Dün gece…
Savcılar, İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu hakkındaki iddianameye son dokunuşları yaparken…
Aynı saatlerde ben de Netflix’e yeni konan ve “İnsan avı” adlı bir “Dava belgeselini” bitirmiştim.
Gece saat 01.15’te dizinin 4’üncü ve son bölümünü bitirdiğimde yatağıma uzandım…
Ve biraz da dehşet içinde kendi kendime mırıldandım.
“Vay canına… Meğer 30 yıl önce bu davayı izlerken meğer ben hiçbir şey görmemişim…”
Yıl 1994’tü…
Yani bugünkü Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın yüzde 26 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği yıl, ABD’de bir cinayet işlenmişti.
O yıllarda Amerika’nın en tanınmış futbol oyuncularından ve televizyon aktörlerinden biri olan O.J. Simpson eşini ve o sırada restoranda unuttuğu gözlüğünü kendisine getiren bir erkek arkadaşını bıçaklayarak öldürmekle suçlanıyordu.
Olaydan 7 ay sonra, 24 Ocak 1995 günü, Amerikan tarihinin belki de en tartışmalı davası başlıyordu.

Duruşmalar kamuya ve televizyonlara açık yapıldı.
O yıllarda Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeniydim..
Yazıişlerinde işi bırakıp bu davayı televizyonda nefesimizi tutarak izliyorduk.
ABD’de 95 milyon kişi vardı canlı izleyen.
Duruşmalar 314 gün sürdü.
Ve 3 Ekim 1995 günü jüri kararını açıkladı.
California’da idam cezası olmadığı için savcıların müebbet hapis iddiasıyla açtığı dava sonunda O.J Simpson beraat etti…

Bu davanın belgeseli daha önce yapıldı.
Ancak şimdi tam 30 yıl sonra Netflix yeni bir belgesel daha hazırlattı.
Bir cinayetin anatomisi ve hukuk süreci o kadar çarpıcı bir şekilde anlatılıyor ki…
30 yıl sonra şunu anlıyorsunuz.
Bir cinayet davası aslında kendisi hukuk cinayetine dönüşmüş.
Daha doğrusu dönüştürülmüş.
Bir de şunu anlıyorsunuz.
Siyasallaştırılmış bir dava, hem adalete hem de toplumun vicdani duygusunda tamiri çok zor yaralar açıyor.

Bu dizinin en ilginç yanı ise, o gün o davanın aktörleri bugün ne düşünüyor ne yapıyor, onu görüyorsunuz.
O soruşturmayı yapan polisler ne durumda?
İddianameyi hazırlayan savcılar ne olmuş?
O.J Simpson’u savunan avukatlar; onun hakkında haber yapan gazeteler…
O dava hakkında konuşan siyasiler…
Herkesin durumu bugün o kadar iyi anlaşılıyor ki…
Öyle bir olay ki, her aşaması dijital olarak kayıt altına alındığı için 30 yıl sonra her şey apaçık ortaya çıkıyor.
Dizi bittiğinde şunu çok iyi anlıyorsunuz.
Bir insanı suçlamak, daha iddianame hazırlanmadan onu suçlu ilan etmek, medyada ilk günden onu suçlu olarak damgalamak çok kolay bir şey.
Ancak bir suçu, ciddi, gerçek, kanuna uygun elde edilmiş delillerle ortaya koymak o kadar basit değil.
Toplumlardaki kutuplaşmalar artık adaletin işini çok zorlaştırıyor.
Ama her şey ve özellikle duruşmalar kamuya açık ve televizyonlardan canlı yayınlanarak verilirse…
Tarih, mahkeme salonundaki “suçlayanları” ve aynı salondaki “Suçladıklarını” açıkça görmemize imkan sağlıyor.
Dün sabaha karşı işte o yüzden kendi kendime söylendim:
Meğer 30 yıl önce hiçbir şeyi görmemişim.

Ama gördüğüm asıl gerçek bir kere daha şu oldu:
Adalet ve hukuk sadece bir “Olay” veya “Suçtan” ibaret değil.
“Şekil” de önemli.
(*) Suçlamaya temel oluşturacak başlangıç olayı sağlam mı?
Yoksa arkasında bir “Önyargı”, “Siyasi bir niyet ve kasıt” var mı…
(*) “Bir intikam duygusu”, “Nefret”, “Bir insanın yolunu kesmek”, “Yükselişine mani olmak” “Yukardan alınmış bir talimat” rol oynamış mı…
Bunlar varsa biliniz ki, o dava baştan sakatlanmıştır…
Sonra araştırma kısmı…
(*) Olayı başlatan polis ve savcı işini iyi yapmış mı…
Olay yeri incelemesi titiz mi? Sadece aleyhte değil, lehteki delilleri de toplanmış mı…
(*) Toplanan örnekler doğru ve kanuni yollardan kayıta geçirilmiş, arşivlenmiş, saklanmış, her bir delilin, saklanmadan mahkemeye intikali sağlanmış mı.
(*) Bu işi yapan polis ve savcıların geçmişlerinde, sicillerinde suçlanan kişiye; etnik, cinsel, sınıfsal aidiyetine; siyasal aidiyetine karşı bir önyargı kayıtı, menfaat ilişkisi var mı.
Gizli veya açık tanıkların söyledikleri, somut delillerle doğrulanmış mı…
Yoksa bu eksiklikler, İlgili ilgisiz binlerce sayfa ifade içinde saklanmaya mı çalışılmış…

