Yönetmen, senarist, oyuncu Canan Gerede'nin anılarında neler var neler... 1958'de Ankara'daki bir ruh çağırma seansından 1980'de Yılmaz Güney'in hapisten kaçırılıp Fransa'ya götürülmesine, bir film dosyasını geri almak için Kürt İdris'ten yardım istenmesinden şair Nihat Behram'ın yumruklanmasına...
Tüylerimi diken diken eden olay Ankara’da yaşandı ve 16 yaşında bir genç kızın başından geçti.
Yıl 1958 olmalı…
Ankara’da Demokrat Parti yılları.
İşte o günlerden birinde Türk Dışişleri Bakanlığı’nda görevli bir büyükelçi ve eşi ilginç bir geceye davet edilir.
Bir ruh çağırma seansı yapılacaktır.
Büyükelçi eşini ve 16 yaşındaki kızını alıp davete gider.
Evde 20’ye yakın seçkin insan davetlidir.
Büyükelçi ve eşi eve geldikten bir süre sonra esmer bir adam büyükelçinin eşinin kulağına bir şey fısıldar.
Bunun üzerine büyükelçinin eşi kızını alır ve bir odaya girerler.
Adam genç kıza duvara dönmesini söyler.
Kız söyleneni yapıp duvara dönük beklerken aniden bedeni kasılır, sonra sarsılmaya ve ileri geri hareketler yapmaya başlar.
Bir süre kendini kontrol edemez.
Esmer adam uzaktan kızı elleriyle yönlendirmektedir.
Bu titremeler geçtikten sonra adam kızın annesine “Bu kıza dikkat edin. Bu kız medyum” der.
Genç kızın annesi hayretler içindedir.
Ama asıl şaşkınlığı bir süre sonra salona geçip ruh çağırma seansına geçtikten sonra yaşayacaktır.
Davetliler salonda yuvarlak bir masanın etrafına oturur.
Adam davetlilerden elleriyle birbirlerine dokunmalarını ister.
Masada bir de “Yazıcı” vardır. Gelen mesajları bir kağıda not almaktadır.
Biraz sonra masa inip kalkmaya başlar.
Genç kız masayı eliyle tutup durdurmaya çalışır ama başaramaz. O anı “Masada bambaşka bir enerji vardı” diye anlatır.
Biraz sonra masaya “Ölmüş bir kadın şairin ruhu” gelir ve aynen şunu söyler:
“Üç vakte kadar askeri darbe olacak ve hükümet düşecek. Bu hükümette görev gören birçok politikacı tutuklanacak, bazıları asılacak.”
Kısa bir sessizlik olur ve ölü kadın şairin ruhu devam eder:
“Asılacak olan bir kişi şu an aranızda bulunuyor….”
Masada buz gibi bir rüzgar eser.
Herkes birbirine bakarak aralarından kimin asılacağı konusunda tahmin yürütmeye çalışır.
Yıl 1958’dir.
Türkiye’yi 27 Mayıs darbesine götürecek gelişmeler 1957 yılında başlamıştır ama tırmanması 1959’dan sonra olacaktır.
Yani henüz askeri darbe lafı ortada yoktur.
Davetliler bu seanstan sonra evlerine dağılır.
Tabii ölü şairin kehaneti bir süre evlerde konuşulur.
Sonra unutulur.
O geceden 2 yıl sonra 27 Mayıs darbesi yapılır.
Davetliler darbe sabahı o meşum geceyi hatırlar ve bir daha şaşırırlar.
Ama asıl şaşkınlıklarını bir yıl sonra, 16 Eylül 1961 sabahı yaşayacaklardır.
O sabah Türkiye askeri darbe ile yıkılan Demokrat Parti hükümetinin bir başbakan ve iki bakanının idam edildiği haberiyle uyanır.
Asılan üç kişiden biri dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdü Zorlu’dur.
1958 yılının o ruh çağırma seansına katılan 20 kişiden biri odur.
Ölü kadın şairin kehaneti tutmuştur…
Babası Cemil Vafi büyükelçiydi. Çocukluğu çeşitli ülkelerde geçti. Fotoğrafta annesi Reşiha Vafi, babası Cemil Vafi ve Canan Vafi Buenos Aires’te, havaalanında.
O gece masanın başında oturan 16 yaşındaki kız ünlü sinema yönetmeni, senaristi ve oyuncu Canan Gerede’dir.
(16 yaşında diyorum ama doğum tarihi ile ilgili iki tarih var. Biri 1943, öteki 1948)
Bu olayı onun geçen ay yayınlanan “Devrim Çiçeği” adlı hatıra kitabında okudum.
Kitapta öyle ilginç olaylar ve anılar var ki;
Canan Gerede’yi bu kitapla tanıdım diyebilirim.
