Piyano Başında 50 Yıl: Fazıl Say’la Çorlu’da: Evrendeki iyilikten vazgeçmeyelim

Fazıl Say’ın inanılmaz bir konser-turne programı var. Daha iki hafta önce Prag’da, onun ardından Londra’daydı. Şimdi Çorlu’da, birkaç gün sonra ise önemli bir yeni eserinin prömiyeri için İstanbul’da olacak. Bu trafiğin ortasında Fazıl Say ile Çorlu’da buluştuk ve konuştuk.

21 Aralık 2025

İstanbul’dan Çorlu’ya taşındığımızda iki yaşındaydım. Sanırım ilkokul birinci sınıftaydım okuma yazmayı yeni öğrenmiştim, bir gün Pazar konserini izlerken bir arya duydum. O kadar çok beğendim ki melodisini aklımda tutabilmek için defterime “lallaa lallallaa” diye yazdım. Ama bu aryanın ne olduğunu Çorlu’da bana anlatacak kimse yoktu. Çocuk aklıyla, notası olmayan bir melodiyi nasıl anlayabilirdim ki? La Traviata ile böyle tanıştım. Aradan yıllar geçti bugün dünyanın en ünlü sanatçılarından biri Çorlu’da!

Bazı hayatlar, yaşandıkları çağdan bağımsız düşünülemez.

Fazıl Say’ın hayatı da onlardan biri. Çocuk yaşta başlayan müzik disiplini, erken yaşta sahne, dünyaya yayılan bir konser trafiği ve bütün bunların içinde hiç eksilmeyen yaratıcılık ve sorumluluk duygusu… 

Fazıl Say için müzik, hiçbir zaman yalnızca notaların düzeni olmadı; yaşadığı çağla kurduğu bir hesaplaşma biçimiydi. 3 Aralık’ta Prag Senfoni Orkestrası ile sahnedeydi. Aradan birkaç gün geçti, bugün Çorlu’da. Avrupa’nın büyük konser salonlarıyla Türkiye’nin taşra sayılan kentleri arasında kurduğu bu ritim, onun müziğe ve hayata bakışını özetliyor sanki. 

Benim için Çorlu’nun anlamı daha kişisel, çocukluğumun geçtiği, ailemin hâlâ yaşadığı şehir. Bu nedenle Fazıl Say’la burada konuşmak, yalnızca bir röportaj değil zamanın, mekânın ve hafızanın kesiştiği bir karşılaşma.

Piyano başında geçen elli yılın ardından hâlâ yeni eserler, hâlâ yeni sorular var. Mozart ile Mevlânâ’yı buluşturan bir prömiyer, iklim krizine adanmış besteler, yapay zekânın sanatı tehdit eden yönlerine karşı yükselen sert bir itiraz… Fazıl Say’la yalnızca müziği değil bir sanatçının yaşadığı çağa karşı sorumluluğunu da konuştuk.

30 yıldır, dünyanın her yerinde

Piyano başında 50 yılı geride bıraktınız. Bu yolculuk nasıl başladı, bugün nereye geldi?

Fazıl Say: Beş yaşında Ankara’da piyanoya başladım. Hocam Mithat Fenmen’di. O yıllarda ilkokuldan sonra konservatuvar başlardı; 17 yaşıma kadar bu şekilde devam ettim, ardından Ankara Devlet Konservatuvarı’nda öğrenim gördüm. Çok değerli hocalarla çalıştım. Sonra Berlin’e gittim. Uluslararası yarışmaları kazanmaya başlayınca konser hayatım da başladı. Son otuz yılda dünyanın her yerine gitmeye başladım. Yirmi beş yaşımdan beri bu konser trafiğiyle yaşıyorum.

Türkiye’nin her yerine gidiyorum

Bu yoğun uluslararası tempoya rağmen Türkiye’de her yerde konser vermeye devam ediyorsunuz. Bunun sizin için özel bir anlamı var mı?

Fazıl Say: Türkiye’nin aydınlanmasına çok değer veriyorum. O nedenle Türkiye’nin her yerinde konser vermeye çalışıyorum. Büyük-küçük demeden… Türkiye’deki konserlerimde hem kendi hayatımdan hikâyeler hem de Türkiye’nin hikâyesinden bir geçit sunuyorum. Edebiyatla müziğin buluşması benim için çok kıymetli. Bu yüzden konserlerimde şarkılarım da oluyor.

Müziğin nasıl karşılandığı önemli

Çorlu konserine ilgi çok yüksekti, biletler hızla tükendi. Bu sizi şaşırttı mı?

