Galatasaraylı Batshuayi, ilk söyleşisinde Şampiyonlar Ligi mesajı verdi
Şampiyonlar Ligi marşını bir daha ne zaman İstanbul'da duyarız, belirsiz. Ama bu final 2005’tekine benzemedi. Birincisi hem atmosfer hem de oyun olarak festival kipindeydi, bu güvenlik kipinde. İlkinin yüzü Batı’ya dönüktü, bu daha çok Katar kokuyor. Gene İngilizler aldı, ama fikir başka başk’oldu.
Önce hakediş: Bu kupayı kim ya da kimler İstanbul’a getirdiyse teşekkürü bir borç bilmeliyiz. O güzelim Şampiyonlar Ligi marşını bir daha ne zaman İstanbul semalarında duyarız? Belirsiz. Avrupa performansımız da pek ümit vermediğinden buna da şükretmeli.
Yine de bir öncekiyle pek kıyaslanabilir gibi durmuyor. 2005’te başka bir Türkiye’nin başka bir İstanbul’unda oynanmıştı o maç. Türkiye’nin Avrupa’ya en yakın hissettiği günlerin başlangıcında. 2003’te ilk kez Pride yürüyüşü olmuş. İstanbul 2005’te sadece Şampiyonlar Ligi’ne değil Formula 1’e de ev sahipliği yapmış. 2008’de Türkiye Frankfurt Kitap Fuarı’nın onur konuğu olmuş, 2009 UEFA Kupası finali Kadıköy’de oynanmış, 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası Türkiye’de düzenlenmiş, aynı yıl Avrupa Kültür başkenti payesi İstanbul’a verilmiş. Yine 2010’da Anayasa değişikliği referandumu olmuş. 2012 Dünya Salon Atletizm Şampiyonası düzenlenmiş… Yani yüzünü Batı’ya dönmüş bir ülkenin yükselen yıldızıydı İstanbul.
Oysa şimdi köprü başka, altından geçen su bambaşka. Bir Ortadoğulu/Asyalı gibi bir ev sahipliği bu. 2005’te İstanbul şenliğe çeviren organizasyonun o’su yok. Birincisi festival kipindeydi, bu güvenlik kipinde. Düşünün, İstanbul Valiliği bütün belediyelere “bu tarihlerde insanları bir araya getirecek etkinlik yapmayın” diye yazı gönderiyor. Katar’ımsı bir durum değil mi?
Gene de bu maçı çekici kılacak pek çok şey var. En başta Hakan Çalhanoğlu ve İlkay Gündoğan. Sahada en etkili mevkilerde iki Türk kökenli oyuncu olması güzel bir gurur vesilesi. Ama bana öyle geliyor ki, Almanlar daha gururluydu dün. İlkay’ın “Almanya dışında Şampiyonlar Ligi finalinde kaptanlık pazubandını taşıyan ilk Alman” diye övüldüğü tweetler gördüm mesela. Dortmund’da yıldızlaşan Gelsenkirschenli İlkay’ın rakibi olan Hakan da Leverkusen’de yükseldi ve aslen bir Mannheim’lı. Akanji ve Haaland gibi diğer Dortmund çocuklarını ya da Wolfsburglu Djeko’yu saymıyorum bile. Asıl gurur Almanların yani, bizimki sureti.
Oyunun geometrisine, taktiğine, tekniğine gelirsek. Futbolu izleyen herkesin öngörüsü gerçekleşmedi. Hem de bir kez daha! Manchester City beklenenin aksine oyuna bir türlü hükmedemedi. De Bruyne varken de, yokken de. İnter kalenin önüne otobüsü de çekmedi üstelik. Akıllı oynadılar sadece. Çok az pozisyon verdi İtalyan temsilcisi. Sahada beş İtalyan milli oyuncu vardı. Ve akıllı bir defans kurgusu onların genine işlenmişti belli ki.
Gene de üretmeye yönelik plan bulmaya çalışan İngilizlerdi. 40. dakika dönerken karşılıklı topa sahip olma sekansları izledik. Ama iki takımın hüviyetine uygun olarak. Önce İnter oyunu tamamen rakip alana yığmışken, riskli hareket yapmamak için geriye döndü. Ardından City, kendi yarı alanındaki topu telaşla ileri taşıdı. İkisi süreç de üretken olamadan eridi.
Haddimi aşarak bir de ahkam keseyim. Kevin hakkında konuşmalıyız bence. De Bruyne ne zaman bir büyük âna, bir kritik maça damga vuracak acaba? Uzun erimli, lig gibi mücadelelerde takımın en büyük yıldızı, tamam. Ama Dünya Kupası, Şampiyonlar Ligi türünden büyük organizasyonlarda kritik ‘tek maçları’ kazanmak gerekirken ya sakatlanıyor ya silikleşiyor. Ben hocası olsam psikanalize yollardım. Kesin bilinçaltında sıkışmış bir şeyler var.
Maçın sıkıcı olduğunu söyleyemem. Ama dinamik bir oyun da izlemedik. Bilmiyorum bunda Olimpiyat Stadı gerçeği de etkili miydi? 52’de Guardiola, 55’te Barella tribünlerden destek istedi karşılıklı. Taraftar susmuyordu gerçi. Hele de İtalyanlar. Ama işte, sahaya yansımıyor. Olimpiyat Stadı’nın eşsiz mimarisi muhtemelen enerjiyi de aşağı çekiyor.
MANCHESTER CITY, RODRI'NİN GOLÜYLE ÖNE GEÇTİ! #UCLFINAL pic.twitter.com/f14DQpV35t
— EXXENSPOR (@exxensport) June 10, 2023
Neyse ki son yarım saate kalmadan gol geldi. Golün yapılışı, hazırlanışı klasik bir City işiydi. Ama Rodri(go)’nun gitar değil futbol konçertosuna ayrı bir yer ayırmak lazım. Pep Guardiola’nın hayalindeki orta saha o. Minareden atıyor, iniyor aşağı tutuyor. O golü De Bruyne’nin atmasını beklerdik. Ama İspanyol baktı Kevin yok, o işi de kendi yaptı.
Golden sonra bir anda ortalık hareketlendi haliyle. İtalyanlar kipi değiştirdi ve yüklenmeye başladı. Sahanın en İtalyan, en acar oyuncularından Dimarco’nun Milan’a gol atan Hasan Şaş’ı andıran kafası direğe takılmasa iyice şenlenecekti. Sonrası 1-0’ın kısırlığıyla geçti. Atan atmaya gidemiyor, yiyen büyük risk alamıyor. Meydan da bu yüzden gümbürdenmiyor. Lukaku 89’a girerken o kafayı atabilse maç değişirdi. Atamadı. Sonrasındaki İtalyan telaşesi gol sinyali verdi ama dönemedi.
Neticede kazandı Manchester City. Pep dünyanın en iyisi olduğunu muhtemelen artık ispatladı. Messi ve Barcelonasız da kazanmayı başardı. Ama bu final 2005’tekine pek benzemedi. Futbol olarak da, zamanın ruhu olarak da. Tamam gene İngilizler aldı, ama fikir başka başk’oldu.