. Mikroplastiklerde de bu kimyasalların olduğunu düşündüğümüzde hem insanlarda hem de hayvanlar ve diğer canlılarda ciddi bir sağlık tehdidi yarattığını söylemek mümkün. Çalışmalar, bakteriden kuşa kadar bütün canlıların mikroplastiklerden bir şekilde etkilendiğini ortaya koyuyor.
Bazı çalışmalar plastiklerdeki kimyasallarla kanser, Alzheimer, Parkinson, otizm gibi rahatsızlıklar arasında ilişki olduğunu öne sürüyor. Bazı araştırmacılar, mikroplastiklerin gençlerde kolon kanseri, Crohn hastalığı ve ülseratif kolit gibi iltihaplı bağırsak hastalıklarındaki artışın mikroplastiklerle ilişkili olabileceğini savunuyor.
Ayrıca bugün plastiklerin içerisindeki bazı kimyasalların (mesela BPA) östrojen hormonu taklidi yaptığını, dolayısıyla hormonal dengeyi de bozduğunu biliyoruz. Mikroplastiği sadece tek bir malzeme olarak değil, içindeki yüzlerce madde ve kimyasalla birlikte düşünmek lazım. Literatür, plastiklerde bulunan bu maddelerin sağlığımıza zarar verebileceğini gösteriyor.
Pasifik Okyanusu’nda plastik birikintilerini temizlemek için kâr amacı gütmeyen The Ocean Cleanup’ın bazı çalışmaları var. Siz bu çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu çöp birikintileri “Pasifik’te çöp adası oluştu” şeklinde basına yansıyor ama gerçekte somut olarak bir ada yok. Çöp adası bir metafor. Gerçekte su yüzeyinde veya altındaki plastikler, akıntıların etkisiyle bazen bir araya gelip metreler boyunca uzanıyor. Bazen de bu birikintiler akıntıların etkisiyle dağılıyor hatta kıyıya vuruyor.
Aynı görüntüler Akdeniz’de de var. Örneğin İskenderun ve Mersin körfezlerinde de dönem dönem benzer görüntüler oluşuyor.
Plastikleri okyanustan temizleme konusuna gelince… Ne yazık ki temizleme çalışmaları beyhude bir çaba. Ayrıca denizdeki canlılar için zararlı. Çünkü plastiklerle birlikte denizdeki canlılar da toplanıyor. Bazı canlılar, plastikleri yüzen malzeme olarak algılayıp onlara tutunabiliyor. Dolayısıyla zaten açık okyanuslarda tek verimli bölge, okyanusun yüzey tabakası olduğu için çöpleri toplarken yüzeydeki o canlılığı da alıyorsunuz.
Ayrıca toplamanın maliyeti de çok fazla. Plastik üretimini azaltmamak için çoğunlukla şirketlerin fonladığı işler bunlar. Üretimi azaltmazsanız çöpü toplamanın da bir anlamı yok. Çünkü yeni çöpler kısa süre sonra yeniden okyanusa ulaşacak. Ayrıca yüzeydeki çöpler buzdağının görünen kısmı. Çalışmalar okyanusun altının çok daha kötü olduğunu gösteriyor.
Denizlerdeki mikroplastik kirliliğinin müsilaj oluşumunda etkisi var mı?
Tek başına sebep değil. Ama plastik kirleticilerinin olduğu yerde müsilaj gibi problemlerimiz de olur.
Peki mikroplastikler insanların yaşam alanlarında en fazla nerelerde bulunuyor?
En çok tekstil ürünlerinde… Neredeyse yüzde 99’u mikroplastik içeriyor. Evinizi elektrik süpürgesiyle temizlediğinizde haznede biriken tozun yüzde 60’a yakının mikroplastikten oluştuğunu söyleyebiliriz. Plastik, banyoda da çok kullanılıyor. Kişisel bakım ürünlerinin bütün ambalajları ve içerikleri büyük oranda plastik içeriyor. Diş fırçanızdan üzerine sürdüğünüz macuna kadar her şeyde var.