Fazıl Say: Evet, açıkçası çok büyük bir sürpriz oldu. Biletler bir günde bitti, ikinci konseri açtık, o da hemen tükendi. Çok güzel bir şehriniz var, 350 bin nüfuslu ve çok güzel bir konser salonu var. Belli ki sanata da ilgi yüksek. Klasik müzik ve caz müzisyenlerinin buraya daha sık gelmesi gerekiyor. Ben de demek ki daha sık gelmeliyim ve yeniden geleceğim. 

3 Aralık’ta Prag Senfoni ile çaldınız, ardından Londra’daydınız, şimdi Çorlu’dasınız. Bu geçişler size ne hissettiriyor?

Fazıl Say: Ben büyük-küçük demeden her yerde konser vermeye dikkat ediyorum. Sahnenin nerede olduğu değil, müziğin orada nasıl karşılandığı önemli. Bir gün Avrupa’da, birkaç gün sonra Türkiye’de olmak benim için doğal bir akış.

Evrendeki iyilikten vazgeçmeyelim

27 Aralık’ta İstanbul’da Mozart ve Mevlânâ’yı bir araya getiren yeni bir eserinizin prömiyeri var. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Fazıl Say: Bu, korolu ve orkestralı yeni bir eser. Büyük Batılı müzisyen Mozart ile büyük Doğulu düşünür Mevlânâ’nın buluştuğu bir yapı. Dünyanın uzun yıllardır temel sorunu Doğu ile Batı’nın uzlaşamaması, ötekileşmesi, kutuplaşması. Ben de bu eserle, gerçekçi ve doğru adımlarla aynı dünyayı, aynı dostluğu paylaşmanın mümkün olduğunu anlatmak istedim. Dünyaya bir mesaj vermek lazım ki bu katliamlar, ölümler sona ersin ve güzel bir dünyada yaşayabilelim. Evrendeki iyilikten vazgeçmeyelim. 

Mozart ile Mevlana arasında bir bağ var

Mozart ve Mevlânâ’yı yan yana getirmek cesur bir tercih. Sizce onları ortak özelliği nedir?

Fazıl Say: İkisi de kendi dönemlerinin büyük hümanistleri. Bu albümde Mozart’ın Requiem’iyle bir bağ var benim eserim onun devamı gibi. Mozart’ın bazı temalarına göndermeler yaptım. Mevlânâ tarafında ise “yedi öğüt” ve “yine gel” çağrısı var. Bu bir tür çağdaş oratoryo. Özellikle Türkçe olmasını istedim. İngilizce ya da Farsça da yapabilirdim ama bu mesajın buradan yükselmesini istedim. Dostluğa ulaşmak için bu eserlerle deniyoruz, umarım bir gün olur. Burada yapmak istediğim artık dünyada dostluğa ulaşılması, biz sanatçılar yarattığımız eserlerle bunu deniyoruz umarım bir gün olur. 

İklim krizine sessiz kalamayız

Mother Earth adlı eseriniz de dünyadan sonra ilk kez burada seslendireceksiniz. Bu eser sizin için ne ifade ediyor?

Fazıl Say: Mother Earth iklim krizi konulu bir eser. Piyano ve koro için yazıldı. Osaka’da, Prag’da, Londra’da, Budapeşte’de çaldım. İklim krizi artık hayatımızı doğrudan tehdit eden büyük bir sorun. Buzulların erimesi, orman yangınları, iklimlerin değişmesi… Bunlar insan yaşamını ciddi şekilde etkileyecek. Sanatçı olarak buna sessiz kalamayız. Sanat eserleriyle mesaj vermek, uyarmak zorundayız. Sanat güçlü bir formasyondur insanlık sanat etrafında toplanınca güç büyür. Geç kalınmadıysa…

Söz söylemiş biri olarak anılmak isterim

Bir sanatçının yaşadığı çağ karşısında sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?

Fazıl Say: Kesinlikle. İnsanlık adına, toplum adına sanatçının gerektiği yerde sözünü söylemesi gerekiyor. Kaz Dağları’ndaki konserimi iyi ki yaptım diyorum. Önemli olan yaşadığımız toplum için gerekeni yapmak.

Bundan 40–50 yıl sonra nasıl anılmak istersiniz?

