Dün günüm şaşkınlıklarla başladı.
Çünkü uyandığımda üstünde Atatürk, Ayyıldız ve Türkiye haritası amblemli resmi bir mesaj beni bekliyordu.
Mesajın altındaki imza şuydu:
Büyükelçi Prof. Dr. İbrahim Kalın
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı.
Hiç beklemediğim bir mesajdı.
Ama mesajı okuduğumda daha da şaşırdım.
Aynen şöyleydi:
“Büyük bir emek, gayret, sabır ve özveriyle doğru bilginin toplumun tüm kesimlerine ulaşması görevini üstlenen kıymetli basın mensuplarımızın 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü tebrik ediyorum.”
Demek ki bu kutlama mesajını başka gazetecilere de göndermiş.
Daha önce herhangi bir MİT başkanı gazetecilere böyle bir kutlama mesajı gönderdi mi bilmiyorum.
Ama itiraf edeyim, hoşuma gitti.
Bunu iyi bir işaret olarak yorumladım.
Cuma günleri benim Spotify’a yüklenen yani şarkıları dinleme günüm.
Bu mesajı aldığımda tuhaf bir duygu içindeydim.
Birazdan anlatacağım, ama cuma günü bu mesajı alınca aklıma başka bir şey geldi.
İbrahim Kalın ve benim ortak bir yanımız var.
Spotify’a girip ikimizin adlarına yazdığınız zaman karşınıza ikimiz için de aynı sıfat çıkacak:
“Sanatçı…”
Yıllar önce opera aryalarından yaptığım “Arta Kalan Zaman” albümüyle Spotify’dayım ve “sanatçı” olarak görünüyorum.
İbrahim Kalın ise kendisi bizzat icracı bir sanatçı.
Hem de Spotify’da 400 bin dinlenme sayısına ulaşmış bir sanatçı.
“Hiç Oldum” ve “Sen Benimsin ben seninim” adlı şarkılarının her biri 400 binden fazla dinlenmiş durumda.
Uyandığımda beni ruh halimden koparan bu sürprizi anlattıktan sonra sabahki duruma döneyim.
Çünkü o bambaşka bir şeydi…
Erol Evgin dün sabah beni şaşırttı.
Çok şaşırttı.
Spotify’ya ondan hiç beklemediğim tarzda harika bir yeni şarkısını yüklediler.
“Yaralarımdan Öpseydin…”
İlk işim Erol Evgin’e mesaj atıp hem kutlamak, hem de teşekkür etmek oldu.
Çünkü çok sıkıntılı bir anımda Hızır gibi yetişti bu şarkı…
Düşünsenize, Spotify’a her cuma günü yüklenen yeni şarkıları dinlemeye başladığımda elimde Kafka’nın Dava’sının 1989 baskısı duruyordu.
Kitap şu cümleyle başlıyordu:
“Biri iftira atmış olacaktı Josef K’ya; çünkü bir sabah durup dururken tutuklandı…”
Sabahın aydınlığı bir anda silindi, yine karanlıkta kaldım.
Dava’yı ilk defa 1970’li yıllarda Fransa’da öğrencilik yıllarımda Fransızca okumuştum.
O gün sürreel bir olayın muhteşem bir sürreel edebi anlatımı olarak gelmişti bana.
Çok büyük zevkle ve hayranlıkla okumuştum.
Çok etkilemişti beni.
Ama dün sabah kitabın bu ilk satırını okuduğumda irkildim.
Çünkü karşımda yeni İtalyan gerçekçi sinemasının filmleri kadar katı ve gerçek bir cümle duruyordu.
“İftira” ve “neden olduğunu bilmeden tutuklanma” ifadeleri yan yana gelince sihri bir anda yok olmuştu.
O sürreel edebi dünyanın estetiği silinip gitmiş, geriye yaşadığım çağın kaskatı hakikati kalmıştı.
Herkesin kendini gözetim altında hissettiği, her saniye yargılandığı duygusu taşıdığı ve sosyal vandalları tarafından yargılandığı bir çağın hakikati.
Kitabı kapattım. Bir satır daha okumak istemedim.
Çünkü bu hikayenin gerisini 50 yıl önce özgür bir çağda, özgür bir ülkede okumuştum.
Belki de gerçek Kafka evreni bugünküydü ve ben o gün o ülkenin bana verdiği özgürlük havası içinde bunu hiç hissedememiştim.