Ama kitapta beni asıl şaşırtan olay bir başkası…
Önceki hafta Paris’te satın aldığım kitaplardan biri, çok sevdiğim Japon yazar Yukio Mişima’nın hayatını anlatan “La Vie de Mishima” şu cümleyle başlıyor:
“Kendi yarattığı efsanesinin aksine Mişima bir Samuray olarak doğmamıştı. Ailesinin bütün üyeleri sıradan köylülerdi…”
Ama Mişima kendini hep bir Samuray olarak gördü.
Ben de İzmir’in Kahramanlar Mahallesinde bir matbaa işçisinin çocuğu olarak doğdum.
Ama 1974 yılında Visconti’nin “Venedik’te Ölüm” filmini seyrettikten sonra şöyle bir karar aldım:
“Bir işçi çocuğu olarak doğdum ama bir burjuva olarak öleceğim…”
Başarabilir miyim bilmiyorum, ama sırf bu düşünce yüzünden hep şu sorunun cevabını da çok merak ettim:
“Burjuva çocukları da nasıl devrimci olma kararı verir?”
Bu sorunun cevabını da Canan Gerede’nin kitabında buldum.
Asıl adı Fatma Canan Vafi.
Ailesi köklü bir diplomatik geçmişe sahip. Babası Büyükelçi Cemil Vafi.
Çocukluğu New York, Caracas, Atina gibi şehirlerde geçmiş.
New York Amerikan Sahne Sanatları Akademisi’nde eğitim almış.
Türkiye’deki sinema kariyeri ise Atıf Yılmaz ve Yılmaz Güney’in asistanlığıyla başlamış.
Dört dörtlük bir “burjuva kızı” yani.
Yıllardır onun Yılmaz Güney’in hapisten kaçışında rol aldığı söylenirdi ama o hep suskundu.
Bilmiyordum, meğer Yılmaz Güney’i hapishaneden kaçırma fikrini ortaya atan ve planlayan gerçekten oymuş.
Kitabında ilk defa o kaçışı bütün ayrıntılarıyla anlatıyor.
Ayrıca o planın uygulanmasında rol alan kişileri tek tek açıklıyor.
Fatoş Güney, Yılmaz Güney ve Canan Gerede. Arkada ayakta duran da şair Nihat Behram
Canan Gerede, Yılmaz Güney’e “Seni buradan kaçıralım” fikrini ilk defa Isparta Yarı açık Cezaevi’nde 1980’in başlarında götürmüş.
Ama Yılmaz Güney o gün şu cevabı vermiş:
“Sen burjuvasın, bu işi başaramazsın…”
Ne var ki askeri darbenin yaklaştığını görünce “Beni artık yarı açık cezaevinde tutmazlar, kapalıya götürürler, o nedenle beni kaçırın” demiş.
Kitapta çok ayrıntı var, ben kısa özetleyeceğim.
Plan şöyleydi.
Marsilya Limanında bir Fransız kaptanla 20 bin dolar karşılığında Yılmaz Güney’i Olimpos civarında bir yerden alıp Yunan adasına geçirecek, oradan Marsilya’ya uçuracaklardı.
Kaçırma işinin gerçekleşmesinde şu kişiler rol almış:
(*) Yatın kiralanması için gerekli 20 bin doları George Reinhart isimli bir yardımsever sağlamış.
(*) Yunanistan’dan serbestçe geçiş iznini o dönemde Yunanistan Kültür Bakanı olan sinema oyuncusu Melina Mercouri çıkarmış.
(*) Fransa’ya girmesi için sahte pasaport işini bizzat Cumhurbaşkanı Mitterrand ve siyasi mülteci olarak kabulü için gerekli işlemleri Kültür Bakanı Jack Lang yüklenmiş.
(*) Ortada bir sorun vardır. Yılmaz Güney bir insanı öldürdüğü için siyasi mülteci olarak kabul mümkün değildir.
Ancak kendisi hep ben ateş etmedim demekteydi.
(*) Bunun hukuki tarafını da İsveç’te sürgünde yaşayan yazar Demir Özlü yüklenmiş.
(*) Bir de Yol filminin Avrupa’daki dağıtımcısı Donat Keutsch…
Tuncel Kurtiz, Elia Kazan ve Yılmaz Güney
Tabii ki Canan Gerede açısından çok riskli bir iştir bu.
İşte tam o noktada benim merak ettiğim noktaya geliyor.
Bir burjuva nasıl devrimci olur?
Gerede bunu çok ilginç açıklamış. Aynen aktarıyorum:
“Devrimcilik, Marksizm, Maoizm, Enver Hocacılık, bütün izm’ler hepsi boş şeylerdi benim için. Esas devrimi insan önce kendi içinde yapmalıydı. Dünyayı izm’lerle değiştirmek mümkün değildi…”
Öyleyse neden böyle bir girişim?
O da sorguluyor kendini:
“Neden bu adamı gördüğüm an kaçırmaya karar vermiştim?
Kimdim ben? Nasıl bu kadar korkusuz olabiliyordum?
Kader mi? Bir misyon için mi seçilmiştim?
Cevabını bulamıyordum..”
