Önceki akşam hayatımda ilk defa bir şey oldu.
Büyük bir şefin yönettiği orkestra önünde iki harika soprano ve çok sevdiğim bir Türk tenordan Türkçe “Yaralı Gönül” şarkısını dinledim.
Düşünün uluslararası bir şef ve bir filarmoni orkestrası insana sahneye fırlayıp göbek atma arzusu veren kıpır kıpır bir Türkçe şarkıyı çalıyor.
1920’lerde tanınmış bir Yunan Rebetiko şarkısı.
Çiftetelli de diyebilirsiniz. Türk, Arap, Yunan, Yahudi kim bilir kaç müzisyenin çaldıkları, söyledikleri, Yunancada “Misirlou” (Mısırlı) olarak bilinen şarkı.
İki soprano resmen bel kırarak eşlik ediyor, ve büyük bir Türk tenor elleriyle neredeyse gel gel diyerek bizi sahneye davet ediyor.
Muazzam bir Puccini gecesi, Ege sahilinde masaların üzerinde bitiyor sanki…
Oysa kötü bir gündü.
Moralim yerle birdi.
Düşünebiliyor musunuz o bir gün içinde;
1. 15 milyon insanın yaşadığı şehirde yüzde 54 oyla ikinci defa belediye başkanı seçilmiş bir insan için savcılar 23 yıla kadar hapisle üç iddianame hazırlamıştı.
2. Beş gazeteci hakkında 14 yıla kadar hapis istemi ile iddianameler çıkarılmıştı.
3. Bir Parti genel başkanı, Ümit Özdağ, hakkında 6 yıla kadar hapis istemi ile iddianame açıklanmıştı.
4. Bir sanatçı menajeri kadın, Ayşe Barım hakkında, içinde tek somut delil olmayan bir iddianame ile dava açılmış, tutuklanmış, bir üst mahkeme tahliye kararı almış, ama ağır cezaya götürülüp yeniden tutuklanmıştı.
Bir “Osman Kavala Deja Vu’su” yaşamıştık…
Bir düşündüm.
77 yaşındayım.
Hayatımda 2 askeri darbe, 2 ara rejim yaşadım…
Hiç böyle bir gün oldu mu?
12 Eylül’ün Barış Davası’nı hatırladım.
Sanatçılar, yazarlar, gazeteciler götürülüyordu.
Ama aynı gün bu kadar olay…
İçimden “Sistem çöktü, ama Rejim dimdik ayakta” dedim ve unutmaya çalıştım.

Önceki akşam Volkswagen Arena’da Limak Filarmoni Orkestrasını dinlerken iki buçuk saatliğine işte bu kabustan kurtardım kendimi.
Limak Filarmoni Orkestrasını ilk defa canlı dinliyorum.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kadar başarılı ve zengin bir orkestra.
Ünü giderek artan bir İtalyan şef, Alvise Caselatti…
İlginç bir şef…
Dedesi Wagner’in arkadaşı…
Anne ve babası hukukçu.
Kendisi de hukuk okuyor ama aklı müzikte ve aynı anda Padua Konservatuvarına devam ediyor.
Ama para kazanma yolu başka alanda.
2003’de New York’ta büyük bir gayrimenkul yatırım şirketinin danışmanıdır.
O gün hastane yatağında kendi kendine şunu söylüyor:
“Hayatta bir rüya varsa, onu gerçekleştirmek için doğru anı, fırsatı veya uygun fırsatı beklemek zorunda değiliz. Çünkü o an asla gelmeyebilir.”
Hastaneden çıkar çıkmaz Julliard Müzik Okuluna yazılıyor.
Bugün İtalyan müzik okulunun en büyük şeflerinden biri.
2017’de New York Central Park ve diğer şehirlerde “İtalyan Operası Havada” adlı genç nesillere yönelik bir festivali yönetiyor.
Bu Kasım ayında da Miami’de bir müzik festivalinin açılışını yapacak.
Onu sahnede ilk defa izliyorum.
Çok sevdim.

İki soprano…
Carolina Lopez Moreno…
Bolivya ve Arnavut anne babanın Alman vatandaşı kızları.
Daha önce ondan Mascagni’nin Cavalleria Rusticana’sını dinlemiştim.
Önceki akşam onun aynı zamanda büyük bir Puccini yorumcusu olduğunu anladım.
Ama bir başka özelliğini de sonda anlatacağım.