Yeni baskıların olduğu, yargının, özgürlüklerin, bireysel var olma haklarının yerle bir edildiği, insanların nedenini hiç bir zaman bilmedikleri gerekçelerle alınıp götürüldüğü bir çağda bu harika kitabı sanki bir “yeni gerçekçi akım romanı” gibi okumak içimden gelmedi.
“Mersi” dedim içimden, “çağımızın yeni gerçeği sizin olsun, ben bugünlük almayayım.”
O yüzden cuma günümü her zaman olduğu gibi Cure’ün “Friday I’m in Love” şarkısıyla açtım.
Sizi siyasilerin demeçlerinden, konuşan kafaların ve onların bir ileri sürümü “Konuşan Mankafaların” son üç yılda IQ’müzü en az üç puan indiren “absürd gerçekliğinden” alıp daha eğlenceli bir “Wayne’s World”e götüreyim.
Dün sabah Spotify’a beni bu Kafka aleminden koparan şarkılar kondu.
Birincisi Erol Evgin’in şarkısıydı.
“Yaralarımdan Ölseydin” onun tarzının dışına çıkmış bir şarkı.
1970’lerin müzikal neşesinden çıkıp biraz Türkiye’nin hüzünlü tarafına geçmiş.
Ama çok iyi başarmış.
Alkışlar Erol Evgin’e…
Sırada yine dün Spotify’a konan iki canlı kayıt var.
İlki geçen hafta kaybettiğimiz Ferdi Tayfur’un “Benim Gibi Sevenler” adlı şarkısının canlı kaydı…
Dinlerken Ferdi Tayfur’un hiç tanımadığım bir halini keşfediyorum.
Kalabalıklar içinde, onlarla direkt ilişkideyken bambaşka bir Ferdi Tayfur var karşımızda…
“Benim Gibi Sevenler…”
Onu Orhan Gencebay’dan ayıran ve gerçek gücünü gösteren bir şarkı…
Müzik olarak çok etkilendim mi?
Hayır…
Ama Ferdi Tayfur sosyolojisini anlamak bakımından çok çarpıcı bir şarkı.
Ölümünden sonra ve cenazesinde toplanan kalabalıkları şimdi daha iyi anlıyorum.
Dün sabah dinlediğim ikinci canlı kayıt Yalın’dan…
Yalın son üç yıldır, özellikle Covid’den sonra tam gelmesi gereken yeri buldu.
Artık karşımızda kendini hem kendisine, hem bize ispat etmiş ve tam anlatabilen bir Türkiye sanatçısı var.
Dün sabah onun Spotify’a konan “Bir Büyülü Gece” şarkısının Harbiye konserindeki canlı kaydını dinledim.
Çok sevdim şarkıyı…
Tıpkı Erol Evgin gibi o da Türkiye’nin daha derin bir damarına girmiş.
Canlı müzik, özellikle Covid sonrası insan psikolojisinin yeni halinin en çarpıcı özelliklerinden biri.
Eğlence dünyasının 2025 beklentilerine baktım.
Coldplay 2025’te 90 bin kişilik Londra Wembley stadında vereceği 10 konser için daha şimdiden sold out olmuş.
Yani bütün biletler satılmış.
Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük online konser bileti satıcısı Live Nation 2025 konserleri için daha kasım ayında 20 milyon bilet satmış.
Sadece konserler değil.
İnsanları bir araya getiren her eğlence türüne müthiş talep var.
Broadway Yılbaşı döneminde acayip iş yaptı.
Las Vegas’ta açılan ve dünya eğlence anlayışında paradigmayı değiştiren Sphere o kadar etkili oldu ki, şimdi bir eşi Abu Dabi’de yapılacakmış.
Geçen yıllarda iflas noktasına gelen Cirque du Soleil kendini toparladı ve Covid öncesi satışlarına ulaştı.
Spotify da durmadan, sanatçıların eski canlı kayıtlarını yeniden yayınlıyor.
Dün sabah Spotify’a konan bu iki şarkı aynı etkinin Türkiye’de hissedildiğini gösteriyor.
Tekrar şarkılara ve trendlere dönüyorum.
Sıkı durun, bütün dünyada bir Orta Doğu ve Arap müziği dalgası geliyor.
Hizbullah’ın gücünün azalması Lübnan’ı o eski canlı cıvıl cıvıl günlerine götürür inşallah.
Önceki gün seçilen yeni cumhurbaşkanı ülkeyi toparlayabilirse Beyrut yine Doğu Akdeniz’in ışıltılı göz kamaştırıcı eğlence merkezi haline gelebilir.
