Cornwall’ın taşlarıyla Adıyaman’ın dağları arasında, bir sanatçı yavaş yavaş kendi sessiz atlasını açıyor
Bir çekmecede ne biriktirir insan?
Hayatının acemiliklerini, babasından kalan bir saati, kırık bir aşkın sızlayan bir kalbin fotoğrafını, başladığı ama bitiremediği bir mektubu, belki de kendisine yazıp da hiç okumadığı bir notu…
Bir çekmecenin içi kadar sessizdir bazı sanatçılar.
Açar açmaz sizi bağıran bir renge, bir iddiaya, bir gösterişe değil yıllarca unutulmuş bir kâğıt kokusuna, taş tozuna, bir dağın omzundan düşmüş solgun bir parçaya teslim ederler.
Ahmet Doğu İpek o sanatçılardan biri.
Geçen gece Galeri Nev’in Mısır Apartmanı’ndaki sıcak çatısı altında,
Sound of the Ground-Face of the Stone/Yerin Sesi-Taşın Yüzü adlı monografisinin lansmanı ve Çekmecedekiler başlıklı özel sunumu vardı.
Bu iki buluşma, sanatçının sessizliğini değil, o sessizliğin içindeki yankıyı yalnızca eserlerini değil, hayatta sakladıklarını da bize gösterdi.
İpek’in çekmecesinde, taş kırıntıları, pigment kalıntıları, eskizler, koyu bir geceden düşmüş gibi duran mürekkep örnekleri, “bir gün belki işe yarar” diye saklanan kâğıt parçaları var. Bir sanatçının değil, sanki bir jeoloğun çekmecesi. Zamanın stratigrafisini tutuyor.

İpek, geçtiğimiz yıl Tate St. Ives’in rezidansına kabul edildiğinde pek çok kişi bunun bir “yeni dönem” olduğunu söyledi. Oysa St. Ives, bir sanatçı için yalnızca yeni bir coğrafya değil, aynı zamanda bir sınavdır.
St. Ives, Avrupa kıtasının son nefesi gibidir.
Bir uçurum çizgisi, bir kıtanın bittiği yer.
Sonrasında yalnızca okyanus, sis, tuz ve rüzgâr vardır. Gün ışığı yirmi ayrı griyle açılır sabah denize bakan kayalıklar öğlen başka, akşam büsbütün başka renge bürünür.
İpek’in suluboyalarındaki solgun gece lekesi, o mürekkep pıhtısı, buharlaşmış gölgelik tam da bu ışığın çocuğudur. Kâğıda sinmiş granit tozu gibi duran karanlık katmanlar, sanki Anadolu’nun Adıyaman dağlarıyla Cornwall’ın taşları arasında bir sessiz anlaşma kurar.
Ahmet Doğu İpek sanatı St. Ives ile buluştuğunda ona coğrafyanın derin zamanını gösterdi, denizin aşındırdığı kaya yüzeyleri, mineralin içindeki ışık, taşın bin yıllık suskunluğu…

Bir sanatçı bir taşla konuşabilir mi?
Belki de onun yaptığı tam buydu. O, Nemrut’un dağlarında binlerce yıl önce kazınmış Komagene Krallığı’nın topraklarında doğmuştu. Belki de o yüzden St.Ives’de yarattığı eserlere Yaşar Kemal’den esinle Yer Demir Gök Bakır adını verdi. St.İves yolculuğunun son halkası, 18 Ekim’de Tate St Ives’te açılan “Iron Earth, Copper Sky” sergisiydi. Tate’in direktörü Anne Barlow’un küratörlüğündeki bu sergi, sanatçının Porthmeor Studios’taki residency sürecinin doğal uzantısı olarak şekillendi. İpek’in, St. Ives’ta geçirdiği zaman boyunca kayaları, madenleri, dalgaları ve değişken gökyüzünü gözlemleyerek doğu ile batı, yer ile gök arasında dolaşan geçirgen bir görsel dil kurdu. Eserleri adlarını, St. Ives’ın koruyucu azizesi St. Eia’dan aldı.
Tate, şüphesiz yalnız İngiltere’nin değil, çağdaş sanat dünyasının da en seçici kurumlarından biri, 20. yüzyıl modernizmini doğayla, ışıkla ve coğrafyayla yeniden düşünmek için kurulmuş bir sığınak. Oraya davet edilmek, bir sanatçının yalnızca üretimini değil, düşünme biçimini de onaylatmak demek.

