Merkez Bankası tamam, maliye bacağı aksıyor
Mehmet Şimşek’in önündeki fırsat penceresi yavaş yavaş kapanıyor. Devletin de vatandaş kadar kemer sıkmasını öngören, yapısal reformları, demokrasiye dönüşü de öngören bir program için artık son demler...
Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanlığı’na başlarken biraz da kendinden önceki dönemin baz etkisiyle, geniş kesimlerden büyük teveccüh görmüş ve destek almıştı. Ancak son dönemdeki gelişmeler o desteğin erimeye başladığını gösteriyor.
Şimşek görevdeki ilk günlerinde geçmiş dönemin hatalarının telafisi ve şeffaf bir yönetim modelinin hayata geçirilmesi yönünde güçlü mesajlar vermişti. Merkez Bankası yönetim kadrolarına yapılan atamalar da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şimşek’in yol haritasına desteği olarak algılanmıştı. Muhalefetten kimi ekonomistlerin de açıktan destek ilan ettiği, yabancı yatırımcının yıllar sonra Türkiye hakkında yeniden olumlu raporlar yayınlamaya başladığı bir döneme girilmişti.
Bununla birlikte bugünden geriye baktığımızda Şimşek’in bazı kritik fırsatları kaçırdığı fark ediliyor. Öncelikle Şimşek ekonomi yönetiminde kadro değişimi konusunda, kendi bakanlığı (bakan yardımcıları) dahil kritik kurumlarda (BDDK, SPK vb.) etkili olamadı. Piyasalar bunu “kademeli geçişin gereği” kabul edip bu konuya fazla takılmadı ama aslında önemliydi.
Merkez Bankası’na yapılan atamalar ilk başlarda çok olumlu karşılandı. Merkez Bankası’nın faiz artırımları ve makro ihtiyati düzenlemelerin sadeleştirilmesi gibi adımlarla istikrarı sağlayacağı beklentisi hakimdi.
Merkez Bankası, bir toplantıdaki sendeleme hariç, genel olarak faiz artırımlarında piyasa beklentilerini karşıladı. Faizler başlangıçta öngörülen seviyelerin de üzerine çıkarıldı. Ancak Merkez Bankası’yla ilgili hava da negatife dönmeye başladı.
Her şeyden önce Merkez Bankası aslında en başından beri para politikasının bileşenlerine ilişkin rehberlik sağlayacak bir iletişim kuramadı. Piyasadaki fazla likidite ve mevduat faizindeki gerileme gibi gelişmelerdeki duruşu net biçimde anlaşılamadı. Rezerv satışları dahil bazı konularda bir türlü şeffaflık sağlanamaması da soru işaretlerini artırdı.
Başkan Hafize Gaye Erkan’ın Hürriyet’te Ahmet Hakan’a verdiği söyleşi bütün bunların üzerine tuz biber ekti. Merkez Bankası Başkanı, Cumhurbaşkanı’na “Bize üç alan söyleyin, şahlandıralım” dediğini söylüyordu.
Merkez Bankası’nda bunlar yaşanırken piyasa (özellikle de yabancı yatırımcılar) Mehmet Şimşek’ten 2001 Krizi’ndeki “Güçlü Ekonomiye Geçiş” Programı gibi kapsamlı bir ekonomik program bekliyordu. Beklenen program bir türlü gelmedi. Şimşek adeta iletişimini para politikasıyla sınırlamış gibiydi, sanki faiz artışlarından ibaret bir program yürütülüyordu.
Hakkını yemeyelim, Mehmet Şimşek yabancı yatırımcıları Türkiye’ye dönmeye ikna etmek için yoğun çaba harcadı. Her ne kadar “para bulma amaçlı olmadığını” söylese de yabancı yatırımcılarla defalarca bir araya geldi. Ama sütten ağzı yanan yabancı yatırımcılar, çok kısa vadeli yatırımcılar hariç tutulacak olursa Türkiye’den uzak durmaya devam etti.
Sıklıkla şeffaflık vurgusu yapan Şimşek’in TÜİK meselesine hiç eğilmemesi de tuhaftı. Enflasyonla mücadelede başarı için halkın desteğinin sağlanmasının gereği ortadayken bu konuda hiçbir adım atılmadı.
Önceki gün açıklanan aralık ayı bütçe gerçekleşmelerinin ortaya koyduğu korkunç tablo ise son damla oldu. Yıllardır yüzde 3’ün altında kalan bütçe açığının milli gelire oranı, kamu harcamalarındaki patlama nedeniyle 2001 Krizi’nden bu yana ilk kez yüzde 5.4’e yükseldi.
Bu kadar büyük bir bütçe açığının enflasyonist baskı yaratacağı ortada olduğu için Şimşek’ten kamu harcamalarının denetim altına alınacağı yönünde net mesajlar bekleniyordu. Şimşek’ten “Valiler lüks araçları satıp Togg alsın”dan başka bir mesaj gelmedi. Halbuki makam araçlarına ayrılan paranın toplam kamu harcamaları içinde çok küçük bir tutar olduğunu yıllar önce kendisi söylemişti.
Mehmet Şimşek’in önündeki fırsat penceresi yavaş yavaş kapanıyor. Devletin de vatandaş kadar kemer sıkmasını öngören, yapısal reformları, demokrasiye dönüşü de öngören bir program için artık son demler…
Bunu yapıp yapamayacağı ayrı bahis. Ama sadece faiz artırımlarıyla Türkiye’nin “rasyonel zemine” dönemeyeceği ortada.