Paris’te tarihi Hatice Akbaş yazıyor
Bu hafta, yüksek atlama sporunun tarihini değiştiren Dick Fosbury hayatını kaybetti. O piste çıkana kadar, bütün yüksek atlama sporcuları engeli düz olarak aşmaya çalışıyorlardı. Dick Fosbury, ters dönerek atladı ve rekorlarda çıta yükseldi, yüksek atlamanın kaderi değişti.
“Two roads diverged in a wood and I
I took the one less travelled by
That has made the difference”“Ormanda yol ikiye ayrılıyordu
Ben daha az yürünmüş olanı seçtim
Farkı yaratan da bu oldu”
– Robert Frost
20 Ekim 1968… Sıcak bir öğle sonrası… Mexico City Olimpiyat Stadı’nın tribünlerini dolduranlar, yakıcı güneşe aldırmadan pürdikkat izliyorlar yüksek atlama mücadelesini… Olimpiyat oyunlarının her zaman en çok ilgi toplayan yarışmalarından biri olan yüksek atlamada o gün tuhaf bir şeyler yaşanıyor. 21 yaşındaki Amerikalı atlet Fosbury, değişik stiliyle önceleri izleyicilere sevimli, hatta komik geliyor. Ona şans veren kimse yok ama daha sonra başarılı atlayışları peşpeşe sıralayınca altın madalyanın 1 numaralı adayı olup çıkıyor.
Çıta artık 2.24’te… Yarışmanın başından o ana dek bütün yükseklikleri ilk hakkında geçen Fosbury, kimsenin başarılı olamadığı, kendisinin de iki kez takıldığı 2.24’ü aşarsa olimpiyat şampiyonu olacak. Nefesler tutuluyor… Arkadaşlarının “Dick” diye seslendiği Richard Douglas Fosbury, adımlarının onu ölümsüzlüğe taşıdığından habersiz, ritmik bir koşu tutturuyor çıtaya doğru… Hedefine yaklaştığında, bir kavis çiziyor ve sıçrama ayağı olan sağ ayağının üzerinde hafifçe dönüyor. Yaklaşık 90 derecelik bu dönüşün ardından sıçrama hareketi başlıyor. Yükseliyor Fosbury… Başı bir an önce çıtayı geçmek istediğini gösterecek kadar dik ve azimli, boyun kasları gergin… Kollarını fazla açmadan vücudunun yanında toplamaya çalışır gibi bir hali var. Sırtı, 2 metre 24 santim yükseklikteki çıtanın hemen üzerinde yere paralel hale gelince yavaşça teslim ediyor kendini yerçekiminin karşı konulamayan kuvvetine. Başı, omuzları ve bedeni altındaki mindere doğru inerken, bükülü dizlerinin yardımıyla ve son bir gayretle bacaklarını topluyor. Tamam!
Dick Fosbury, 2.24’ü geçiyor. Tribünlerden yükselen o müthiş uğultuda takdirden çok hayret var. Yarışmayı minderin hemen kenarından izleyen Amerikan takımının antrenörü Brian Jordan “İnanamıyorum” diye mırıldanıyor, “Ne hızı olağanüstü, ne sıçrama yeteneği, ne de gücü… Ama olimpiyat şampiyonu oldu işte!”
He will live on in Olympic history.
Rest in peace, Dick Fosbury, the man who changed high jump forever. pic.twitter.com/bzCP0HwYHE
— The Olympic Games (@Olympics) March 14, 2023
O güne kadar atletizm pistlerinde kayda değer bir başarısı olmayan, en iyi derecesini birkaç hafta önce Amerikan takımı seçmelerinde üçüncü olurken 2.20 atlayarak yapabilen, kimsenin adını sanını bilmediği Portland’lı bu delikanlı olimpiyat şampiyonu artık… Hem de daha önce kimsenin denemediği, ilk bakışta herkese garip gelen bir atlama tekniğiyle!
Meraklı ama yetenekleri kısıtlıydı
6 Mart 1947’de kamyon satıcısı bir baba ile sekreter bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Dick Fosbury, atletizme ve yarışmaya her zaman meraklı ama yetenekleri kısıtlı bir genç olarak tanınıyordu lise yıllarında. Bu haliyle iyi bir üniversiteden burs alabilmesi mümkün değildi. Ya branşını değiştirmesi ya da başka bir yol denemesi gerekiyordu.