Silikon mutfak gereçleri mikroplastik içeriyor mu?
Silikon da plastik bir malzeme ama diğer plastiklere göre daha masum.
Peki bir plastiğin BPA’sız olması güvenli olduğu anlamına mı gelir?
Hayır, gelmez. BPA yoksa bu kez yerine BPS, BPB gibi farklı bisfenol çeşitleri konabilir. Sadece BPA konuşuluyor ama diğer kimyasallardan kimse söz etmiyor. Dolayısıyla BPA olmaması bir şeydir ama en nihayetinde başka bir bisfenol içermediğini garanti etmiyor.
Plastiği sınırlayan ya da yasaklayan ülkeler var mı?
Avrupa Birliği ülkelerinde tek kullanımlık plastikler ve kişisel bakım ürünlerine mikroplastik eklemek yasak. İngiltere’de 1 Ekim 2023’te tek kullanımlık çatal, kaşık, bıçak, tabak ve strafor tepsi kullanımı yasağı başladı. Kenya’da ve ABD’nin bazı eyaletlerinde tek kullanımlık plastik poşetlere yasak getirildi.
Tabii tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması yetmiyor. Ambalajlar da tek kullanımlık ama kimse onlar için bir önlem almıyor. En nihayetinde devasa bir plastik sorunuyla yine karşı karşıya kalıyoruz.
Plastik kirliliği global bir sorun ama bu işte en fazla sorumluluğu olan ülkeler hangileri?
Gelişmiş ülkeler… Amerika, İngiltere, Kanada, Çin, Japonya… Tabii asıl sorumlular petrol üreten ülkeler. Çünkü plastiğin önemli bir kısmı petrolden üretiliyor.
Peki ülkemizde mikroplastik kirliliği konusunda durum nedir? Ülkemizin denizlerini, su kaynaklarını ve toprağını inceleyen mikroplastik çalışmaları ne söylüyor? Sizin de özellikle deniz ürünleri, konserveler, gıda katkı maddeleri ve tuzda mikroplastik oranlarıyla ilgili araştırmalarınız var. Ne buldunuz?
Benim yaptıklarım da dahil tüm çalışmalar şunu söylüyor: Türkiye’de çok ciddi bir mikroplastik kirliliği var. Çünkü ülkemizde buna dair hiçbir önleyici tedbir, düzenleme yok. Mesela plastik doğrama tahtaları çok önemli bir mikroplastik kaynağı. Restoranda plastik doğrama tahtaları üzerinde hazırlanmış yiyecekleri yiyen herkes plastik tüketiyor. Bunun yanı sıra hemen hemen bütün gıda maddelerinde plastikle temas söz konusu. Ekmekten sebze-meyveye, etten peynire kadar. Bu tabii tüm dünyanın sorunu ama Türkiye’nin durumu denizler açısından daha vahim. Akdeniz’in en kirli sahilleri Türkiye’de.
Topraklarımıza gelince… Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgesi’nde toprakta yaptığımız bir çalışmada tarımsal ve kentsel arazi kullanımlarını temsil eden 55 toprak örneğini (44 tarımsal ve 11 kentsel) inceledik. Özellikle tarımsal topraklarda ne yazık ki çok ciddi miktarda mikroplastik olduğunu gördük. Örtü altı yetiştiriciliği yapılan topraklarda çok fazla mikroplastik birikimi oluyor. Çünkü tarımsal plastikler güneşe çok fazla maruz kalıyor. Bu da onları mikroplastiklere kolayca dönüşen malzemeler haline getiriyor. Zaten mikroplastikler de toplanamıyor.
Siz bir çalışmanızda midyede de mikroplastik buldunuz. Risk sıralaması yaptığınızda mikroplastik açısından balık mı midye mi daha fazla tehlikeli?
