Şampiyon Galatasaray kupasına kavuştu, Fenerbahçe’ye büyük gönderme
Galatasaray, Avrupa serüvenindeki beşinci randevuda kadro değeri 73 milyon Euro olan ve yaş ortalaması 23’lerde seyreden AZ Alkmaar karşısında kötü başladığı maçı 1-1 tamamladı ve toplamda 11 puana ulaştı. Sarı-Kırmızılılar dördüncü sırada yer aldı.
Okan Buruk’un karşılaşma öncesi dersine pek çalışmadığı, artı yanlış oyuncu tercihleri ve kurguyla başladığı bir mücadeleyi dün Galatasaray beraberlikle tamamladı ve Avrupa Ligi serüveninde beş maç sonunda 11 puana ulaştı. Rakibin uzun süre 10 kişi oynadığı son Süper Lig mücadelesinde takım ‘ekabir’ bir görüntü sergilerken, söz konusu Bodrum maçının genel halet-i ruhiyesini ‘Çimenlere ve sahanın sulanmamasına’ bağlayan Sarı-Kırmızılı ekibin teknik direktörü için bence dün pek de sığınılacak bir bahane yoktu.
Nelsson’un hamle hatası…
Rakip küçümsenmişti ama asıl problem üçlü savunma dizilişinde göbeğe oyun görüşü, serinkanlılık, hamle üstünlüğü (ki eskiden en azından bu özelliği ön plandaydı) yönünden son derece eksik bir isim olan Nelsson’un yerleştirilmesiydi. Bu tercih mücadelenin hemen başında acı bir faturaya dönüştü ve Muslera’dan dönen topu seyretmekle yetinen Danimarkalı savunmacının hata yükünün çoğunu üstlenmek durumunda kaldığı pozisyonda AZ Alkmaar öne geçti. Durum böyle olunca İstanbul temsilcisi sürekli beraberliği aradı. Bu esnada genç ve dinamik kadro yapısıyla ev sahibi tehlikeli kontralara imza attı ve sık sık ikinci golü aradı. Neyse ki Hollanda ekibinin son vuruşları kötü oyuncuları bu konuda muvaffak olamazken Galatasaray özel değeri Osimhen’in ancak kale içinden çıkarılan kafasıyla beraberliği sağladı.
İlk yarının skoru Sarı-Kırmızılılar adına ikinci perde adına umut vericiydi ve beklenen, atılacak gol ya da gollerle eve galibiyetle dönmek demekti. Bu yolda Buruk ilk hamlesini yaptı ve Nelsson’u kulübeye çekip Metehan’ı sahaya sürdü ve defansın göbeğine de Sanchez’i yerleştirdi. Ama bu ve sonraki hamlelerine (ki yine geciken hamleler gördük Sarı-Kırmızılı ekibin teknik patronundan) rağmen konuk ekip ‘aradığı numaraya bir türlü ulaşamadı’ (!) ve mücadeleyi bir puanla tamamladı.
Muslera yine yüzüyle gol kurtardı
Takımın aksayan yerlerine gelince Yunus Akgün dün fazlasıyla kötüydü. Kendisinin attığı gollerle özgüveni had safhada ama bu tür oyuncular yetenekleriyle ayakta durur ve bu özellikleri özellikle bu coğrafyadan yeşermişlerse onları genel olarak takım oyunundan uzak tutar. Ayrıca Yunus’un günümüzün mücadeleci tempolu futbolu için yetersiz bir fiziği var, nitekim dün ikili mücadelelerde sürekli ezildi. Buruk, kendisini çok daha erken yanına alabilirdi. Barış Alper de keza bu sezonun pek bal yapmayan arısı konumunda. Sahada kaldığı sürece çok az pozitif hamlesi oluyor ve maça çoğu kez fiziğiyle tutunuyor. Abdülkerim de çok mükemmel bir oyun tekniği varmış gibi hareket etmeyi sürdürüyor, pas yüzdesi son derece düşük ve takım tam yükleniyorken attığı toplar sürekli yanlış adreslere ya da taca gidiyor. Muslera yediği golde yine de gayretini gösterdi ve asıl olarak ikinci golü yüzüyle (geçen sezon da Sparta Prag maçında benzer şekilde bir gol kurtarmıştı) çıkardı. Bence bu pozisyon önemliydi; ne kadar profesyonel olursanız olur takım arkadaşınızın yüzüyle golü engellediği bir maçta sırf onun yanan canına ve emeğine istinaden daha gayretli, istekli ve dikkatli oynarsınız. Örneğin ilk yarıda Sarı-Kırmızılı cephede bu özellikler (ya da unsurlar diyeyim) pek yoktu.
Hollanda takımları asla hafife alınmaz
Buruk’un sahaya sürdüğü ‘İlk 11’deki hatalardan biri de Batshuayi tercihiydi; Belçikalı forveti bu tür karşılaşmalarda ikinci yarı ‘Hamle oyuncusu’ olarak kullanmanın daha doğru olduğunu zaten geçmişteki maçlar defalarca göstermişti. Dün için Ziyech’in oyunu geç alınması da bir başka teknik hataydı. Bu arada Kerem Demirbay’ın da düşen formunu, en azından eski çizgisine taşıma yönünde hiçbir çaba göstermediğini oyuna girdiği her maçta bir kez daha anlıyoruz.
Okan Buruk milli maç arası çıktığı televizyon programlarında günümüz futbolunu yakından takip ettiğini gösteren bir profil sunmuştu (ki bu özel bir durum olmamalı ama Türkiye’deki genel manzaraya bakarsak coğrafyamız zamanın gerisinde gezinen çok sayıda teknik direktörlerle dolu). Lakin bu bilgilerin ya da günceli takip etmenin sahada da bir karşılığı olmalı ve bir koç, eğer rakip takım Hollanda kütüğüne kayıtlıysa gerekli önlemleri almalı. Şampiyonlar Ligi’nde son iki gün Manchester City ve Shakhtar karşısında 3-0 ve 2-0 geriden gelen iki Dutch temsilcisi (Feyenoord ve PSV Eindhoven) izledik. Ajax malum onlar da bu sezon ‘Avrupa Ligi’nin öne çıkan takımlarından, dolayısıyla Erediviese her dem ciddiye alınması gereken bir ‘kurum ve gelenek’.
İki ‘Dev’imiz AZ deplasmanında toplamda bir puan alabildi…
Bu durumdan öte şöyle de bir problem var bence: Bu sezon (ki geçen sezon da böyleydi) futbolumuzun iki öncü karakteri Galatasaray ve Fenerbahçe çok çok yüksek bütçelerde dikkat çekici kadrolar kurdular. Ve ülkedeki ‘onca yoksulluğa rağmen’ kitleleri en azından bu oyuna olan sevdayla az-biraz mutlu etmek için sahaya çıkıyorlar türünden bir işlevi üstlendiler… Ama gelin görün ki bu iki ‘Dev’, kadro değeri 73 milyon Euro civarında olan, yaş ortalaması 23’lerde seyreden AZ Alkmaar karşısında iki maçta ancak bir puan alabildi. Her gün yeni bir transfer haberi bekleyen ve sürekli kendisini olduğu yerin üstünde gören bir futbol kültürü için bence fazlasıyla düşünülmesi gereken nokta asıl olarak burası olmalı diye düşünüyorum.
AZ çoktur…
Şöyle bitireyim: Modern mimarinin önce isimlerinden Ludwig Mies van der Rohe’un şiarı olan ‘Less is more’u (Az çoktur), genel takım profiliyle AZ Alkmaar’ın fazlasıyla benimsediğini görebiliriz!