E- ticarete Euro 2024 hareketliliği geldi
Son ‘Dünya Kupası’nın finalisti Fransa ve onun her daim kazanan patronu Didier Deschamps portföyündeki en önemli eksikliğini tamamlayamadan turnuvaya veda etti. Zafer maçta vitesi istediği zaman alçaltan ve yükselten İspanya’nın oldu.
14 Haziran’daki Almanya-İskoçya maçıyla start alan ‘Euro 2024’te süreç ilerlerken “İzlediğim en iyi turnuva” şeklinde görüş belirtenler azımsanmayacak sayıya ulaştı. Bence ‘post-modernist zamanlar’a ait bir refleksin yansımasıydı bu, çünkü bu çağın insanı (ve yorumcusu!) nedense tarihi kendi serüveniyle başlatıyor. Ardında 100-150 yıllık bir geçmiş var mesela, ama o birden izlediği bir film için “Sinema tarihinin en iyisi” payesini çok rahatlıkla verebiliyor. Keza işin futbol cephesinde de aynı mantık üretilip duruyor; ‘Tarihin en güzel golü’, ‘En iyi açığı’, ‘En iyi orta sahası’ vs. derken Euro 2024 de bu övgü kalıbının yeni bir üyesi olup çıkıverdi.
Evet, ‘En iyisi’ değildi kuşkusuz ama en iyilerinden biri olduğu belki iddia edilebilir. Ama bunun da bir şartı ve göstergesi vardı; genel karakteri belirleyen grup maçlarının kalitesi… Arttırılan takım sayısı, ‘En iyi dört üçüncünün ikinci tura çıkma’ çabası, artık bütün takımların modern dünyada var olabilmenin sırlarına vâkıf olmaları, stratejik okumaların, taktiklerin bilinemezden çıkması derken oyundaki dengeler geçmişteki dağılımlara nazaran nispeten eşitlendi.
Ama süreç ilerlediğinde ve şampiyona daha üst basamaklara taşındığında ‘İzlenen en iyi turnuva’ olarak addedilen ‘Euro 2024’e ilişkin sızlanmalar da artmaya başladı; favoriler sıkıcı bir futbol ortaya koyuyor, kaybedecekleri daha az olanlar daha cesur, daha göze hoş, daha yaratıcı bir oyunla gönüllerdeki yerlerini çoğaltıyordu.
Ama işin son dönemeçlerine gelindiğinde ve ‘Yarı final’in dört atlısı göz önüne alındığında eleğin üstünde ‘endüstriyel futbol’un günümüzde en bilinen adreslerinin olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik. Belki Hollanda genel gidişatı bozdu; Almanya ya da Portekiz yerine dörtgenin bir ucuna yerleşti. Bu toplam içinde kuşkusuz İspanya’yı farklı bir yere koymak gerekiyordu; çünkü kabuk değişikliğine gidiyorlar, gencecik yetenekleri kadrolarına monte ediyorlar ve en önemlisi en güzel futbolu oynuyorlardı. Özellikle Fransa ve İngiltere’nin derin kadrolara, eldeki üst düzey yıldızlara rağmen ‘sonuç futbolu’nu abartması ve yapılan onca eleştiriye rağmen güzellik adına ortaya bir şey koymamaktaki ısrarları İberyalıları daha bir sempatik, daha bir sevilesi hale getiriyordu.
Şampiyona pazar günü sonuçlanacak ve geride kalan tortulara bakıldığında kazananın yanı sıra Avusturya ve İsviçre’nin futbolu, Türkiye’nin renkli, dinamik yapısı, Arnavutluk’un özel enerjisi ön plana çıkacak.
Bu çıkan kısmın özetinin ardından dün geceki randevuya göz atalım; turnuva öncesi mantığım Fransa, gönlüm İspanya (ve mümkünse Belçika) diyordu. Ama Luis de la Fuente’nin öğrencilerinin bu denli güçlü, gözümüzü okşayan ve sonuç odaklı bir tarz ortaya koyacaklarını düşünmemiştim. Bu manzara eşliğinde Münih’te oynanan yarı finalde İberyalılar Fransa’ya yenilseydi fazlasıyla üzülecektim ama öte yandan Deschamps’ın takımını alt etmek de o kadar zordu ki. Her biri fiziksel açıdan çok güçlü, çoğu Clairefontaine Akademisi dokunmuş isimlerden oluşan bu topluluk belki gol atamıyor, ama asıl olarak hiç gol yemiyor ve her daim ayakta kalan taraf oluyordu.
Tartıdaki dengenin bir tarafında İspanya olduğu için en azından bir önceki turda oynanan Portekiz-Fransa maçındaki sıkıcılığın sahaya daha az uğrayacağı muhakkaktı. Nitekim mücadele çok hızlı başladı ve daha ilk 10 dakika dolmadan ‘Maviler’ Mpabbe-Kolo Muani işbirliğiyle öne geçti bile. Bu erken gol ‘güzel olan değil sıkıcı olan kazanacak’ hissiyatını bir süreliğini aklımıza soksa da sağ olsun Lamine Yamal, Arda Gülervari (!) bir vuruşla İspanya’nın beraberliği yakalamasını, dört dakika sonra da Olmo takımının öne geçmesini sağladı.
Oyuna daha bir renk ve soluk gelmişti. Sonrasında maçta vitesi istediği zaman alçaltan ve yükselten taraf Luis de la Fuente’nin öğrencileri oldu. ‘Horozlar’ yüklendi, oyunu karşı tarafa yıktı ama istedikleri pozisyonu bulamadılar. Sağdan Kounde, soldan da Hernandez’in sürüklediği ataklardan sonuç çıkmadı. Dün Fransızların turnuvadaki genel görüntüsü olan sıkıcılıktan daha bir uzak futbol oynadıklarını söyleyebiliriz ama nihayetinde İspanya final biletini alan taraf oldu. Bir de Kylian Mbappe ve arkadaşları ülkedeki seçim sonuçlarıyla birlikte gelen mutluluğa yeni bir halka eklemek istiyorlardı ama bunu başaramadılar…
Son ‘Dünya Kupası’nın finalisti Fransa ve onun her daim kazanan patronu Didier Deschamps böylelikle portföyündeki en önemli eksikliğini tamamlayamadan turnuvaya veda etti. Kurt hoca ‘Dünya Kupası’nı hem oyuncu hem de teknik direktör olarak kazanan üç isimden biriydi (diğer ikisi Zagallo ve Beckenbauer artık aramızda değiller). ‘Avrupa Şampiyonluğu’ unvanıyla hem oyuncu hem de teknik direktör olarak buluşan tek isimse Berti Vogts; Deschamps bu unvanda Alman meslektaşını yalnızlıktan kurtarmak için çabalıyordu ama olmadı!
Öte yanda Fransa tarihinde iki kez ‘Avrupa Şampiyonu’ olmuştu, İspanya ise üç kez bu kulvarda ‘mutlu son’a ulaşmıştı, şimdi ‘dördüncü’ unvan için fırsatları var.
Bu arada turnuvada oynadığı altı maçı da kazanarak finale uzanan İspanya dün uçlarda (!) yaşadı, ‘İlk 11’de 38 yaşındaki Jesus Navas’ın yanında 16 yaşındaki Lamine Yamal. Özetle pazar günkü finalde rakibin İngiltere ya da Hollanda olmasının önemi yok, gönlümüz İspanya’dan yana…