İnsan sağlığı için bir risk sıralaması yapacaksam listenin başında deniz ürünleri değil, pet şişeden su içmek olur. Kimsenin pet şişeden ya da damacanadan su içmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bana sorarsanız plastik ambalajlı hiçbir gıda tüketilmemeli. Bunlar, deniz ürünleri tüketmekten daha riskli. Ancak plastik ambalaj neredeyse tüm gıda tedarik zincirini işgal etiği için ne yazık ki bundan kurtulmak kolay değil.
Bir de yemek hazırlarken bazıları tek kullanımlık plastik eldivenler kullanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yine yemeğinize mikroplastik teması olacağı için önermiyorum. Aslında o kadar çok mikroplastik bombardımanı altındayız ki… Kullandığımız kettledan mikrodalga fırına kadar. O nedenle bir de maruziyeti eldivenle artırmamak lazım. Mesela mikrodalga fırına koyduğunuz plastikler çok ciddi kimyasal yayıyorlar. Yine bebekler için biberon da önemli bir mikroplastik kaynağı. Siz biberonları kaynatarak sterilize ettiğinizde sıcaklık maruziyeti plastiklerin parçalanmasına yol açıyor, dolayısıyla daha fazla mikroplastik açığa çıkıyor.
Sıcak, plastikler için özellikle bir risk faktörü. Mesela yazın güneş altında bekletilmiş pet şişelerdeki suya daha fazla mikroplastik geçer.
Peki yaşam alanlarımızdaki mikroplastik maruziyetini azaltmak için neler yapabiliriz?
Dört bir yanımızın plastikle kuşatıldığını düşünürsek kişisel olarak yapabileceğimiz şeyler sorunu çözmeyecek. Dolayısıyla hükümetlerin önlem alması, politika üretmesi gerekiyor. Plastik üretimi sınırlanmadığı, çeşmenizden içme suyu akmadığı sürece alacağınız önlemler yetersiz kalacaktır. O nedenle özellikle çeşmeden içilebilir su talebinin sesli olarak dillendirilmesi lazım. Bir pet şişenin içinde yüzbinlerce mikroplastik olabiliyor.
Markete gittiğinizde her şeyin plastik ambalajda olduğunu göreceksiniz. Biz kendi bez torbamızı götürsek de çok fazla değiştirebileceğimiz bir şey yok ne yazık ki… Geçenlerde mesela markete gittiğimde kasap reyonundaki görevlinin eti streç filme sarıp öyle kestiğini gördüm. “Neden böyle yapıyorsun?” diye sorduğumda da “Ne sakıncası var ki?” dedi. Kimse tehlikenin boyutunu da bilmiyor. Buna dair bir yaptırım da yok.
Size alternatif bir yaşam tarzı oluşturma fırsatı da vermiyorlar. Ne yapacaksınız o zaman? Sadece bazı şeylerden kaçınabilirsiniz. Poşet kullanmayabilirsiniz, pazar gibi doldurma ürünler satan yerlerden alışveriş yapabilirsiniz. Kahve mekanlarında tek kullanımlık ürünler yerine kendi termosunuzu kullanabilir, yanınızda mug taşıyabilirsiniz. Kahvenizin bardağa konulmasını talep edebilirsiniz. Ama en nihayetinde termosunuzu unuttuğunuzda kahvenizi mikroplastik içeren bardaklardan içeceksiniz. Ya da susadığınızda pet şişe su almak zorunda kalacaksınız. Dolayısıyla planlı yaşamak lazım. Sırt çantanıza alışveriş için bez çanta, bir termos, bir bardak, belki bir saklama kabı koyabilirsiniz. Plastik sizi hep hazırlıksız yakalar.
Cam damacana bir çözüm olabilir mi?
Çeşmeden su içmeyi talep etmek lazım.
İstanbul’daki çeşme suyunda çok yoğun klor tadı olduğu için onu tercih etmeyenler var…
300 bin nanoplastik yutmaktansa klor tadını uçurmak için suyunuza bir karanfil atmayı deneyebilirsiniz. Suyun tadının çok iyi olmaması, mikroplastiğin tehlikesine maruz kalmak için bir gerekçe değil bence. Ayrıca pet şişede başka ne tür kimyasallar var acaba? Üreticinin ne yaptığını bilmiyoruz? Sadece güveniyoruz.
