19 yaş altında final Karadeniz derbisine sahne olacak
Galatasaray son dönemdeki kötü oyununu dün de sürdürdü ama tek golle de olsa galip gelerek’ lider’lik unvanını korudu. Sarı-Kırmızılıları üç puana taşıyan gol son dönemlerin formda ismi Yunus Akgün’den geldi.
Yine doğru dürüst bir oyun yok. Yine ‘hoca dokunuşu’ yok. Yine öne geçmesine rağmen oyunu tutan bir anlayış yok ama sağ olsun Okan Buruk her zaman olduğu gibi maç sonu hakeme el kol (ne söylediklerini duyamıyoruz tabii ki) hareketleriyle öfkesini sunuyor… Evet, ‘Buruk’ acılara dün de devam edilebilirdi ama Galatasaray’ın hem şansı vardı hem de Alanyaspor kanadının son vuruş eksiklikleri…
Malum, son iki sezonun şampiyonu ki son dönemde çok kötü oynuyor ve ne kadar farklı öne geçerse geçsin çok da güven verici bir manzara arz etmiyor. Peki sorunlar ne? Sorunlar belli; Icardi ve Mertens gibi iki ekabirle zaten oyunu onların sahada kaldığı sürelerde dokuz kişi oynuyorsunuz. Abdülkerim’in en önemli özelliği kesiciliği, yani savunmadaki artısıydı, uzun süredir formsuz, savunmada her pozisyonda “Acaba” dedirtiyor ve ayağı çok iyiymiş gibi sürekli ileri çıkıyor ve çoğu kez de attığı toplar bir işe yaramıyor. Kaan elbette gerçek yerinde oynamadığı için sırıtıyor ama ısrarla Buruk sağ beki ona emanet ediyor. Ama benim için en çok dikkat çekici yanı o ölümcül taç atışları. Top dışarı çıktığında atışı kullanmaya gidip meşin yuvarlığı alıyor ama sonrasında sanki derin bir felsefe problemi çözüyor havasına giriyor. Basit ve hızlı kullanılması gerekilen bir atışı o denli ağır kullanıyor ki, sanki herkesin enerjisini söküp alıyor.
Bir ağır dert de bence Barış Alper; kötü oynuyor, kötü top kullanıyor, ortaları savruk ve bu haliyle Buruk, ona kıyamadığı (!) için oyunda tutuyor. Evet, bu meslekte de her yerde, her disiplinde olduğu gibi vefa önemli bir olgu ama yeterince yıpranmış bir oyuncuyu az biraz dinlendirmek kötü bir şey değil ki… Ayrıca bu tür dinlendirmeler oyuncunun toparlanmasına da imkân sağlar. Muslera uzun top kullanmalarda problemli, vuruşları rakibe gidiyor ve hücum olarak geri dönüyor. Takımı tutan isimse dün Davinson Sanchez’di, Kolombiyalı savunmacı geriyi topladı, son derece kritik hamlelerde bulundu ve 3-3 ve 2-2’lik adımlara sahip serinin 1-1’lik devamını engelleyen en önemli direnç noktası oldu… Yunus Akgün de kendi adıma stilini çok da sevdiğim model değil ama son dönemdeki golcülüğünü dün de sürdürdü ve galibiyete imza atan isim oldu. Bir başka ayakta kalan isim Gabriel Sara’ydı. Brezilyalı orta saha hem goldeki klas pasın sahibiydi hem de Torreira’ya birlikte göbeğin hâkimiyetindeki öncülüğünü sürdürdü. Sonradan oyuna dahil olanlardan Kerem Demirbay hep de bir katkıda bulunamadı, hatta gereksiz bir faulle Alanyaspor gibi özellikle Balkovec’le duran toplarda tehlike yaratan Alanyaspor’a fırsat verdi, Batshuayi de her zamanki gibi ‘gamsız kedersiz’ (!) görüntüsünü sürdürdü, vurduğu bir şut da ‘dağlara taşlara’ydı.
