Afrika Kupası’nda gazetecileri taşıyan otobüs kaza yaptı
Suudi’ler paraları saçıyor. Ronaldo, Neymar, Benzema’yı aldılar. Messi ve arkadaşları ABD’ye gitti. Futbol reel ekonomi politiğe yenilmek üzere. Tıpkı dünyanın yaşadığı kriz gibi.
“Son 10 yılda futbolun değişen coğrafyası” başlıklı bir makale yazsam aklınıza gelen ilk ülkeler muhtemelen Çin, Rusya, Katar ve şimdilerde de Suudi Arabistan olur. Batı merkezci bakış açısının neredeyse her gün, haklı da olarak sorguladığı bir süreç bu. Futbolun kültürel merkezi Avrupa, paranın merkezi olan ülkelerin futbol çılgınlığına yenilip duruyor. Bakmayın bu girişe. Konumuz Messi aslında. Onun Birleşik Devletler’e transferi.
Le Monde Diplomatique’in aylık Türkçe edisyonunda iki güzel yazı çıktı Nisan ve Ağustos’ta. Biri Serge Halimi ve Pierre Rimbert imzalı. Diğeri John J. Mearshimer. Söyledikleri temelde aynı. İlk yazı —ki hem o satırların hem bu satırların yazarı aynı şeyleri düşünüyor— Batı’nın Ukrayna-Rusya savaşını ele alırken nasıl ikiyüzlü bir yaklaşım bozukluğu gösterdiğini anlatıyor. Tabii ki Rusya’nın saldırganlığı bir veri. Ama mağdur Ukrayna’nın hallerini anlatırken objektifliğin kaybolduğunu güzel örneklerle süslüyor.
Misal bir ara hiçbir film festivali veya büyük spor müsabakası Zelenski videosu oynatılmadan başlatılamıyordu. Veya Kuzey Akım 2 Boru Hattı’na yönelik sabotaj medyada Rusya aleyhine yeterince destekçi bulamayınca buharlaşıp gitmişti. Koskoca New York Times’ta yayınlanan bir haberin başlığı kazara Ukrayna’yı hedef aldı diye değiştirildi falan filan.
İkinci yazıda ise bu sefer uluslararası ilişkiler teorileri üzerinden Rusya’nın bu savaşa nasıl itildiği değerlendiriliyor. Realist bir politikanın işi bu noktaya getirmeyeceğini, Çin’in nasıl palazlandığını, yeni kutup olarak Çin-Rusya ekseninin nasıl Batı eliyle ‘yaratıldığını’ teşhir ediyor.
Dönelim futbola. Orada da değişen bir şey yok. Fakat fark şu. Futbol bu sürecin bedelini ödüyor. Bir dönem kabaran Rus sermayesi ve oligarkların futbol hevesiyle buna çanak tutan takımları, federasyonları hatırlayalım. Akabinde Çin’in astronomik transferleri. Ardından Katar’ın Dünya Kupası’na giden yolda ‘sportswashing’ (sporla aklama) hamleleri. Ve şimdi de Suudi Arabistan’ın akıl almaz harcama kapasitesi.
Oysa bu işin Amerikan versiyonu var bir de unutulan. Beckham’la başlayan ve onun MLS’e çıkışının bir pazarlama mucizesi haline gelmesi meselesi. Ronaldo, Benzema, Neymar ve niceleri bombardıman altında. Neden? Suudi Arabistan’a gittiler. Sadece kariyerinin sonunda gidenler de yok üstelik. Memleketten örnekle Talisca gibi en verimli dönemlerinde oraları tercih edenler de var. Ama Messi’nin ABD’ye gidişi bir futbol mucizesi gibi duruyor.
Haksız da değiller. Ortalıkta akıl almaz bir pazarlama hamlesi var. Inter Miami CEO’su Jorge Mas takımın geçen yılki 54 milyon dolarlık gelirinin bu sezon ikiye katlanacağını düşünüyor. Mas, bu ay Ares Management tarafından 75 milyon dolarlık ek yatırım alan kulübün seneye 1,5 milyar dolar değerleme alacağı kanısında. MLS Season Pass satışları da Arjantinlinin gelişiyle iki katına çıkmış durumda.
Peki tüm bunlar futbol kültürü için olumlu şeyler mi? Her transferin bir pazarlama ürünü gibi görülmesi bu oyunun gerçekten hayrına mı? Haksızlık da etmeyelim. ABD’nin futbola yaklaşımı ile Çin-Rusya-Katar-Suudi Arabistan arasında eksen farkı var. Belki New York Cosmos’un 1970’lerdeki Pele, Beckenbauer hamleleri diğerlerine benziyor olabilir. Ama burada büyük bir ekonomi var. Ligin son sırasındaki takıma giden Messi belki de futbol tarihini değiştirecek bir finansal modele konu olacak. Michael Jordan’ın Nike’ı değiştirmesiyle karşılaştırılabilir bu ancak.
Ama şu soru ortada duruyor. Futbolun yaratıcısı, sahibi, anavatanı Avrupa bu gelişmeler karşısında ne yapıyor? Oligarklara, Çinli yatırımcılara, Katar’ın kirli parasına kapıları ardına dek açmadılar mı? Onlarla baş edebilmek uğruna da Finansal Fair Play kurallarını ikide bir esnetmiyorlar mı? Pek çok global yatırımcı sadece kâr etmek için oyuna dahil olurken gözlerini kapamadılar mı? E o zaman Suudilere karşı gösterilen bu tepki biraz yapmacık olmuyor mu? Le Monde Diplomatique’in ehil kalemleri uluslararası siyaset üzerinden tam da bunu anlatıyor işte.
ABD sporu en iyi pazarlayan, ona boyut atlatan, kurduğu sistemle, regülasyonlarla onu kontrol altında tutabilen bir ekonomi. Avrupa ne geliştiriyor bunun karşısında? Bir yanda zenginleri daha da zenginleştirecek, beş büyüğü ihya etmeye çalışan Avrupa Süper Ligi hayali; diğer yanda FIFA, UEFA gibi bürokrasiye sıkışmış ‘kılışlar’ modeli. Basketbol bunu denediğinde neler olmuştu? NBA’le Euroleague arasındaki farka bakmak sanırım yeterli.
Bu gidişle Messi’nin, Beckham’ın iş insanı kabiliyetleri sayesinde MLS de Avrupa futbolunu yutmaya kalkarsa şaşırmayalım. olan Almanlara olacak. Her şeyi kitabına uygun yapıp tıkır tıkır işleyen bir sitemleri var. Bir de Bayern’in iştahını dizginlemeye başarsalar her şey tamam. Bu konuya da sonra değiniriz artık.