Sonunda bulmuş cevabını.
“Belki de benim devrimim buydu…”
Çok sevdim bu cevabını.
Bir burjuva kızın devrime bakışı bu.
Peki bir devrimcinin devrimcilere bakışı ne?
Kitapta onunla ilgili çok ilginç bir anı var.
Yılmaz Güney hapisteyken ona Canan Gerede aracılığıyla şu mesajı iletmişler:
“Sol liderler, eğer Yılmaz Güney liderliği kabul ederse bütün partiler birleşmeye hazırız diyorlar.”
Canan Gerede ve Sadri Alışık Aziz Nesin’den uyarlanan Seyahatname filminde.
Yılmaz Güney’in cevabı ne olmuş?
Çok sert bir ifadeyle aynen şu:
“Mümkün değil. Enver Hoca’dan asla vazgeçmem.”
Bence Türk soluna o yıllarda hakim olan en radikal duyguyu çok iyi özetlemiş.
Kişiye tapma…
Neyse ki bugün Türk sağına geçti bu duygu da Türk solu biraz kurtuldu.
Yıllardır şair Nihat Behram’la Yılmaz Güney arasında zaman zaman tartışmalar olduğu ama bunun fiziki bir kavgaya dönüşmediği yazılır.
Ancak Canan Gerede kitabın 82’inci sayfasında Yılmaz Güney’in Paris’te otelde Nihat Behram’ı Fatoş Güney ve kendisinin önünde yumrukladığını anlatıyor. Nihat Behram yere düşmüş, gözlüğü fırlamış, Güney “Defol git buradan” deyip onu dışarı atmış.
Oysa kitaptan anlıyoruz ki Yılmaz Güney’in bütün iltica işlerini, oturma izni belgelerini hep Nihat Behram almış.
İçim çok burkularak okudum o bölümü.
Kitapta bir de Yılmaz Erdoğan’ın “Organize İşler” filmindeki meşhur Cem Yılmaz’lı mafya babası sahnesini hatırlatan olay var.
“Çin’e Yolculuk” adlı filmi çekmek için gerekli izinleri almak üzere bir dosya hazırlamış ve yazar/yönetmen Erdoğan Tokatlı’ya vermişler.
Ancak Tokatlı dosyayı aldıktan sonra ortadan kaybolmuş ve çeşitli defalar istedikleri halde vermemiş.
Bir akşam Arif Keskiner’in ünlü Çiçek Bar’ında otururken Yılmaz Güney’in yakın arkadaşı Güven “Bu işi Kürt İdris halleder” demiş.
Güven onu alıp Levent’te bir villanın önünde bırakmış. Kapıyı silahlı adamlar açmış. İçerde Kürt İdris “Buyur bacım meseleyi bir anlat” demiş.
Sonunda “Merak etme bacım biz bu işi hallederiz” demiş.
Ancak o an Canan Gerede’nin aklına “Ya bunlar Erdoğan’ı öldürürse” diye şüphe düşmüş ve “Fazla hırpalamayın” demiş.
Kürt İdris “Sen merak etme bacım” demiş.
Dosyayı üç gün sonra getirip teslim etmişler.
“Ben dosyayı aldım ama Erdoğan biraz hırpalandı” diyerek kapatıyor konuyu.
Bunlar kitabın çok küçük bir bölümü. Kitaptan sadece iki üç anekdot anlattım.
Bunun gibi daha çok olaylar var.
Bir dönem İstanbul sinema ve entelektüel çevrelerinin çok renkli bir filmi gibi okudum.
Tanıdığımız, bildiğimiz yüzlerce insanı anlatıyor.
Sinemacı ve senarist olduğu için çok da keyifli okunuyor.
Hayatım boyunca okuduğum hatıra kitaplarından en çok Keith Richards’ın Life’ını (Hayat) beğendim.
Eric Clapton ve Johnny Hallyday’in hatıraları da çok iyiydi.
Ömer Vargı’nın hatıraları da çok renkliydi.
Canan Gerede’ninki biraz farklı.
Bu kitabı biraz Patti Smith’in “Çoluk Çocuk” (Just Kids) kitabı gibi okudum.
Sonuç olarak, Canan Hanım,
Kızınız Bennu Gerede’yi tanıyordum.
Sizinle de tanıştığımıza memnun oldum…
***
(*) Canan Gerede: “Devrim Çiçeği,” Kırmızı Kedi, Mayıs 2025
11 Temmuz 2025 - Fahrettin Altun’un düğmesine 19 Mart sabahı mı basıldı?
10 Temmuz 2025 - Her 10 Türkten kaçı ‘Erdoğan dönemi devam etmeli’ diyor?
9 Temmuz 2025 - Farkında mısınız AKP içinde 19 Mart rejimi ile ilgili çok vahim bir ihbar geldi
4 Temmuz 2025 - Kep fırlatan İmam Hatipli kızlar kime ‘Bizi Mankurtlaştıramazsınız’ dedi?