Geçen salı günü Ahu Tuğba’nın cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi için devreye giren iş insanı Cemal Koyuncu’ya teşekkür eden bir yazı yazmıştım.
Beyaz Tv’de yapılan bir yayınla cenazenin Türkiye’ye getirilmesinin sağlandığını belirtmiştim.
Meğer o gece Türkiye’de başka birçok insan daha devredeymiş.
Ve gecenin ilginç bir hikayesi varmış.
Magazin Gazetecileri Derneği Başkanı Okan Sarıkaya bana bir mesaj gönderdi ve o gecenin hikayesini ayrıntıları ile anlattı.
Beni okuyanlar bilir.
Üyesi olduğum tek gazetecilik kuruluşu Magazin Gazetecileri Derneği’dir.
Çünkü Hürriyet’in genel yayın koltuğuna oturmadan önceleri bile magazinin ne kadar önemli bir gazetecilik olduğuna inanıyordum.
Hala da inanıyorum ve hala da hem iyi bir magazin okuruyum, hem de iyi bir magazin gazetecisiyim.
Bazı arkadaşlarım ‘Bunu söyleme’ diye uyarır beni.
Çünkü bu ülkenin müesses gazetecilik nizamının kuralları eski solcu bir kadro tarafından yazılmıştır.
Onların gözünde magazin ve spor gazeteciliği ciddiye alınacak şeyler değildi.
Gerçek gazetecilik siyasi bir meslekti…
Neyse o siyasi meslek bugün çöktü, ama magazin gazetecileri yaşıyor.
Spor gazeteciliği siyasi yazarlara göre çok daha kalite ve içerik arttırarak devam ediyor.
Tabii üyesi olduğum derneğin başkanı bana o gecenin ayrıntılı hikayesini anlatıyorsa bana da bunu yazmak düşer.
İşte size Yeşilçam’ın yaldızlı günlerinin yaldızlı vamp rollerinin sanatçısı bir kadının ölümünün ardından ona dostlukla sarılan insanların o geceki çabalarının hikayesi.
Sözü Okan Sarıkaya’ya bırakıyorum.
“Sayın Özkök,
Bizim jenerasyon meslektaşlarımızın Ahu Tuğba ve sanatçılarla diyaloğu gümüzünkinden hayli farklı, “yakın ve samimi dostluk” düzeyindedir. Bunlar arasında Burhan Akdağ, Nurettin Soydan gibi gazeteciler özellikle öne çıkmaktadır.
Pazar günü yaşananları size kısaca anlatayım.
Telefonuna gelen bir mesajdan Ahu Tuğba’nın fenalaştığını öğrenen Burhan Akdağ Türkiye saatiyle 19.02’de yakın dostu Ahu Tuğba’nın kızı Anjelik’i aradı.
Ahu Tuğba o sırada ambülanstaydı ve hastaneye götürülüyordu.
Ancak sanatçının ex olduğunu öğrendi.
Aynı dakikalarda bir başka gazeteci, Nurettin Soydan da Ahu Tuğba’nın kızı Anjelik’i aramaktaydı.
Türkiye’ye haberi ilk duyuran gazeteci Hakan Solaker oldu.
Sosyal medyada “Miami’den üzücü bir haber” vurgusuyla vefat haberini o duyurdu.
Anjelik ve Nurettin Soydan’ın yaklaşık 20 dakika süren konuşması sonrası telefon trafiği başlar.
Nurettin Soydan 19.47’de beni aradığında haberi vererek kızının (Anjelik) durumundan duyduğu üzüntüyü paylaştı ve bizim de bir şeyler yapmamız gerektiğini dile getirdi.
Böylece Magazin Gazetecileri Derneği devreye girdi.
Konunun resmi merciler üzerinden ilerlemesinin, Dışişleri, özellikle de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile irtibata geçilmesinin doğru olduğu hususunda hemfikir kalmamızın ardından bunu üstlenebileceğimi aktardım.
Soydan bu sırada TV yapımcısı Savaş Kalafat ile de diyaloğa girer.
Biz bu telefon trafiği içerisindeyken Nurettin Soydan’ın kurmuş olduğu ve pek çok magazin gazetecisinin de içinde bulunduğu WhatsApp grubunda yazışmalar başlamıştı.
Beyaz TV program yapımcısı Bilal Özbilge de trafiğe dahil olarak kanalın Yönetim Kurulu Başkanı Osman Gökçek’e durumu aktardığı bilgisini verdi.
Sayın Gökçek’in durumu Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü Sayın Birol Güven’e ilettiğini söyledi.
