İstanbul'da Mustafa ve Lüset Taviloğlu'nun 52 yıl boyunca topladıkları sanat eserlerinden oluşan dev bir sergi var. 'Bir Koleksiyoner Hikayesi' adlı sergi, tek bir mekana sığmamış, tam 7 ayrı dev salonda sergileniyor. İnanılmaz bir sergi, kaçırmayın.
Geçen salı günü olağanüstü bir sergi gezdim.
Sergiden çok “bienal” demek daha doğru…
Arkasında bir iş insanının olağanüstü gayreti, vizyonerliği ve sanat tutkusu vardı.
Bu iş insanı hayattaki en iyi arkadaşlarımdan biri olduğu için ayrıca gurur duyarak da yazacağım sergiyi…
Çünkü insanlar gitsin, görsün, okullar öğrencilerini götürsün istiyorum.
İlkokul, ortaokul, lise, üniversite öğrencilerinin bir gün derslerini bu sergiye ayırmasının onlara bir sömestrelik ders olacağına eminim…
Sergi’nin adı “Bir Koleksiyoner Hikayesi.”
Taviloğlu ailesinin özel koleksiyonu bu…
Sergiyi anlatacağım ama, önce sanatla ilgili bir tartışmadan başlayacağım.
Bu sergiyi gezerken doğal olarak bazı tabloların önünde durdum.
İnsan hayatta her gün bir Osman Hamdi görmüyor.
Bir çoğunun önünde durdum ama bir tablo önünde fotoğraf çektirdim.
O da gördüğünüz bu tablo…
Herhalde tablodaki kişiyi siz de tanıdınız.
Kim tanımaz ki 21’inci Yüzyılda yükselen diktatörler çağının bu en tanınmış karakterlerinden birini…
Hitler’in bıyığı kadar kadar tanıdık bir saç şekli var.
Evet Kuzey Kore’nin dedeyle başlayan diktatör hanedanının yeni üyesi…
Her hafta durmadan yeni bir füze denemesiyle dünyanın yüreğini ağzına getiren, istediği insanı anında yok eden Kuzey Kore diktatörü.
Tablonun adı “Kim Jong-Un.”
Ancak bu ismin yanında şöyle bir ifade var:
“Listen: It’s Getting Closer…
“Kulak ver: Gittikçe yaklaşıyor”
Ürkütücü bir ifade değil mi…
İnsanın aklına şüphe düşürüyor.
Bu adam nereye yaklaşıyor?
Türkiye’ye mi…
Aman Allah korusun dedirtiyor insana.
Sözünü ettiğim sergi Taviloğlu ailesinin özel koleksiyonu…
Koleksiyon deyince aklınıza bir aile evine sığacak kadar tablo gelmesin gözünüzün önüne…
3000’den fazla tablo, heykel ve enstalasyondan söz ediyorum.
Biraz abartsam İtalyan kültürünün kurucusu Medici ailesi diyeceğim.
Tabii ne Mustafa Taviloğlu ne eşi Lüset öyle prenslik yöneten bir aileden geliyor.
Ama 52 yıl boyunca topladıkları eser ve sanata verdikleri destek çabayla onlardan hiç de aşağı değil.
İstanbul’da yedi ayrı yerde sergileniyor bu eserler ve 6 Aralık’a kadar açık kalacak.
Geçen salı bunlardan sadece üçünü gezebildim.
Yedi saatimi aldı.
Bu tabloyu serginin Devlet Resim Heykel Müzesi’nin salonlarındaki bölümünde gördüm.
Tablolar arasında dolaşırken bunu gördüğüm an önünde takılıp kaldım.
Bir kere çok çarpıcı bir tablo…
Sanatın popüler kültür sınırlarında dolaşıyor.
Tabii ki Van Gogh tarzı sarı renk insanın bilinçaltını harekete geçiriyor.
Hemen bir sandalye çekip önüne oturdum.
Tablo sanki Zeyrek duvarlarından fırlamış bir sokak ressamının elinden çıkmış gibiydi.
Hemen yanında Mao’ya ait bir başka çok çarpıcı tablo vardı…
Ama pop sosyolog yanım beni bu tabloya çekti.
Zaman zaman Hitler ve Mussoulini’ye ait bazı tablolar gördüğümde de aynı soru aklıma gelir.
Böyle adamlardan sanat eseri konusu çıkar mı…
Tabii çıkar ama, 21’nci yüzyılda yeniden yükselen totaliter rejimler bende öyle büyük endişe yarattı ki o figürleri sanat eseri objesi olarak karşımda görünce elimde değil düşünüyorum.
Sanatta özgürlükçü tarafımla siyasetteki endişelerim tartışmaya başlıyor.
Sergiyi bana Mastafa Taviloğlu gezdirdi.
Ona bu tablonun hikayesini sordum.
Bu eser 2020 yılında Contemporary İstanbul sanat fuarı sırasında getirilmiş.
Türk asıllı Alman küratör Marcus Graf fuarın online turunu yaptırırken Taviloğlu ekranda bunu görünce hemen bunu istiyorum demiş.
Eserin sanatçısı Teyyar Tekin….
Tabii ki hazır sandalyeyi çekmişken önünde bu fotoğrafı da çektirdim.
