Ortadoğu'daki savaşın yayılma ihtimali hem dünyayı hem de Türkiye ekonomisini etkiliyor. Ancak bu da yetmiyormuş gibi Erdoğan’ın 'İsrail’in bundan sonraki hedefinin Türkiye olacağı' sözleri de korkuyu büyütecek ve tabii faturası da olacak...
Bölgedeki savaşın yayılma ihtimali artınca hafta başından bu yana hem dünya hem de Türkiye ekonomisi olumsuz etkilenmeye başladı. Bu da yetmiyormuş gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TBMM açılışında “İsrail’in bundan sonraki hedefinin Türkiye olacağı” sözleri piyasaları ister istemez tedirgin etti. Henüz enflasyonun ateşi bile söndürülmeden, bıçak sırtı bir ekonomik program uygulaması varken, birinci elden ‘savaş korkusu’nun yayılmasının önce ekonomiyi vurması kaçınılmaz olacaktır.
Erdoğan’ın bu sözleri niye ettiğini, amacının ne olduğunu bilmek, en azından şimdilik, mümkün değil. Dış politika uzmanlarının değerlendirmelerine bakarsak; böyle bir ihtimal küçümsenecek kadar düşük görülüyor. Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğu hatırlatılarak, İsrail’in en büyük destekçisi Batı ülkelerinin, böyle bir şeye izin vermesinin mümkün olmadığı da doğal olarak konuşuluyor. Muhalefet partileri de ne olduğunu pek anlamış değil. CHP lideri Özgür Özel, ”Bizim bilmediğimiz istihbaratları varsa TBMM toplansın, kapalı oturumda bize bilgi verilsin” dedi. Bir başka lider ise bunun popülist bir biçimde savaş korkusu yaratmak anlamına geldiğini söyledi.
Peki Cumhurbaşkanı bu korkuyu neden yayıyor, bunun arkasında bir plan var mı? AKP’yi iyi bilen siyasi analist arkadaşlara sorduğumda, bunun her zamanki ‘korku, güvenlik endişesi yaratma’ taktiğinin tekrarlanması olduğunu söylüyorlar. Erdoğan’ın iki yıl daha seçim olmayacak hesabı yaptığını, bu iki yıl içerisinde sürekli erimeye devam eden tabanını tutmak için başka çaresi olmadığı için yine aynı yolu denediği tahminlerini ilettiler.
Uygulanan ekonomik programın yarattığı sıkıntıların partide ve kendi tabanında rahatsızlık yarattığını, artık bu rahatsızlığın tabandaki erimeyi hızlandırdığını gören Erdoğan’ın her zaman sonuç aldığını gördüğü yola tekrar başvurduğunu kaydediyorlar. AKP’lilerin de İsrail’in böyle bir tehlike oluşturmadığını bildiği durumu ‘aynı senaryo’ diye gördükleri belirtilirken o nedenle kimsenin bu söylemi köpürtmediği söyleniyor. MHP lideri Bahçeli’nin de aynı korkudan söz ettiğini hatırlatan bir analist ”Zaten iki liderin birden bunu söylemesinin, ittifak olarak karar verilen bir taktik olduğunu gösteriyor” diyor.
Bu arada aynı analist geçenlerde Erdoğan’ın “Nasıl Libya’ya girdiysek” diye başlayıp Yunanistan’a da, İsrail’e de gireriz dediğini hatırlatarak, bu söylemin tümüyle eriyen tabanı tutmak için tekrarlandığını kaydetti. “Oraya da buraya gireriz” gibi sözlerin Batı tarafından da artık ciddiye alınmadığını kaydeden aynı uzman “Onlar da alıştı Erdoğan’ın söylemlerinin altının boş olduğuna. Zaten ciddiye alsalar, bu sözler üzerine tüm uluslararası organizasyonların AB’nin, BM’nin, NATO’nun harekete geçmesi beklenirdi” şeklinde konuştu.
Özet olarak daha önce başka nedenlerle yapılmış olsa da son dönemdeki bu korku salma ve hamasetin ekonomik programın yarattığı sıkıntıların tabanda yarattığı erimeyi durdurmak adına yapıldığı görüşü hakim. Peki bu nedenle söylemiş olsalar da bunun uygulanan ekonomik programa zarar verdiğini görmüyorlar mı? Bunu da aynı analistlere sorduğumda “Erdoğan kendi hesabına bakıyor, Mehmet Şimşek’in zor durumda kalmış olması onun için önemli değil ki. Zaten böyle kaygısı olsa, bu sözlerin ekonomik programa zararı olur mu diye sorması lazım” şeklinde yanıt verdi.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Batı’daki karar alıcılar artık bu tür söylemlere takmasa bile, yabancı sermayenin bu tür korkular üzerine Türkiye’ye gelmek konusunda çekingen davranacaklarını görmüyor mu? Belli ki Bakan Şimşek de alıştı, birileri ortalığı kırıp döküyor, arkasından toplamaya çalışıyor ve buna alışmış durumda. Bir analist Erdoğan’ın Şimşek’i ‘elinde hesap makinası ile dolaşan bir bürokrat’ olarak gördüğünü söylemişti. Bu algıyı yaratan da belli ki “Şimşek’in sürekli ekonomide iktidarın arkasını toparlama görevine alıştığı” izlenimi vermesi.
Peki, tüm küresel ekonomiler gibi biz de zaten bölgedeki savaş tehlikesinden olumsuz etkilenirken, üstüne ”Bize de tehdit var” demenin bu korkuyu büyütmenin faturası olmayacak mı? Her şeyden önce petrol fiyatlarındaki artış hisse senedi piyasalarındaki riskten kaçınma eğiliminin gösterdiği bozulma, tahvil faizlerinin etkilenmesi gibi sonuçlar herkes gibi bizim için de geçerli.
Bunun üzerine enflasyonla mücadele programı uygulanırken bize özgü yabancılar nezdinde yaratılacak çekingenliğin ek sonuçları da olacaktır. Örneğin, önümüzdeki dönem için faiz indirimlerinin gecikmesi sonucu çıkabilir. Yükselen rezervlere rağmen her an canlanmak için fırsat bekleyen dövize talebin yeniden artmasına neden olma tehlikesi de var. Tüm bunlar ekonomik programın sıkıntılarının da daha uzun süre devam etmesi iş dünyasının bundan iyice bunalması anlamına da gelebilir.
Zaten ekonomi yönetiminin rezerv telaşı nedeniyle kurları fazla artırıp enflasyonla mücadelede gevşek davrandığını dün de söylemiştik. Bir de bunun üzerine döviz talebinin artması, yabancı sermaye çıkışının yüksek boyutlara ulaşması, savaş riski nedeniyle Türkiye riskinin büyümesi, CDS’nin yükselmesi, rating artırımlarının durması gibi sonuçlar eklenirse, bu iş yarıda kalabilir
7 Ekim 2024 - Togg yönetim değişikliğinde Çinli BYD gölgesi
4 Ekim 2024 - Enflasyon yüzde 50’nin altına düştü ama sıkıntı büyük
3 Ekim 2024 - Bu ortamda ‘bize de tehdit var’ demek ekonomik faturayı büyütmez mi?
2 Ekim 2024 - Merkez Bankası kur artışına izin verip kendi enflasyon hedefini bozuyor
30 Eylül 2024 - Yüzde 50’nin altına düşünce ‘Enflasyonda başarılıyız’ denemez