O dönemde yüksek atlamada yarışmacıların uyguladığı iki teknik vardı: Birincisi, eyer ya da binme adı verilen, atletin, sıçrarken bir ayağını olabildiğince havaya kaldırdığı, bu yolla kendini yukarı çektikten sonra çıtanın üzerinden yüzükoyun geçtiği stil… Diğeri ise yüksek atlamanın başlangıç yıllarından kalma makas tekniği. Atletin, çıtanın üzerinden önce bir bacağını, sonra diğerini geçirdiği, bir an için havada oturur gibi bir hal aldığı ve daha sonra ayaklarının üzerine düştüğü bu stilde, doğal olarak dereceler pek iyi değildi. Binme tekniğini kullanan Sibiryalı Valery Brumel, 1964 Tokyo Olimpiyatları öncesinde 2.28’le muhteşem bir dünya rekoruna imza atmış, Tokyo’da da olimpiyat şampiyonluğuna ulaşarak, başarısının tesadüfi olmadığını ortaya koymuştu.
‘Komik bir stil, sakatlanacak’
Aynı günlerde Dick Fosbury, bir yandan Konfüçyüs ve Lao-tzu okuyor, bir yandan da kendisini küçümseyen arkadaşlarına sürekli yarışmada asıl hedefin, bedeninin sınırlarını keşfetmek olduğunu söylüyordu. Binme stiliyle en iyi derecesi 1.63’tü. 1963’te, 16 yaşındayken, makasa geçti. Bu yolla derecesini geliştiremeyeceğini, tam tersine, makasın sporcunun yeteneklerini kısıtlayan bir teknik olduğunu söyleyen lise antrenörüne kulak asmadı. Birkaç ay içinde derecesini 1.78’e çıkarmış, bu arada farklı bir şeyler denemeye başlamıştı. Çıtaya doğru yükselirken, 45 derecelik bir açıyla sırtını atlayacağı yöne dönüyor, çıta seviyesine çıktığı anda da olabildiğince arkaya doğru uzanarak yere paralel olmaya uğraşıyordu. Böylece diğer “makasçılar” gibi iki ayağı üzerinde yere inmiyor, çıtayı geçtikten sonra tam anlamıyla sırtüstü düşüyordu. Onu izleyen herkes “Komik bir stil, bununla ne yapabilir ki? Sakatlanacak” diyordu ama Dick, 1.83’ü de rahatça geçiyordu artık…
1965 yılında atlayışını biraz daha geliştirmeye karar verdi. Çıtanın önüne geldiğinde tek ayağının üzerinde 90 derecelik bir açıyla dönüyor ve sıçrama hareketine öyle başlıyordu. Böylece ilk olarak başını ve sırtını çıtaya vermiş oluyor, bir tür ters atlayış yapıyordu. İşte şimdilerde yüksek atlamada yarışan bütün atletlerin kullandığı “Fosbury Flop” (Fosbury sıçrayışı) böyle doğdu.
O yıl 2 metreyi geçerek Amerika Gençler Şampiyonu olması, Dick’in Oregon State Üniversitesi’nin antrenörü Berny Wagner’in dikkatini çekip, burs almasını sağladı ama icat ettiği teknik pek ciddiye alınmıyordu henüz… Fosbury’nin tuhaf atlayışıyla fazla ileri gidemeyeceğine inanan Wagner, onu antrenmanlarda ısrarla binme tekniğinde çalıştırıyordu. Hatta bir ara Dick’i üç adım atlamaya heveslendirmeyi bile denedi. Ama bir gün Fosbury, ortada hiçbir iddia yokken ve üzerinde bermuda şortla 1.98’i çok rahat geçince Wagner’in aklı başına geldi. Fosbury rahat bırakıldığında, vücudunun esnekliğini aklıyla birleştirebilen, yüksek atlama gibi prensipleri belli bir yarışmaya bile “yaratıcılık” katabilen olağanüstü bir sporcuydu. Çıtanın kaç metrede olduğunu sormadan, öylesine bir atlayış yapmış ve 1.98’in yaklaşık 10 santim üzerinden geçmişti.
Sıçrama yeteneği disk atıcılardan bile az
Wagner’in Fosbury’nin icadı olan “flop”a saygı duymaya ve ona ihtiyaç duyduğu desteği vermeye başladığı andan itibaren, genç atletin dereceleri her ay biraz daha gelişti. Fakat hâlâ ülkesinin en iyileri arasında değildi. Olimpiyat öncesi Amerikan takımı seçmelerinde üçüncü sırayı güçlükle alabildi ve mucizeye doğru ilk adımı attı. Mexico City’ye hazırlanırken, takımın başantrenörü Jordan, Fosbury’nin sıçrama yeteneğinin çoğu atletten, hatta bazı disk atıcılardan bile düşük olduğunu fark etmiş, kendi kendine tuhaf idmanlar yapan bu gencin tamamen tesadüf eseri olimpiyat kadrosuna girdiğini düşünmüştü.