Diyelim ki dünya plastikten bugün vazgeçti. Alternatifi ne olabilir?
Maalesef alternatif yok. Plastik, alternatifi olmayan şekilde kendi tüketim kültürünü yarattı. O nedenle bizim kendimizi o tüketim kültüründen kurtarmamız lazım. Tek kullanımlık plastiğin yerine tek kullanımlık karton kullanma arasında hiçbir fark yok. İkisi de sonuçta tek kullanımlık ve doğal kaynakların israfı… Doğal kaynaklar da bu kadar kıymetsiz değil.
Mikroplastik kirliliğinin geleceği konusunda bilim dünyasının tahminleri nedir? Uçurumdan aşağı yuvarlanıyor muyuz?
Kesinlikle öyle. Eğer Birleşmiş Milletler (BM)’nin de şu an üzerinde görüştüğü plastik anlaşması en az yüzde 50-60 üretim azaltımı hedeflemezse önümüzdeki 20 yıl içinde şu andaki kirlilik 3-4 kat artacak. Ne yazık ki petrol üreticisi ülkeler plastik üretimini azaltmak yerine artırmayı planlıyor. Fakat BM, plastik anlaşmasında plastik üretiminin kısıtlanmasını sağlayabilirse önümüzdeki dönem için daha iyimser konuşabiliriz.
Türkiye’de plastik kirliliğine karşı ne tür önlemler var?
Hiçbir önlem yok. Sadece poşetler paralı hale getirildi. Onunla da ilgili sürekli “Zam yapmadık” diye övünen açıklamalar yapılıyor. Kaynağında ayrıştırma, plastik kullanımından uzaklaşma, tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması veya kısıtlanması gibi konularda hiçbir çalışma yapılmıyor. Tam tersine plastikleri özendiren bir yaklaşım var Türkiye’de. Çünkü plastik sektörü lobi yaparak önlem alınmaması için elinden geleni yapıyor.
Hatta başka ülkelerin plastiklerini, çöplerini alıyoruz…
Ne yazık ki böyle bir sıkıntımız da var. Türkiye, Avrupa’nın en büyük plastik çöp ithalatçısı. Kendi çöpünü toplayamayan bir ülkeyiz ama Avrupa ülkeleri ve İsrail de dahil olmak üzere birçok ülkeden çöp alıyoruz.
“Biz aldığımız plastikleri dönüştürüyoruz. Yaptığımız faaliyet aslında çevreci” diye savunma yapan firmalar da var…
Plastiğin geri dönüşümü bir aldatmaca. Plastiğin toplamda yüzde 2-3’ünü ancak dönüştürebiliyoruz. Plastiğin geri dönüşümü güvenilecek bir yöntem değil. Plastik sorunuyla mücadele için herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Plastik üretenlerin plastik kirliliğinin sorumlusu olduğunu onlara kabul ettirmek gerekiyor. Hükümetin plastik üreten şirketlerden yana değil, plastiğin yarattığı etkileri gidermekten yana bir politika belirlemesi gerekiyor. Vatandaşın da daha çok talepte bulunması ve plastikten mümkün olduğunca kaçınması lazım.
6 Aralık 2024 - D vitaminiyle ilgili bu bilgileri mutlaka öğrenin: 21 soru, 21 cevap
29 Kasım 2024 - Astım ve KOAH’ta 50 yıl sonra “mucize” tedavi mi geldi? Uzmanı yanıtlıyor
22 Kasım 2024 - Tarih yazıldı: Körlüğe karşı yeniden programlanmış hücreler
16 Kasım 2024 - “Bana bir şey olmaz” demeyin. İnme pusuda bekliyor olabilir
6 Kasım 2024 - Aile hekimleri yeni yönetmeliğe neden karşı çıkıyor? Neden iş bıraktılar?