Sergide dikkatimi çeken eserlerden biri de Alaettin Aksoy’un “Üç Ressam” adlı tablosu oldu.
Tablo sanki bir dönem Türk resminin hatıra fotoğrafıydı.
Alaettin Aksoy’un yanında Paris yıllarımdan şahsen tanıdığım iki sanatçı Komet ve Mehmet Güleryüz vardı.
İkisini de yakın zamanda kaybettik.
Paris yıllarımdan bir Utku Varlık eksikti sanki.
Sosyolog gözüyle baktığımda dikkati çeken bir eser de Huri Kiriş’in “Oscar” adlı tablosuydu.
Geçen ay Paris’te yapılan Paralimpik Olimpiyatlar için sembol olacak kadar güzel bir eserdi.
Mustafa Taviloğlu tablo satın almaya 1972 yılında başlamış.
Yani arkasında 52 yıl gibi uzun bir süre var.
Tekrar edeyim. Sergide yedi ayrı yerde 2400’den fazla eser sergileniyor.
Türk resim sanatının 19’ncu Yüzyıl sonundan günümüze bir retrospektifi olmuş.
Taviloğlu’nu yıllardır tanıyorum.
Elinde bu kadar çok Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ gibi ilk dönem sanatçılarının tabloları olduğunu bilmiyordum.
Koleksiyonunda çok sayıda Fikret Mualla, Komet ve Mehmet Güleryüz var.
Komet’in hiç bilmediğim dönemlerine ait tablolar gördüm ilk defa.
Ama en çok hoşuma giden, Taviloğlu’nun genç sanatçılara verdiği önem oldu.
Sergilerde o kadar çok tanımadığı, genç modern kesim sanatçısı öğrendim ki…
İşte o nedenle her dereceden öğrencinin götürülüp bir gün, hatta iki üç gün eğitim olarak gezdirilmesinin yararlı olacağını söylüyorum.
Mustafa Taviloğlu’nun en takdir edilecek yanı bu koleksiyonuna tutkulu bağlılığı.
Türk ekonomisi bu 50 yılda birçok kriz geçirdi.
Şirketler zor durumda kaldı.
Taviloğlu’nun da zor zamanları oldu.
Bu koleksiyonu satsa bütün o zorluklarla mücadele etmesine hiç gerek kalmazdı.
Gerçi Mudo sağlam bir markadır ve her kriz dönemini aştı.
Ama bütün o dönemlerde Mudo tek bir eserini satmadı.
Şimdi gelecek nesillere böyle bütün halde bırakmak istiyor.
Vaktiniz varsa sergiyi mutlaka gezin derim.
Hem çok seveceksiniz hem çok öğreneceksiniz.
Hazır bu sergileri anlatmaya başlamışken sergi salonları hakkındaki birkaç gözlemimi de yazayım.
Bu sergide merkezi hükümetle yerel yönetimler ve bir de özel kuruluşların çok güzel ve insana umut veren işbirliğini gördüm.
Devlet Resim Heykel Müzesi salonlarını Taviloğlu sergisine açmış.
Çok güzel bir sergi mekanı burası.
İstanbul Büyükşehir Belediye ve Eyüpsultan ilçe belediyesi de kendisine ait kültür ve sanat mekanlarını açmış.
Eyüp Sultan Belediyesinin sergi mekanı haline getirilen binasını çok beğendim.
İBB’nin Feshane’sini anlatmama zaten gerek yok.
Tersane’deki sergi salonları da çok iyi olmuş.
Ancak CHP’li belediyelere ait bu iki mekanda dikkatimi çeken ve çok hoşuma giden bir gözlemimi aktarmak istiyorum.
Her iki mekanda da çalışan kadın sayısı yüksekti.
Neredeyse erkek sayısına yakın kadın görevli vardı.
İkincisi her iki mekanda da çok sayıda başı örtülü kadın görevli çalışıyor olmasıydı.
Kadınların hepsinin işini severek ve güler yüzle yaptığını gördüm.
Kadınların sanat ve kültür alanındaki işlerde çalışması bana çok umut veriyor.
Orada gördüğüm tablo bana şunu söyledi:
Türk toplumu artık başörtü meselesini çözmüş.
Ne muhafazakarların ne de laik kesimin artık bu konuyu kaşımamasını ve siyasi emelleri için kullanmamasını umut ederek bu şahane gezimi tamamladım.
Çıkarken aklıma Prof. Nilüfer Göle geldi.
Onun “Modern Mahrem” kitabını ve teorisini hatırladım.
90’lı yıllarda üniversitelerde başörtü yasakları varken, “Bırakın isteyen kız okula başı örtülü girsin. Bu onların toplumsal hayata girmesini kolaylaştıracak” derken laik kesimden çok ağır eleştiriler almıştı.
Meğer ne kadar haklıymış…
Taviloğlu ailesine çok teşekkürler…
Sadece ailelerine değil, Türkiye’ye de çok güzel ve zengin bir koleksiyon kazandırmışlar.
26 Aralık 2024 - Sayın Ali başkanım, yılbaşı gecesi kırmızı boxer külot giyebilir miyim?
25 Aralık 2024 - Türk halkı bu iki tuhaf kelimeyi 75 yıl sonra nasıl tersine çevirdi
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?