Uzun Yaşamın Kısa Hikâyesi: İlaç Endüstrisi Gerçekte Ne İstiyor?

11 Aralık 2025

Açılması Gitgide zorlaştırılan İlaç Ambalajları

Önce -sizden önce açılmadığını görmeniz için- kutusunun kapağına yapıştırılmış mukavemetli şeffaf bandı kartondan (veya şişe kapağının çeperinden) azimle ayırmanız gerekiyor. 

Sonra, tablete ulaşmak için, içine konuldukları küçük haznelerin üzerindeki sert örtüyü -tırnağınızı kırmadan- yırtmaya çalışacaksınız…

Buna benzer ‘tedbirler’ hep sizi sahte ilaçlardan korumak için. 

Çünkü ‘sahte’ (veya benzetilmiş) ilaçlar, kimse görmeden büyüyen bir ‘Suç Ekonomisi’.

Artık sadece bir sağlık sorunu değil bu; bir güvenlik, ekonomi ve etik sorunu.

Sahte ilaçların en büyük ironisi şu:

İnsan hayatının en kırılgan olduğu yerde, yani sağlıkta, hastalıkta, en acımasız pazar kuruluyor.

Ve en tehlikelisi:

Bu sorun görünmüyor, ses yapmıyor, haber olmuyor.

Ama o görünmez krizin bedelini, sessizce hayatı sönen insanlar ödüyor.

Dünya gerçeği görmezden gele dursun, sahte ilaç endüstrisi, artık uyuşturucu kartelleriyle yarışacak kadar büyük, tehlikeli ve örgütlü bir suç alanı.

En vahimi, bu pazar insanların bağımlılıkları üzerinden bile değil, hastalıkları ve çaresizlikleri üzerinden büyüyor.

Bu, bugün tıbbi kapitalizmin bir yüzünü ortaya seren bir skandal. 

Sahte ilaç üretimi ne zaman büyür?

Gerçek ilaç ulaşılamaz olduğunda.

Yaşlanmanın kader olduğu zamanlar geride kaldı. 

Son 20 yıldır biyoloji, yaşlanmayı ‘kaçınılmaz bir yaşam evresi’ olarak değil, ‘müdahale edilebilir bir süreç’, hatta bir ‘hastalık’ olarak anlamaya başladı.

Bilim bugün, hücrenin kendi kendini nasıl onardığını, hangi proteinlerin bizi yavaş yavaş çökerttiğini, hangi genlerin ömrü uzatabileceğini bir mühendis titizliğiyle inceliyor. 

Böyle olunca “uzun yaşam” artık büyük şirketlerin yıllık strateji sunumlarında yer alan bir başlık.

Ama bu hikâyede eksik bir şey var.

Uzun yaşam teknolojileri gelişirken, insanın kendi ömrüne dair duygusu, belki de ilk kez bu kadar manipüle ediliyor.

İlaç endüstrisinin ‘uzun yaşama’ (longevity) hedefiyle ilişkisi, modern tıbbın en tartışmalı alanlarından biri. 

“Uzun yaşam projesi” bizim ömrümüzü mü uzatmanın peşinde, yoksa kendi ömrünü mü, soru bu.

Yaşlanmayı Hastalık Gibi Görme Eğilimi’, hücresel yaşlanmayı yavaşlatan ilaçlar (senolitikler, mTOR inhibitörleri, NAD+ artırıcılar); kanser, alzheimer, diyabet gibi yaşlanmayla bağlantılı hastalıkların bütünsel modellenmesi; gen terapisinden kök hücre uygulamalarına kadar geniş bir Ar-Ge alanı oluşması gibi bilimsel yenilikler, doğal olarak uzun yaşam fikrini endüstrinin radarına soktu.

Kapitalist sistem için buradaki ekonomik motivasyon, uzun yaşam fikrinin dev bir Pazar oluşuydu.

İlaç endüstrisi ‘uzun yaşam teşvikini’ kendisi için yüksek kârlı bir pazar olarak görmekte geri kalamazdı.

Dünya nüfusu hızla yaşlanıyordu…

Bu da bir ek dosya olarak gündem yapıldı. 

60 yaş üstü nüfus sağlık harcamalarının büyük bölümünü oluşturuyordu. 

Kronik hastalıklar, uzun süreli ilaç kullanımı demekti. 

Healthy aging”, “anti-aging”, “longevity clinics” gibi sektörler milyarlarca dolarlık yeni pazarlar açtı. 

Yaşam süresinin uzaması; diyabet, hipertansiyon, osteoporoz gibi sürekli yönetilen hastalıkların pazarını daha da büyütüyordu. 

Bu nedenle bu gidişatı eleştirenler, endüstrinin asıl hedefinin “ömür uzatmak” değil, “tedavi süresini uzatmak” olduğunu öne sürdü.

Daha acı bir ifade: 

Uzun yaşama değil, uzun süre müşteri olmaya yönelik bir yapı mıydı bu oluşturulmaya çalışılan?

Etik-Politik Gerilim, “Kimin İçin Uzun Yaşam?” sorusuyla geldi.

Geliştirilen uzun yaşam teknolojileri kimin için olacaktı? 

İlaç işini büyütmenin mucidi Rokefeller, o konuda gene kendisi öncülük edip, yüz yaşına kadar yaşamak için neleri denememişti ki! 

Yüksek maliyetli gen terapileri, yaşlanma karşıtı deneysel tedaviler şu anda elit bir azınlığın erişiminde. 

Uzun yaşam teknolojilerinin eşitsizliği artırma riski çok yüksek. 

Sağlık mı, yoksa yaşam süresinin metalaşması mı?” sorusundaki kaygı hiç yersiz değil. 

Bazı düşünce insanları, sonsuz gençlik saplantısının bir neoliberal verimlilik ideolojisi olduğunu savunuyor. 

Şu açık: Eğer uzun yaşam projesinden vaz geçilirse, bu da ilaç pazarının daralma anlamına gelir. 

Bu yüzden bazı eleştirmenler, endüstrinin gerçekten “hastalıkları ortadan kaldıran” değil, “onları yönetilebilir kılan” çözümlere yatırım yaptığını söylüyor. 

Yani amaç: ölümü geciktirmek değil, süreci uzatmak.

Tartışma da yalnızca tıbbi-ekonomik değil; aynı zamanda varoluşsal:

Daha uzun yaşam, daha iyi yaşam anlamına gelmiyor. 

Teknolojik olarak yaşamı uzatma hırsı,yaşamı anlamlandırma” sorusunu anlamsız yapabilir. Bu da başka bir insan istemek demek.

Modern insanın, ölümü bir yazılım bugı gibi görmeye başlayan zihniyeti, ilaç endüstrisinin hedefleriyle uyumludur.

Modern zamanların röntgenini çeken düşünür Ivan Illich’in ‘modern tıp kendi başına hastalık yapıcıdır.’ demişti. 

Onun meşhur uyarısı tam da bu noktada akla gelir:

“Tıp, sınır aşıldığında insanı iyileştirmeyi bırakır; varoluşunu düzenleyen bir güce dönüşür.

Kısacası:

Bilim yaşlanmayı yavaşlatabilir…

Endüstri bunu satılabilir hâle getirir…

Politika kimlerin erişeceğine karar verir. Bunlar olur.

Neden-sonuç ilişkisi diye bir şeyi unutmadan düşünen-yazanlar bize şunu söylesin:

Bütün bunlar, bu bumerang neyin nesi?

Biz de kendimize şunu sormalıyız:

Zor bela uzun yaşamak mı istiyoruz…

Yoksa manipüle edilmeden, doğru- dürüst bir hayat mı?

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.