Birol Güven ile irtibata geçen Soydan kısa süre sonra Sayın Güven’in Miami Başkonsolosumuz Sayın Resul Şahinol ile irtibata geçtiği bilgisini verdi.
Bu görüşme trafiği devam ederken Soydan’ı arayan Anjelik konsolosluktan arandığını, eski Dışişleri Bakanı ve TBMM Üyesi Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun konsolosluk ile diyaloğa geçtiğini, hatta sanatçının naaşının Türkiye’ye getirilebilmesi noktasında hazırlık ve yol masrafları için gereken 20 bin USD’ın iş insanı Sayın Cemal Kalyoncu tarafından üstlenileceği bilgisinin kendisine verildiğini aktardı.
Günün sonunda pazartesi gününün de ABD’de tatil olması sebebiyle bir şeyler yapılamadığından, mesainin başlaması ile ilerleme sağlanması için bekleme sürecine girilmiş oldu.
Bir konuda da trafiğe dahil olan hemen her isim hemfikir oldu. İlerleme ve bilgi aktarımı tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığı birimleri tarafından yapılmalıydı. Sayın Güven de bu konuda yardımcı olacaklarını aktardı.”
Evet o gecenin hikayesi böyle. Bir bölümünü başka yerlerde okumuş olabilirsiniz.
Tekrar yazma nedenim şunu söylemek.
Siyaset dışındaki gazetecilik loncasının vefa ve dayanışma duyguları kuvvetlidir.
İdeolojik kutuplaşmalar o vefa duvarlarını aşamaz.
Ama bu olay gösteriyor ki, konu siyasetin dışına çıkınca, millet olarak ortak hafızamızın insanları, sanatçıları, sinema oyuncuları, ses sanatçıları olunca vefa dediğimiz o duygu milletin birleştirici karakteri haline geliyor.
Ahmet Tarık Tekçe benim küçüklüğümün açık hava sinemalarında gösterilen filmlerdeki en kötü karakterleri oynayan sanatçıydı.
Filmlerinde canlandırdığı karakterler nedeniyle ona çok kızardık.
Çok kötü insandı o…
Ama bir kaza sonucunda öldüğünü öğrendiğim geceyi hala unutmuyorum.
Çok ağlamıştım o gece…
Çünkü o gece anlamıştım ki, o bizim hayatımızın insanlarından biriydi.
Hayat hikayesini öldükten çok sonra öğrendim.
Kırk çocuğun koleradan öldüğü bir mahallede doğmuş.
Galatasaray Lisesinde okumuş.
Filmlerde oynarken aynı zamanda gazetecilik yapıyormuş.
1952 yılında bir siyasi parti başkanı için yazdığı yazıdan dolayı bir yıl hapis yatmış.
1964 yılında Karabük’te geçirdiği bir kazada ağır yaralandı.
Filmlerde harika bir ikili oldukları arkadaşı Öztürk Serengil yardımına koştu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın emriyle bir helikopterle Ankara Hacettepe Hastanesi’ne getirildi.
Bir hafta sonra orada öldü.
O gün Türkiye’nin benim gibi sinema tutkunu çocukları ağlıyordu.
Ama devlet sinemada kötü adamı oynayan sanatçısı için devreye girmişti…
Arzu Okay 1970’li yıllarının ünlü seks yıldızıydı.
Erkekler olarak çok beğendik, çok arzuladık onu..
En entellektüellerimiz bile onun bizi mesteden fotoğraflarını Cemal Süreya’nın Üvercinka kitabının içinde sakladık.
Sinemadaki Arzu Okay’ı da çok sevdim, onun dışındakini de…
Şimdi artık onun iş hayatındaki başarısını, politik duruşunu izliyor, çıkan her mülakatını okuyorum.
İşte öyle bir etki yarattı Ahu Tuğba’yı da kaybetmemiz.
Meğer onu hiç tanımıyormuşum…
Şimdi öğreniyorum ki Türkiye’de iş dünyasından, entellektüel çevrelerden, sanatçılarından çok iyi ve geniş bir dost grubu varmış.
Bence Ahu Tuğba’nın cenazesi için oluşan bu ortak çaba Kültür bakanlığından iş dünyasına, magazin ve medya dünyasına birçok insanın gönüllü olarak yardım için koşması bize çok önemli bir şey söylüyor.
Galiba artık çoğumuz üzerimize yapıştırılan ve bizi bölen kutupulaştıran etiketlerden kurtulmak istiyoruz.
