Cihangirli bir entelektüel ve bir gazeteci için dün gece ne ifade ederdi?
Belki çok azı için sabaha kadar uyumamaya değecek bir şeydi dün gece…
Ama dünyada “Karşı Kültür “ hareketi olarak bilinen ve kültürün müesses nizamını yıkmaya azmetmiş “Boomerlar” için çok ama çok şey ifade ediyordu.
Dün gece, daha doğrusu Türkiye için bu sabah dünya spor ekonomisinin en zengin gecesiydi…
Amerikan Futbol liginin final maçı vardı…
Ama kimse bu maçı bir ‘final’ olarak görmüyor……
Bunun adı bütün dünyada “Super Bowl” olarak biliniyor…
Bu sporu sevenlerin sayısı bütün dünya gibi Türkiye’de de giderek artıyor.
Nitekim dün gece Türkiye’de de SSport bu maçı canlı olarak verdi.
Seyredenlerden biri de bendim…
Ama dün gece Super Bowl sporun bütün sınırlarını da aşarak başka bir fenomen haline geldi.
Çünkü final Las Vegas’ta oynandı…
Yani dünyanın bilinen en büyük eğlence merkezinde.
Las Vegas bu yıl önce Sphere denen ve dünyanın kültür ve eğlence paradigmasını altüst eden bir teknoloji harikasının açılışına sahne oldu.
U2 konserleriyle başlayan açılış dünyanın dikkatini burada topladı.
Arkasından bir başka devasa spor olayı…
Formula 1 yarışı…
Ve dün gece zirve…
Super Bowl…
Dün gecenin ikinci olayı da şuydu…
Final oynayan Kansas City’nin Quarterback’i, yanı en önemli oyun kurucusu Travis Kelce’in maçıydı bu…
Yani bu yılın sadece Amerika değil, bütün dünyadaki fenomeni Taylor Swift’in sevgilisinin…
Taylor Swift de tribündeydi ve bu muazzam olaya bir “Love Story” boyutu ekledi.
Las Vegas’a yakışan bir olaydı yani ve dün gece Las Vegas’ta yaşanan hiçbir şey Las Vegas’da kalmadı, bütün dünyaya yayıldı.
New York Times dün bu maçla ilgili haber ve yazısına dünya karşı kültür hareketinin efsane bir ismiyle başladı.
Hunter S. Thompson…
Daha doğrusu onun “Fear and Loathing in Las Vegas” adlı kitabıyla.
Kitap Türkçeye “Las Vegas’da Korku ve Nefret” olarak çevrildi.
Bu kitap medya dünyasında “Gonzo gazetecilik” denen stilin doğmasına yol açan yazılardan oluşur.
Kitap rock ve karşı kültür hareketinin en büyük yayın organı sayılan Rolling Stone dergisi için 1971’de yazdığı iki yazı ile başlar.
Kitapta Raoul Duke adlı bir kişi ile avukatı Dr Gonzo’nun Las Vegas’a yaptığı yolculuk anlatılır.
Filmi de yapılmış ve Johnny Depp ile Benicio del Toro oynamıştır.
Las Vegas’ın bugünkü eğlence merkezi olmasından çok önce daha henüz kumarbazların, uyuşturucu ve alkol meraklılarının, mafyanın safari alanı olduğu yıllardır.
Hunter S. Thompson bunu “Amerikan Rüyasının merkezine vahşi bir yolculuk” olarak tarif eder.
New York Times’taki yazı onun şu sözleri ile başlıyor:
“Las Vegas’a gidiyorsanız vaktinizi normal bir insan gibi boşa harcamayın… Çıldırın…”
Aynı Hunter S. Thompson yaşasa ve aynı yazıları dün gece için Rolling Stone dergisine yazsaydı acaba bu defa ne yazardı?
Dün geceyi yazmak için çok ama çok önemli bir nedeni olurdu…
Futbol…
Çünkü Hunter S.Thompson çok büyük bir futbol tutkunuydu.
Watergate öncesi Rolling Stone dergisi için ABD Başkanı Richard Nixon’la bir mülakat yapmıştı.
Düşünün, Nixon gibi Cumhuriyetçi bir ABD Başkanı o günlerde Hunter S. Thompson gibi bir gonzo gazeteci ve yazara mülakat veriyordu.
Çünkü ortak bir tutkuları vardı.
Futbol…
Hunter S. Thompson o mülakatta Nixon için şu ifadeyi kullanmıştı:
“Monster…”
Yani “Canavar…”
Ama aynı mülakatta şöyle bir de cümle vardı.
“İkimizin tek ortak yanı futbol…”
Hunter S. Thompson 20 Şubat 2005 günü, yani bundan 19 yıl önce bir sabah saat 05.42’de çok sevdiği tüfeğini çenesine dayadı ve tetiği çekti…
Karısının ilk aradığı insan İngiliz dostu ve büyük karamizah çizeri Ralph Steadman’dı…
Amerika yollarında birlikte epey yol yapmışlardı ve o yazıyordu.
Hunter S. Thompson intihar ederken şu notu bırakmıştı.
“Futbol sezonu kapandı…”
Bu yılki Amerikan Futbol sezonu bu sabaha karşı muazzam bir şovla kapandı…
Devre arasında Hip Hop’un dev isimlerinden Usher’ın şovunu izledik.
Tam bir Las Vegas şovuydu…
Görkemli, pahalı, kalabalık, rengarenk…
O da sanki Hip Hop’un 50’inci yılını kutluyordu…
Belki de Hip hop’un ilk yarım yüzyılının kapanma törenini yaptı.
Çünkü üç hafta önce yapılan dünyanın en büyük müzik şovunda müzik ödüllerinin çoğu kadınlara gidiyordu.