Ve düşündüm:
St. Ives’in o uç noktadaki kayalıkları New York’a MoMa’ya doğru bakıyor olabilir miydi? Neden olmasın? Ben dileğimi buraya yazdım.
Sonuçta tarihsel hat hep aynı değil midir?
Paris, Londra, New York…
O çizgiden geçmiş sanatçılar var,
Virginia Woolf, çocukluğunun ilk on üç yazını St. Ives’de geçirmişti;
“Deniz Feneri” romanının ışığı oradaki sabahlardan doğmuştu.
Joan Jonas, Bill Viola, Nam June Paik…
Şimdi de Ahmet Doğu İpek, o hattın yeni bir noktasında duruyor.
Bu yolun başlangıcı da Paris’ti aslında.
İpek, 2018’de Cité Internationale des Arts rezidansına davet edilmişti yani Avrupa sanat dünyasının kalbinde, onlarca Nobelli yazar ve çağdaş sanatçının üretim yaptığı o tarihi atölyelerde. Paris’ten St.Ives’e, oradan okyanusa uzanan bu hat, onun sanatının kendi sessiz coğrafyasına benzeyen bir güzergâh gibi, sabırlı, derin, katmanlı.
Eserlerindeki sessizlik, MoMA’nın sevdiği sessizlikle akraba.
Karanlık lekeler Agnes Martin’in dinginliğiyle, Vija Celmins’in gece göğüyle, Richard Serra’nın mürekkep ağırlığıyla konuşuyor.
İpek’in St. Ives’ten New York’a uzanan bakışı bir iddia değil, sadece doğal bir güzergâh.
Bazen bir sanatçı bağırarak değil, taşın yüzeyindeki en ince çizgiyle yol alır.

“Çekmecedekiler” aslında bir sergi değil, bir iç dünya haritası. Ahmet Doğu İpek’in açtığı o çekmece, kendi sanatının mühürlü defteri, biriktirdiği geceler, acemilikler, sakladığı taşlar, kırılmasın diye cebine koyduğu fikirler, yarım kalmış notlar ve belki kimseye söylemediği bir gölge.
Sanatçılar genelde finali gösterir.
İpek ise başlangıcı gösteriyor, sanatın en mahrem alanını çekmeceyi…
Belki de çekmece dediğimiz şey, taşın yüzüyle, kâğıdın sesiyle aynı şeydir bir şeyin saklanarak korunması, bir çizginin henüz doğmadan önceki hâli.

Ve geçen gece, o çekmece açıldığında düşündüm. Bazı sanatçılar kıtaların içine saklanır, bazılarıysa kıtaların kenarına gider Avrupa’nın en ucuna, denizle taşın birbirini sessizce izlediği o uç noktaya.
Ahmet Doğu İpek’in çizgisi işte oradan başlıyor.
Belki Atlantik’in öte ucuna,
MoMA’nın koridorlarına kadar uzanacak bir yol bu.
Ama o acele etmiyor.
Taşlar acele etmez.
Sanatçılar da etmemeli.

Haldun Dostoğlu’nun anlattığına göre, İpek’le 14 yıl önce bir gazetede gördüğü işi sayesinde tanışmışlar. O günlerden bugüne gelmişler, bugün, sanatçının hayatımın da editörü dediği Nilüfer Şaşmazer’in editörlüğünde, Esen Karol’un tasarımıyla hazırlanan bu kapsamlı kitap on yıllık bir sanat yolculuğunu belgeleyen sessiz ama görkemli bir dönüm noktası.
Sibel Bozdoğan, Shumon Basar, Duygu Demir, Ariane Koek, Tilo Schulz’un metinleri ve Selen Ansen’in şiiri kitabın damarlarını oluşturuyor, Hadiye Cangökçe’nin fotoğrafladığı bu atlasın görsel hafızası 3 yılda kurulmuş. İlk lansmanı Ekim’de Tate Modern’de yapılan kitabın İngilizce edisyonu Mousse Publishing, Türkçe edisyonu Galeri Nev İstanbul tarafından yayımlandı.
Ve Galeri Nev’deki “Çekmecedekiler”, belki de o uzun yolun en kişisel, en insani, en sessiz durağı olarak hatırlanacak. Bir gün MoMa’yı gezerken bizlerde ” oradaydık” diyerek gururlanacağız.
Ahmet Doğu İpek’in sözleriyle bitireyim:
“Gri ve turuncuya boyanmış bir gökyüzünün altında… kelimeler dudaklarımdan kendiliğinden döküldü, yer demir, gök bakır …Paslanmakta olan bir dünyanın en doğru tanımı buydu sanki.”
*Ahmet İpek Doğu’nun Iron Earth Copper Sky sergisi 8 Mart 2026’ya kadar Tate St.İves’de.
*Çekmecedekiler Galeri Nev’de 29 Kasım’a dek.
13 Aralık 2025 - ‘Post-truth’ çağına direnen bir kahraman: The New Yorker dergisi
23 Kasım 2025 - Ahmet Doğu İpek’in Çekmecelerinde Ne Var?
9 Kasım 2025 - Tomris Uyar, Ajda Pekkan ve Komet Mudo reklamında nasıl buluştu?
6 Kasım 2025 - Kral Yeni Belediye Başkanını Hapse Atar mı?
26 Ekim 2025 - Jeff Koons’un İlham Perisi Porno Yıldızı Karısı Mıydı?