Alanyaspor ise elinden geldiğince ayakta kalmaya ve maçı en azından beraberlikle bitirmeye çabaladı. Mücadelenin sonlarında teknik direktörleri Fatih Tekke’nin heyecanı bu isteğin en belirgin göstergesiydi. Ama olmadı, özellikle Serdar Dursun’la çok önemli bir pozisyonu heba ettiler…
Öte yandan bu maçtan azade şu noktanın altını çizmek istiyorum; Okan Buruk sürekli maç trafiğinden ve oyuncuların yorgunluklarından bahsediyor. “Robot değiliz, insanız” diyor. Genel bir perspektifte haklı ama şöyle durumlar da var; günümüzde bu çok sevdiğimiz oyunun gerçek tanımı ‘endüstriyel futbol’. Bu tanımı yaratan sistemde size sürekli sahnede olmanızı, orada olmak kadar ayakta kalmanızı, bu yolla gelir elde etmenizi ve geleceğinizi sürdürecek bir oluşum yaratmanızı öneriyor. Özetle “Eğer bu hedefe inanıyorsanız ‘eğlence’ye katılın” diyor. Bu teklife zaten oyunun tüm bileşenleri hâkim; yöneticiler, teknik kadrolar, oyuncular, basın, taraftarlar, hepsi bu model hakkında neyin ne olduğu biliyor ve aslında her bileşenin bu modelin ortaya çıkmasında az ya da çok payı var (en azından ben bu kanıdayım diyeyim). Öte yandan takımlar, bu gerçeğin farkında olarak kadro genişliği oluşturuyor, hele hele ülkelerin öncü ekipleri her cephede başarılı olmak adına oyunu neredeyse ‘mühendislik ihtisası’na dönüştürüyor. Dolayısıyla Buruk’un fikstürden ve maç sıkışıklığından şikâyet etmesinin reel bir karşılığı yok. Hoş bizim gibi eski Radikal Spor kökenli bir ‘romantik’ olsa (!) kendisini anlayışla karşılardım da öyle birisi de değil.
Latife bir yana evet, futbolcular insan, robot değil ama bu oyuna neredeyse benim neredeyse lise-üniversite çağlarımdan beri bu türden tanımlar her daim getiriliyordu: “Stadyumlar eski Roma’daki eğlence biçimlerinin, kolezyumların günümüzdeki uzantıları, futbolcular da gladyatör” vs. gibi.
Ayrıca Okan Buruk’un şu açıdan sızlanmaya hakkı yok: zaten sana bu yarışlarda ayakta kal diye onca yıldız oyuncu alındı ve sunuldu. Çok çok büyük bütçelerle onca isim emrine verildi. Süper Lig’de yenmeye çalıştığın birçok kulübün hocasının böyle imkânları, böyle geniş kadroları yok. Avrupa’da zaten Young Boys gibi büyük bir felakete imza attın, peşi sıra Rigas Skola tökezlenmesi de yaşandı, bari iç sularda dokunuşunu hissettir; tıpkı deplasmandaki son Fenerbahçe galibiyetinde olduğu gibi…
Tekrar dünkü maç özelinden Galatasaray’ın genel manzarasına bakarsak tüm tökezlenmelere rağmen Sarı-Kırmızılılar ligin lideri, Avrupa’da fena bir konumda değil. Ama şimdiki görüntü pek iç açıcı değil. Milli Takım arası böylesi bir ortamda önemli bir nefes alma alanı yaratacak, çünkü Osimhen’in sakatlığının sona ermesi ve sahalara dönmesi bekleniyor. Nijeryalı yıldızın takıma ayrı bir hava, renk ve ruh getirdiği muhakkak… Bu açıdan en azından kâğıt üzerinde yakın geleceğe dair umutlar taze ve takım kimyasının değişebileceği olasılığı yüksek…