Belgeseli seyrederken geçmişte FETÖ’cü polis, savcı ve hakimlerin yaptıkları aklıma geldi.
O dönemde binlerce yıl hapis istemi ile yargılanan, müebbet hapislere mahkum edilen komutanlar hakkında yazılan iddianamelerde, Dani Rodrik gibi araştırmacılar binlerce yanlışlığı ve kasıtı tek tek kamuoyunun önüne koymuştu.
Türk hukuk tarihinin utanç verici bir dönemidir o.
O.J Simpson hakkındaki bu belgesel o bakımdan tam da gününe geldi.
Önce şunu görmemiz, bilmemiz lazım.
Bugün İmamoğlu ve öteki seçilmiş belediye başkanları için ortaya konan iddianame bir karar değil…
Sadece savcının iddianamesidir.
Unutmayalım ki, bundan 23 yıl önce bugünkü Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan için de çok benzer iddianame hazırlanmış ve dava açılmıştı.
Erdoğan iddia edilen o suçların bir bölümünden beraat etti.
Bir bölümü Rahşan Ecevit affına girdi.
Bir bölümü de zaman aşımına uğradı.
Üstelik “Muhtar bile seçilme” hakkı elinden alınmışken, bugün yargılanan İmamoğlu ve partisinin Anayasa değişikliğine eve diyerek, üzerindeki cezayı kaldırmış, önce milletvekilliği, başbakanlık sonra da Cumhurbaşkanlığı yolunu açmıştı.
Hukukun kurallarının işlediği, siyasetin etik ve mertlik kurallarının rakipler tarafından da uygulandığı bir Türkiye’ydi o.
Bugün Eski Türkiye denen Türkiye o gün gerçekte “Yepyeni bir Türkiye” olma yolundaydı.
Çünkü Rahmetli Özal’ın açtığı Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda adımlar atıyor ve en başta adalet ve yargısını düzeltecek Anayasal değişiklikler yapıyordu.
Ve yaptığı ilk işlerden biri de, “muhtar bile seçilme” hakkı elinden alınmış parlak bir siyasetçinin önünü kesme ayıbını ve utancını ortadan kaldırmaktı.
Bu adımı da ülkenin iktidar partisi değil, anamuhalefet partisi atmıştı.
Erdoğan ve Abdullah Gül tam üyelik müzakerelerini başlatmıştı.
Türk demokrasisine onur getiren ve hepimize umut veren yıllardı.
Aradan 30 yıl geçti.
Netflix belgeselinde OJ Simpson davasını sanki yeniden canlı yayında izliyoruz.
Ve bize bir cinayet davasının nasıl bir hukuk ve yargı cinayeti haline geldiğini şimdi çok daha güzel anlatıyor bu dizi.
30 yıl önce, “itirafçı” arayan polislerin, savcıların, avukatların, şimdi nasıl kendilerinin “itirafçı” olduğunu ibretle izliyoruz.
O günlerde iddia makamında oturan savcıların, bu davadan sonra istifa etmek zorunda kaldıklarını ve savunma avukatı olarak hayatlarını sürdürdüklerini öğreniyoruz.
O günün savunma tarafının savrulmalarını da izliyoruz tabi…
27 Mayıs’tan sonra, Türkiye siyasi tarihinin en önemli davalarından biri artık başlıyor.
Üstelik bu dava, CHP’nin kapatılması için suç duyurusu yapılması ile, siyasetin artık tam kalbine oturmuş durumda.
İmamoğlu davası başlarken bütün savcı ve hakimlere…
Bütün savunma tarafına…
Ve bu davaların siyasi amaçlı olduğuna inanan vatandaşlara…
Tabii bu davanın hukuki olduğunu düşünen vatandaşlara da demek istiyorum ki…..
Verilen söz tutulursa, biz de bu davaları canlı yayınla izleyeceğiz.
Bize rehber olabilecek bu yargı belgeselini mutlaka seyretmeliyiz.
Üstelik Netflix’te, sadece “Bir tık” mesafede…
5 Aralık 2025 - 19 Mart Silivri’sinden ilk kitap: En gözde iki şair kim?
4 Aralık 2025 - Silivri’ye giden ‘Cumhurbaşkanlığı’ antetli sürpriz ‘Üzgünüm’ mektubu
3 Aralık 2025 - İki başkanın yan yana sevinç sahnesi ve Fener stadında bir açılış devrimi
2 Aralık 2025 - Bugünlerde gece yolda dev bir tavşana rastlarsanız bilin ki gemi su alıyor
30 Kasım 2025 - Beş işaret: Bu yılbaşı İzmir ve Ege’de ilginç bir şeyler oluyor