Ve Eleonora Buratto…
2013’de Zubin Mehda’nın çaldırdığı Falstaff’da söylemiş bir İtalyan soprano.
2016’da Metropolitan Operasında Donizetti’nin Don Pasquale’sinde sahne almış.
Ve Murat Karahan…
Benim için Roberto Alagna gradosunda uluslararası bir sanatçımız.
Zaten Zefirelli’nin yönettiği Il Travatore’de sahne almış bir tenorumuz.
Bolşoy, Viyana Devlet Operası, Münih Bavyera Devlet Operası, Napoli’de ünlü San Carlo Tiyatrosu, Verona Arenası…
Aynı zamanda Türk şarkılarını olağanüstü söyleyen bir tenor.
Elbet Bir Gün Buluşacağız’ı mutlaka dinlemenizi öneririm.
Benim “Must’larımdan biri…
En vazgeçemediklerimden…

İşte böyle bir dörtlüden anonim bir Akdeniz şarkısını, Yaralı Gönül’ü dinledik.
Diyeceksiniz ki, kum midyeli estetik bir Vongole makarna üzerine lahmacun yenir mi…
Yok öyle değil…
Ne İtalyan müziği Vongole…
Ne Akdeniz ve Ege’nin güzel şarkıları lahmacun.
Ayrıca lahmacun da olağanüstü bir yemek.
Yani böyle bir benzetme ihtimali olan snop klasikçilere şimdiden cevap vereyim dedim.
Roberto Alagna da Sicilya’nın en kenar mahale şarkılarını harika söylüyor.
Gecenin ilk bölümünde bence harika bir repertuvar yapılmış.
Puccini ve Massenet’nin eserlerinden oluşan aryalar.
İtalyan ve Fransa opera geleneğinin en sevdiğimiz ve herkesin sevebileceği en çok dinlediğimiz eserleri.
Manon Lescaut, La Boheme, O Mio Babbino Cara’lar yani.
Bir de orkestra en sevdiğim aryalardan biri olan Mascagni’nin Cavalleria Rusticana operasının Intermezzo’sunu çaldı.
İşte onu dinlerken, Türkiye’nin “Yeni Normal”inden tamamen koptum.
Bu parçayı Mahler’in Beşinci Senfonisi’nin Adagietto bölümüne benzer bir ruh haliyle dinliyorum hep.
“Köylü namusunu” anlatıyor ama bana aristokratik bir haz veriyor.
Şef Caselatti çok güzel çaldırdı. Orkestra çok güzel çaldı.
Benim için gecenin en müstesna anıydı.
Sonra ikinci bölüm geldi.
Sürprizler.
Napoli büyük ses geleneğinin sokaklara kadar inmiş harika şarkısı “Torna e Surriento…”
“O Solo Mio”, “Santa Lucia” gibi büyük halk şarkılarından biri…
Eleonara Buratto tam bir İtalyan gibi okudu şarkıyı.

Sonra sıra Murat Kaharahan’ın iki Türk şarkısına geldi.
Biri benim için tam sürprizdi.
Önce, Şehrazat’ın Kıyamam’ını söyledi.
Onun Su Gibi’si de benim meditasyon şarkılarımdan biridir.
O söylerken Şehrazat’a mesaj atıp, “Şu an seni dinliyorum” dedim.
Sonra Sezen Aksu’nun Biliyorsun’u geldi.
Karahan’ın sesine çok uygun bir Sezen şarkısı…
Ama gecenin benim için büyük bir sürpriz daha vardı.
Carolina L. Moreno’nun söylediği “Kroi i Fshattit Tone” adlı şarkı…
Nedense ilk anda bana Yunanistan’ın eski kadın oyuncularından Irene Pappas’ın “Prodemeni Agapi” şarkısını anımsattı.
Şarkı Yunanca değilmiş.
İlk defa dinledim ama “Bu bizim oralardan” dedim. Balkan izleri vardı.
Meğer bir Arnavut şarkısıymış.
Müthişti…
Bir kere daha anladım ki anadil ve kültür hep altlarda bir yerde duruyor.
Sonra işte böyle bir gecede, karşısında onu hissettirecek güzel bir kalabalık bulunca dışarı fırlıyor.
Bu harika Arnavut şarkısını kaydettim.
Hayatımın geriye kalan daha kısa bölümünde epey dinleyeceğim.
Çıkışta Murat Karahan bana söz verdi.
Bir gün benim için, Roberto Alagna’nın Malena’sını söyleyecek.
Teşekkürler Limak…
İşte böyle çok güzel bir geceydi.
Ama sadece bir gecelik teneffüs…
Ertesi sabah ülkemin Yeni Normal’i daha gözlerimi açtığımda kapımdaydı.
Orada burada insanlar evlerinden toplanıyordu…
“Sıradanlaşın Şeyler” yani…
Tek tesellimiz artık ortalıkta “Demokratikleşiyoruz. Detaya değil büyük fotoğrafa bakın” diyen liberal aydınların kalmaması…
Woody Allen filminin o son sahnesinde gibiyiz…
“Whatever Works…”
Her şey yerli yerine oturuyor yani.
5 Aralık 2025 - 19 Mart Silivri’sinden ilk kitap: En gözde iki şair kim?
4 Aralık 2025 - Silivri’ye giden ‘Cumhurbaşkanlığı’ antetli sürpriz ‘Üzgünüm’ mektubu
3 Aralık 2025 - İki başkanın yan yana sevinç sahnesi ve Fener stadında bir açılış devrimi
2 Aralık 2025 - Bugünlerde gece yolda dev bir tavşana rastlarsanız bilin ki gemi su alıyor
30 Kasım 2025 - Beş işaret: Bu yılbaşı İzmir ve Ege’de ilginç bir şeyler oluyor