Muhafazakar bir partinin kültür bakanlığının, muhafazakar bir iş insanın, iktidara yakın bir televizyon kanalı sahibinin Yeşilçam’ın en vamp karakter rollerini oynayan bir kadını için böyle aleni ve gönüllü biçimde yardıma koşmasını bir kenara not ettim.
O nedenle diyorum ki;
Bugünün Türkiye’sinde, gerek başkalarının bizlere, gerek bizlerin başkalarına, gerekse bizzat kendimizin kendimize giydirdiği elbiseler artık hepimize dar geliyor.
Terzi değiştirmenin zamanı geldi.
O nedenle fanatikleri kendi başlarına o çirkin trol elbiseleri içinde bırakıp daha güzel elbiseleri giyme zamanı geldi.
Ahu Tuğba’nın ölümü ve cenazesi bana bunu anlatıyor.
Beni saftirik bulsanız da bu iyimserliğimi korumaya devam edeceğim.
Önceki gece Rixos Tersane’de Türk hazır giyim sanayi açısından önemli bir davet vardı.
O gecenin ertesi sabahı ise Spotify’a bir şarkı kondu.
İkisini bir araya getirince hem giyim sektörü, hem de müzik sektörü açısından ilginç bir tablo ortaya çıktı.
Çok istediğim halde özel bir nedenden dolayı katılamadım ama bütün geceyi elde telefon izledim.
Yani gidemediğim halde bu önemli geceyi anlatacağım.
Türkiye’de hazır giyimin öncü ve yaratıcı markalarından Koton yeni koleksiyonunun lansmanını yapacaktı.
Yani öteki markaların da yaptığı bir Fashion showdu aslında…
Davetiyenin üzerinde şöyle bir yazı vardı:
“Bundan böyle… Ben böyle…”
Özel bir program hazırlanmıştı. Sanatçı olarak Zeynep Bastık vardı.
Ancak, geçen yıl Spotify’ın dünya listelerinde ilk 50’ye giren “Lan” şarkısıyla yıldızı daha da parlayan Zeynep Bastık’ın gecedeki rolü sadece sahneye çıkıp şarkı söylemek değildi.
Koton’un yeni koleksiyonunun adı “Koton & Zeynep Bastık Koleksiyonu” idi.
Ancak işbirliği brada bitmiyordu.
Ertesi sabah Spotify’a Zeynep Bastık’ın yeni şarkısı yüklendi.
Şarkının adı “Ben Böyle” idi.
Koton’un lansman davetiyesinin üzerindeki isimdi yani.
Ayrıca şarkının klibinde de Koton’un yeni koleksiyonundan parçaları giyiyordu.
Bir gece önce Tersane’deki şovda da aynı elbiseleri giymişti.
Daha çok haute couture ve lüks markaların yaptığına benzer bir şovdu.
Koleksiyonu dikkatle izlediğim zaman şunu gördüm.
Koton bu koleksiyonuyla bugüne kadar sürdürdüğü çizgisinin dışına çıkıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, marka kendini yeniden tarif etmiş ve konumlandırmış.
Lululemon gibi markalar bildiğimiz hazır giyim markalarını yenilenmeye ve kendilerini yeniden tarif etmeye zorluyor.
Bugün bütün dünyada değişim zamanı.
Bu değişimi yapamayan markalar birer Kafka romanı kahramanına dönüşecek.
Bunun en canlı örneği Abercrombie oldu.
1980-90 hatta 2010’ların bu yıkılmaz gibi görünen markası üç yılda bitme noktasına geldi.
Şimdi kendini yeniden tarif etmeye çalışıyor ama biraz geç kaldı.
O nedenle Koton’un önceki akşamki girişimi tam zamanındaydı.
Koton’un kurucusu Gülden Yılmaz kendini sıfırdan yaratmış bir iş kadını…
Kurmayı bildiği gibi, şimdi ‘Yenilenmeyi” de bildiğini gösteriyor…
3 Aralık 2024 - Dün gece Türkiye’nin en prestijli ödülü tarihimizin en büyük başarısızlığına verildi
1 Aralık 2024 - Cumhurbaşkanı nerede konuşacak? Caminin avlusunda mı, minberde mi?
30 Kasım 2024 - Antakya’da 2000 yıl arayla ayakta kalan iki duvarın sırrı
29 Kasım 2024 - Master Chef sorusu: Bir Michelin şefinin tam teşekküllü kestane menüsü nasıldır?
28 Kasım 2024 - Rahmi Koç: İşadamıyım ama hayatım beş kuruş bile getirmeyecek üç işle geçiyor