Spotify üç haftadır her cuma Lübnan’ın büyük sesi Fairuz’un en güzel şarkılarının enstrümantal versiyonlarından yapılmış albümün bir şarkısını gönderiyor benim şahsi hesabıma.
Dün de Fairuz’un en sevdiğim şarkılarından biri olan La’inta Habibi’nin enstrümantal versiyonunu koydular.
Muhteşem müzisyenler.
Muhteşem bir icra…
Dinlemeye doyamadım.
Son günlerde dikkat alanıma giren bir müzisyen de İranlı sanatçı Parasto Anmadi…
Dün ondan gelen şarkının adı “Mara Beboos.”
O da canlı kayıt…
Demek ki bütün dünyada canlı kayıtlara küresel bir ilgi yükseliyor.
Mollalar rejimi insanları istediği kadar Kafka’nın hapishanelerine sokmaya çalışsın.
Bu ülkenin insanları ya kendi ülkelerinde ya da sürgünde büyük bir milletin sesini yükseltmeye devam ediyor.
Beni geçmişin kara deliklerine çeken nostaljilerden kaçmak istiyorum.
Ama her defasında bir şarkı o geri dönülmez delikten kaçmış bir ışık gibi beni yakalıyor.
Spotify’a dün sabah yüklenen şarkılardan biri de “Piel Canela…”
Kamerun doğumlu Amerikalı müzisyen Richard Bora ile Kübalı besteci ve caz piyanisti Alfredo Rodriguez’in birlikte söylediği basit bir Latin şarkı.
Gel gelelim beni aldı İzmir yıllarıma, 1960’ların ilk yıllarına, Fuar’daki Kübana ve Mogambo kulüplerine götürdü.
İzmir burjuvazisinin modern zengin erkeklerini, güzel kadınlarını gördüm.
Kahramanlar’dan gelen işçi çocuğu olarak kulüplerin duvarlarına tırmanıp içerideki ışıltılı dünyayı imrenerek seyrettiğim o anlarda hayal ettiklerim işte bu şarkıdakinin aynısıydı.
Bossa Nova Jazz..
Hayatımın hiç değişmeyen ritmi yani.
Allegro ma non troppo…
Hızlı ama o kadar değil…
Arkasından geceyi kapatmak için o güzel kadınlardan birine sarılarak dans…
Birkaç yıl sonra Mama’s and Papa’s’ın hayatımıza sokacağı harika şarkı “Dream a Little Dream Of Me”nin dün çıkan yeni versiyonu…
Nenei söylüyor…
Ve sonunda bugünün Türkiye’sine dönmek için dünkü yeni Spotify şarkılarından biri…
Mavi Gri’den “Bana Müsaade…”
Bütün bunlardan sonra yine Dava’ya dönüyorum…
Gençliğimden beri beni irkilten, korkutan bir kelime “Dava..”
Solcu arkadaşlarım çok severdi o yıllarda.
Onlardan önce Hitler sevmişti aynı kelimeyi.
Şimdi de Orta Doğu’nun islamcılarının yakalarına taktıkları rozet…
Dava….
Hepsinin arkasından koştukları, uğruna öldükleri, öldürdükleri, hapislerde çürüdükleri, başkalarını hapislerde çürüttükleri “Yüce” bir davası var.
Biraz kazıyınca hepsinin altından aynı “Dava” çıkıyor…
Bağnazlaştırılmış bir ideoloji, fanatikleştirilmiş bir kör inanç, keskinleştirilmiş bir nefret…
Hepsinin bize vadettiği dünya Kafka romanının ilk cümlesi:
“Biri iftira atmış olacaktı Josef K’ya; çünkü bir sabah durup dururken tutuklandı…”
İşte o nedenle bugünlerde Kafka romanı okumak yerine Spotify’da yeni çıkan şarkıları dinlemek, konserlere, tiyatrolara, gösterilere, maçlara gitmek daha iyileştirici bir şey.
14 Ocak 2025 - 31 Mart Beşiktaş seçiminde 1 ve 2 numaradaki isimlere baktınız mı?
12 Ocak 2025 - Türk kahvesi içen Kassandra 2028 falında neleri gördü?
11 Ocak 2025 - Bir MİT Başkanından hayatımda ilk defa MİT amblemli tebrik aldım
10 Ocak 2025 - Neler oluyor neler: Bir Mossad müdürü ve bir İranlı generalden gelen çarpıcı bilgiler
9 Ocak 2025 - Bu tarihi fotoğrafın 10. yılı: Dikkat ettiniz mi, yan yana yürüyen beş kişi kim?