1980’de artık 16 atletten 13’ü Fosbury Flop tercih etti
Denizden yaklaşık 2200 metre yükseklikteki yarışmalarda Fosbury, belki biraz da şansının yardımıyla (binme stilinde atlayan dünya rekortmeni Brumel, bir motosiklet kazası geçirmiş ve 1968 olimpiyatlarına katılamamıştı) hayatının en iyi derecesine ulaşıp, olimpiyat şampiyonu olmasa “Fosbury Flop” bu kadar yaygınlaşır mıydı acaba? Bu sorunun gerçek yanıtını hiçbir zaman bilemeyeceğiz… Bildiğimiz tek şey, Fosbury’yi taklit eden ilk atlayıcının 15 yaşındaki Kanadalı Debbie Brill olduğu ve 1980 yılına gelindiğinde, olimpiyat finalinde yarışan 16 atletten 13’ünün Fosbury’nin buluşu olan stili tercih ettiği! Bugün binme tekniğini kullanan atlet yok. Bu yüzden, genç kuşaklara bu tekniği anlatabilmek de pek kolay değil.
Olimpiyat sonrası başarısının sırrını sormak için kapısında kuyruğa giren gazetecilere Dick Fosbury hep aynı şeyi söyledi: “Kimi aslında jimnastikçi olduğumu, kimi fizikle ilgilendiğimi ve hesap-kitapla uğraşarak bu stili bulduğumu söylüyor. Hiçbiri değilim. Sadece atletim ben… Bugüne kadar sıradan bir atlettim, şimdi olimpiyat şampiyonu bir atletim.”
Fosbury, yaptığının basit olduğunu ne kadar iddia ederse etsin, araştırmalar tam tersini söylüyor. 1980 yılında yüksek atlama teknikleri üzerine geniş bir araştırma yapan Indiana Universitesi’nden Jesus Dapena, atletizmin bu branşında hareketin üçe bölündüğünü (koşarak hızlanma, yerden yükselme, çıtayı geçme) ve sporcunun ağırlık merkezinin bu üç harekette bir parabol çizdiğini yazdı. Dapena’ya göre, vücut bu “hayali” parabolün içinde çıkabileceği en yüksek noktaya çıkabilmeliydi. Akışkan ve estetik bir hareket oluşturup, çıtanın üzerinden geçmek, ancak bu yolla mümkündü. Atletin, sıçramadan sonra bedenini kendi etrafında çevirmesiyle kazanılan açısal momentumun, parabolik harekete çok daha uyumlu olduğunu öne süren Dapena, binme tekniğinde aynı uyum olmadığı için derecelerin gelişemediğine ve zaman içinde sporcuların, çıtanın üzerinden yüzükoyun geçmeyi gerektiren “binme”yi terk ettiğine inanıyor.
Oysa Fosbury, kendi icadı olan atlayışla ilk ve tek madalyasını kazandığında, kimi doktorlar bu stilin, boyun ve omurga sakatlıklarını arttırabileceği tezini savunmuş, tıp dergilerinde bu yönde makaleler yayınlanmış, hatta bazı anne-babalar çocuklarını koruma telaşıyla “flop”un yasaklanması için Amerikan atletizm otoritelerine başvurmuştu.
Yeniyi arayan, aklıyla fevkaladeyi bulan Fosbury
Bugün tüm bu tartışmalar, en az bir atletin çıtanın üzerinde makas yapması kadar komik geliyor insana… Yüksek atlama, insanoğlunun bedeniyle ne kadar barışık, ne kadar esnek ve estetik olabileceğini, kendi boyundan çok daha yüksek bir engelin üzerinden bir şelale gibi akıp geçebileceğini gösteren popüler bir yarışma olarak, olimpiyat oyunlarında ilgi görmeye devam ediyor. Dünya rekoru 2.45’e geldi.
İlginçtir, bu gelişmeyi yaşamı boyunca hiç rekor kıramayan, 1968’de olimpiyat şampiyonu olduktan dört yıl sonra 1972 Olimpiyatları’nda ülkesinin takımına girmeyi bile başaramayan, bedensel yetenekleri “alelade” olmasını emrederken, alışılmışı bir kenara koyup, “yeni”yi arayan ve aklıyla “fevkalade” olmanın bir yolunu bulan Dick Fosbury’ye borçluyuz.