Fazıl Say: Yaşadığı çağa değer vermiş, iyi bir müzisyen, iyi bir sanatçı olarak anılmak isterim. Nazım Hikmet gibi, Yaşar Kemal gibi söz söylemiş biri olarak…

Yapay zeka müzik yapmıyor

Yapay zekânın müzik alanında giderek daha fazla kullanılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Fazıl Say: Yapay zekânın insana katkı sağladığı, hayatı kolaylaştırdığı alanlar var buna kimse itiraz etmiyor. Ama “yapay zekâ beste yapıyor” derseniz, hayır, yapmıyor. Yapılmış tüm bestelerden bir algoritma oluşturup insanların ürettiklerini çalıyor. İngiltere’de bin sanatçı bir araya gelerek hükümetin yapay zekâ telif hakkı tasarısını protesto etmek için sessiz bir albüm yayımladı. Çok zekice bir işti. Yapay zekâ insan üretimini kopyalıyor ama o insani hassasiyet, o damak tadı yok. Bu yüzden onun yaptığı müzik ya da edebiyat değil.

Asıl tehlike nerede sizce?

Fazıl Say: Eğitimsiz kulaklar için fark kalmıyor. Hangisi Mozart, hangisi yapay zekâ anlaşılmaz hâle geliyor. Oysa müzik, insanın yaşamakla, isyanla, çağrıyla kurduğu bir bağdır. İnsansız müzik olmaz. Er ya da geç bunun önüne geçilmeli. Dünyada protestolar artıyor, ben de bunu ilk dile getirenlerden biriyim. Yeter artık. Her şeyimizi kontrol ediyor, sanattan hayatını kazananları sanatçıları da yok ediyor. Bundan para kazanmak isteyenler yapay zekâ ile her şeyi yapacaklarını zannediyorlar, umurlarında değil sanat ya da sanatçı ne olacak nasıl geçinecek diye kaygıları yok. 

Biraz da Fenerbahçe…

Sohbetin sonunda bir cümle geliyor “On yıldır Fenerbahçe şampiyon olamadı,” diyerek hayıflanıyor, gülüşüyoruz. Büyük meselelerin arasında küçük ama tanıdık bir Türkiye hâli. 

Dün Avrupa’da, bugün çocukluğumun geçtiği şehirde. Salon dolu, ilgi yüksek. Konser öncesi çocuklar Fazıl Say’ın piyanosuyla fotoğraf çektirmek için sıraya girmiş.  Fazıl Say sahneye çıkarken, piyano başında geçen elli yılın yalnızca bir kariyer değil, bir tanıklık olduğunu bir kez daha görüyorum. Ses’den Nazım’a, Murathan Mungan’dan Metin Altıok’a… Müziğin dünyayı tek başına kurtaramayacağını biliyor ama iyiliğin, dostluğun ve insan sesinin kaybolmaması için hâlâ sahnede.

Ve belki de tam bu yüzden, bu yolculuk hâlâ bitmiş sayılmıyor.

Yanından ayrılırken binlerce melodiye can veren elini hafifçe sıkıyorum, çünkü biliyorum ki o eller dünyanın sorumluğunu taşıyor, incinmemeli. Sanatı ve sanatçıları hor gördüğümüz bu çağda hepsi eşsiz. 

Fazıl Say’ın müziği yalnızca teknik bir ustalık ya da evrensel bir dil değildir. Aynı zamanda bir aidiyet hâlidir de. Mozart’la Mevlânâ’yı yan yana getiren de iklim krizine Mother Earth ile seslenen de yapay zekâ ile savaşan da bu aidiyet ve sorumluluk duygusudur. Sahnedeki alkış bitse de o bağ kopmaz. 

Nazım Hikmet’in dizelerinde söylediği gibi:

Sen şimdi yalnız saçımın akında,
Enfarktında yüreğimin,
Alnımın çizgilerindesin memleketim,
Memleketim,
Memleketim…

Fazıl Say’ın piyano başında geçen elli yılı da biraz böyle okunmalı. Ayakta alkışlandığı salonlar dünyanın en ünlü salonları olabilir ama yüreğinin ritmi hâlâ buradan atar. Dün Prag’daydı, bugün Çorlu’da. Yarın Berlin Filarmoni’de…

Ama müzik bitince geriye kalan şey değişmiyor bir sanatçının, memleketiyle ve dünya ile kurduğu kopmayan bağı ve sorumluluk duygusu. 

Dünyanın en ünlü salonlarında ayakta alkışlansanız da yüreğiniz hep memleketinizde…

Trakya’ya hoş geldin Fazıl Say, yine, yeniden seni bekliyoruz…

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.