Hip hopçular sanki bir değil iki adım geri çekilmiş…
Michael Jacksonvari “Great Show” dönemi tekrar açılmıştı.
Belki de Super Bowl üzerindeki “Sphere” etkisiydi bu…
Gecenin kraliçesi hiç şüphesiz Taylor Swift’ti…
Ama Taylor Swift o geceden beri müziği ile değil, ABD’nin başkan adayı olmaya hazırlanan Trump’a karşı mücadelesi ile konuşuluyordu…
Bir de sevgilisi Travis Kelce’i desteklemek için her hafta tribünlerdeki görüntüleriyle…
Eğelence… Spor… Siyaset ve aşk…
Hunter S. Thompson’un yaptığı gazeteciliğin adı “Gonzo gazetecilik” olarak kaldı…
Anonim ve “biz” diye başlayan aşırı ciddi cümlelerle ciddiyet kazanmış klasik gazetecilik tarzının köküne dinamit koyan bir tarzdı bu…
Çünkü artık gazeteci yazdığı konunun merkezine kahraman olarak kendini koyuyordu.
Cümleler “biz” veya “bu satırların yazarı” gibi ruhsuz ve kime ait olduğu belli olmayan ifadelerle değil, “ben” gibi iddialı, cüretkar ve tabii ki kışkırtıcı cümlelerle anlatılıyordu.
“Gonzo gazetecilik” kavramından ilk Türkiye’de ilk defa 1990’lı yıllarda Hürriyet’teki “game changer” mizahıyla yeni çığır açan yazılarında Serdar Turgut söz etmişti…
Elindeki hayali beyzbol sopasıyla başta ben olmak üzere medyanın bütün müesses nizam mensuplarını öldürmeye çalışan bir Hunter S. Thompson gibiydi.
Son yıllarda bu unvanı Cihangir’de yaşayan bir gazeteci, Tuğrul Eryılmaz kendi kendine verdi.
Cihangir’de bir avuç sanatçı, solcu, yazar, tiyatrocu, dizi oyuncusu ve işsiz gazeteci topluluğunu anlatan ilginç bir magazincilik türü yarattı.
Ama Gonzo gazetecilikten çok ilk iki bölümü yayınlanan Feud dizisindeki Truman Capote’yi andırıyor.
Ama Truman Capote kadar cesur olamıyor. Yani Cihangir’in merkezine vahşi bir seyahat değil onunki. Rolling Stones tişörtlü eksik bir “Truman Capote.”
Arkadaşları için yazdığı şeyleri iğneleyiciliğin sempatik sınırları içine kapatan bir tarz bu…
Oysa Selim İleri 1980’li yıllarda hazırladığı kültür sayfasında bunu tam anlamıyla Truman Capote cüreti ile yapıyordu…
Dün akşam benim dünyamda sadece Super Bowl yoktu…
Ülker Arena’da beni kahreden Fenerbahçe-Alanyaspor maçını izlerken bir yandan da cep telefonumdan Fatih Terim hocanın maçını seyrediyordum.
Akşam evde aynı saatlerde Milan-Napoli ve Barcelona-Granada maçları vardı ve bir yandan Afrika Kupası’nda Nijerya ile Fildişi Sahili arasında oynanan final maçını izliyordum.
Sonra Super Bowl…
Dün gece bir gazeteci olarak bana yine aynı cümleyi hatırlattı…
Futbol sadece futbol değildir…
Dün gece bir de de kafama şu soruyu soktu……
Futbol sevmeyen biri Gonzo gazeteci olabilir mi…
Yüreğiniz 9 Mart’ta oynanacak Liverpool-Manchester City maçını o sahada seyretmek için atmıyorsa eğer, Gonzo ruhunuzda da eksik bir şey yok mudur…
Şimdiden şunu söyleyebilirim.
Bir gün o kaçınılmaz gün geldiğinde…
Benim için de futbol sezonu bir daha açılmamak üzere kapanacak…
Erol Simavi’yle son olarak 1995 yılı başında Stockholm’da bir otel lobisinde konuşmuştum.
O gün nasılsınız diye sorduğumda şu cevabı vermişti:
“Uzatmaları oynuyoruz…”
Tanıdığım yazarların, gazetecilerin çoğu futbol tutkunudur.
Şu an gazetecilik uzatmaları oynuyor…
Ama eminim ki Gonzo gazeteciliğin asıl sezonu şimdi açılıyor…
İşte o yüzden en cesur Gonzo yazılarını ancak benim için yazan Cihangirli dostum Tuğrul Eryılmaz’a seslendim bu sabah.
Hey Gonzo arkadaşım…
Gece kalkıp Super Bowl’u seyrettin mi?
Seyretmediysen Hunter S. Thompson çok fena bozulmuştur sana…
NOT: Hunter S. Thomson’un son gecesini Ralph Steadman’ın kendisinden defalarca dinledim. Steadman Hürriyet’in düzenlediği ve bugün Aydın Doğan Karikatür Yarışması olarak devam eden yarışmada defalarca jüri üyeliği yaptı.
Akbük’teki evimizde kaldı, günlerce sohbet ettik.
Hunter S. Thompson için özel bir cenaze töreni yapıldı. Vasiyeti üzerine külleri özel yapılmış bir topun içine kondu ve gökyüzüne fırlatıldı.
Törende Jack Nicholson, Bill Murray, Johnny Depp ve Sean Penn vardı.
Johnny Depp bu cenaze için üç milyon dolar harcadı.
Johnny Depp “Fear and Loathing in Las Vegas” filmindeki rolü için altı ay Hunter S. Thompson’un evinin bodrum katında yaşamıştı.
Ölümünden sonra Londra yakınlarındaki evine gelip Ralph Steadman’la defalarca sohbet etmiş, onun belgeselini yapmıştı.