
Siyaset meydanı hiçbir zaman boş kalmaz.
Çünkü pehlivanı çoktur.
Onlar için davullar her sabah televizyonlarda ilk haberlerle birlikte erkenden çalmaya başlar.
Zurnalar çatlamaması için ısıtılır, akşam programlarında tekrar çalınacaktır.
İki kişinin yan yana geldiği her yerde- özellikle kıraathanelerde ve meyhanelerde- mutlaka meydanlar, ‘siyasi güreşler’ konuşulur.
Ama kispet giyilmez.
Zaten insan kispet giymekle pehlivan da olmaz.
Sonunda, ‘Meydan’ dediğimiz, güreşin değil ‘anlatıların’ yeridir.
Sesi çok çıkan, ite kaka öne çıkmayı başaranlara, çok abartı kokarsa, bazan yalancı pehlivan dendiği de olur; tabii yüzlerine karşı değil.
Onların gücü koldan değil, kelimeden aldığı sezilmiştir.
Halk buna ‘çene kuvveti’ der.
Bazıları, sürekli geçmişte bileğinle kazandığını düşündüğü bir müsabakayı anlatır.
Yenilgilerin nedeni de “hakemlere”, “hava şartlarına”, “ahaliye”, hatta “ihanete” bağlanır.
Halk, bu tür pehlivan tefrikalarını ezbere bilir.
Bildi bileli aynı lâflar, aynı bağırış, aynı öfke…
Ama tuhaf bir sadakat vardır bu tekrarda.
Çünkü göze kestirilmiş bir pehlivan kaybederse, külliyen ‘halkın da kaybetmiş sayılacağından’ korkulur.
Çünkü ortadaki güç, sınanan bir şey değil; vehmedilen bir şeydir.
Yalancı pehlivanlık hikâyenin tam burasında ortalıkta belirir.
Kaslar pek yoktur belki, ama nefes el-hak kuvvetlidir.
Geçmişte kazanıldığı söylenen güreşler, tekrar tekrar, uzun uzun anlatılır.
Kayıpların neden kaybedilmediğine -çünkü aslında doğru dürüst güreşilmediğine– hiç girmeden.
Zamanla meydan, bir “Gerekirse…” alanına dönüşür.
“Gerekirse…” denir, ama o ‘gerek’ her zaman gelmez.
Eğer ‘gerek’ gelirse, sözün hükmü biter, iş başa düşer.
Toplum bu oyuna alışıktır.
Sonuç alınmadığı hâllerde, toplumdan sabır istenir.
Her yenilgi, ‘daha büyük bir mücadelenin hazırlığı’ olarak kabul edilir.
Beklentiler ileriki zamana yayılır. Verilmiş ümitlere ilişkin sorumluluk kısa bir sürede buharlaşır.
Bu da epey bilinen bir şeydir.
Halk adına konuşanların, sonunda halkın yerine konuşmaya başladığını en iyi “Yurttaş Kane” anlatır.
O filmde Charles Foster Kane gazeteciliğe şu iddiayla başlar:
“Halk için konuşacağım.”
Ama film ilerledikçe, önce ‘halkın sesi’ olur, sonra ‘halkın öğretmeni’.
En sonunda ‘halkın yerine geçen biri’ hâline gelir.
Bu, modern popülizmin erken bir alegorisidir.
Sinema eleştirmenlere göre filmdeki alegori şudur:
Tek bir lider, tek bir gazete, tek bir gerçek yoktur.