Birlikte yaşamayan, ortak çocukları olmayan, hatta birbirlerinin hayatından neredeyse habersiz çiftler… Yıllardır ayrı evlerde sürdürdükleri sessiz bir kopuş var ama iş resmi boşanmaya geldiğinde işler değişiyor. “Gel anlaşalım, bitirelim bu işi” diyen tarafa aniden saldırılar, ithamlar, namusa dil uzatan hakaretler. Eğitimli, kültürlü sandığımız insanların bir anda medeniyetini yitirmesi… Neden?
Medeni bir teklif bile, diğer taraf için “ben seçildim, terk edildim” anlamı taşıyabilir. Reddedilme duygusu egoya ağır gelir. Bazen mantıklı bir cümle, kişinin kendini değersiz hissetmesine neden olur. Tepki, savunmadan saldırıya döner.
Boşanma, taraflardan biri için “kaybettim” duygusu yaratır. “O mu buldu, o mu istemedi?” sorusu, kişinin gururunu zedeler. Bu yüzden saldırganlık çoğu kez karşıya değil, “kaybeden” olma korkusuna yöneliktir.
Yıllarca dile getirilmeyen kırgınlıklar, boşanma teklifinde patlar. O güne kadar söylenmeyen sözler, bir anda en ağır haliyle dökülür. Namusa dil uzatmak gibi ağır ithamlar bile aslında birikmiş öfkenin dışavurumudur.
Kültür, eğitim, statü… Bunlar günlük hayatta ince bir ciladır. Ama paylaşımı olmayan ilişkilerde bu cila çok incedir. Ayrılık anı, medeniyet maskesini düşürür ve insanın en çıplak, en ilkel yanını ortaya çıkarır.
Boşanma teklifine saldırgan tepki veren kişinin öfkesi çoğu kez karşı tarafa değil, kendi çaresizliğine yöneliktir. “Ben şimdi kimim?” sorusunun cevapsız kalışı, öfkeye dönüşür.
Ayrılığın en sert çığlığı çoğu zaman reddedilmenin değil, boşluğa düşen benliğin feryadıdır.