Türkiye ile İsrail arasında bir savaş çıkacağına dair paranoya son haftalarda giderek tırmanıyor. Peki sahiden böyle bir savaş çıkar mı? Ankara'yı dikkatle izleyenler 28 Şubat günü Ankara'da önemli bir şeyler olduğunu fark etti. O gün Hakan Fidan televizyona çıkıp öyle bir şey söyledi ki...
28 Ağustos günü Ankara’da bir şeyler oldu.
O gün Türkiye’nin Suriye ve İsrail politikalarında önemli bir makas değişimi yaşandı.
Bu, benim hissiyatımdı ve okuyacağınız yazıyı işte o gün yazmaya karar verdim, ama gelişmeleri birkaç gün daha izleyeyim diye bekledim.
Ve bugün yazıyorum.
Çünkü çevremdeki insanlarda son zamanlarda ciddi endişe gözlüyorum.
Bir Türkiye-İsrail savaşı mı çıkacak?
Bundan üç beş ay öncesine kadar pek ciddiye almadığım bir endişeydi bu.
Ama son iki haftadır bu endişe en azından benim çevremdeki insanlarda da ciddi boyuta geldi.
Serdar Turgut bir süredir “Bir Armagedon Savaşına gidiyoruz” diyecek kadar ileri bir noktaya götürdü bu endişeyi.
Peki gerçekten bir Türkiye-İsrail savaşı çıkar mı?
Benim bu konudaki görüşüm çok net, çok belirgin ve çok kesin. Hayatımda hiçbir konuda olmadığı kadar emin konuşuyorum bu konuda.
Bana göre İsrail ile Türkiye arasındaki bir savaş ihtimali sıfır bile değil.
Sıfırın çok ama çok altında.
Ve hatta şunu iddia ediyorum.
Bu konuda Türkiye ile İsrail arasında adı konmamış, hiçbir yere yazılmamış, hiç konuşmamış, konuşulmaya hiç gerek olmayan bir zımni anlaşma bile var.
Diyeceksiniz ki, “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz…”
Çok basit.
Ankara’da bu konuda kararın oluşmasında en etkili kişi ve çevrelerin son zamanlardaki konuşmalarını dikkatle okuyorum.
Ama bu konuda bu kadar kesin bir dille konuşmama neden olan son kanıt 28 Ağustos günü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan geldi.
Fidan 28 Ağustos’a kadar Suriye ve İsrail konusunda çok şahin olarak değerlendirilebilecek bir üslup benimsemişti.
YPG’ye çok sert mesajlar veriyordu.
Hatta kulağıma Ankara’da güvenlikle ilgili birimlerde bakanın bu sert üslubunun eleştirildiği söylentileri de geliyordu.
Yıllardır izlediğim Fidan’ın o üslubunu ben de yadırgamıştım.
Bazı kişiler bu yeni sert üslubu “Erdoğan sonrası yarışının erken bir işareti” olarak bile değerlendiriyordu.
İşte bu üslup 28 Ağustos günü TGRT’ye verilen bir mülakatla bambaşka bir istikamete döndü.
Gelin birlikte bakalım o mülakata…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan önce YPG’ye Türkiye’nin klasik tutumunu iletiyor:
“YPG’nin Şam’la bir uzlaşma içerisinde olması, yeni Suriye’yi herkesin beraber kurması, burada tek bir silahlı gücün olması” gerekir diyor.
Buraya kadar hep bilinen cümleler.
Ama hemen ardından bugüne kadar pek duymadığımız bazı cümleler geliyor:
“Ama aynı zamanda grupların kendi kimliklerini ve dillerini muhafaza edecek tedbirlerin alınması ve yönetimde eşit şekilde temsil edilmesi fevkalade önemli. Bizim savunduğumuz budur.”
Evet bizim savunduğumuz bu ama burada daha önce pek duymadığımız bazı kavramlar var.
“Yönetimde eşit şekilde temsil edilme,” “Kimliklerin ve dillerin muhafaza edecek tedbirlerin alınması.”
Üstelik bakan konuşmasında “Bunların güvence altına alınması fevkalade önemli” diyerek özel bir vurgu yapıyor.
Bu “Fevkalade önemli güvenceler”, “Tek ordu”, “Tek merkez” “Tek bütçe” konusunda ısrar eden HTŞ yönetimi tarafından nasıl sağlanacak?
Ortada Lazkiye ve Suveyda katliamları varken Şam bu güvenceleri merkezden verebilecek bir güce sahip olabilecek mi?
Türkiye gibi güçlü bir devlet maaşını ödediği bazı ÖSO unsurlarının Lazkiye’deki katliamda rol oynamasını önleyebildi mi?
Eminim bakan da bu soruları kendi kendine soruyor.
O nedenle biraz de kendimden emin şekilde şu yorumu yapıyorum:
Bence bakanın bu sözlerinin altında Şam’ın merkezi yönetim anlayışını yumuşatacak yeni bir “Şeyler” var.
Türkiye’nin YPG politikasında bir “Yumuşama arayışı” diyebiliriz buna.
Sonuçlarını ileride göreceğiz.
Gelelim baştaki soruya…
Türkiye-İsrail savaşı konusundaki endişeleri iyice arttıran şey Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasıydı:
“Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama gerek kalmaz…”
Cumhurbaşkanı daha önce “Nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek oraya da gireriz” demişti.
Şimdi bir adım daha ileri giderek “Kılıcını kınından çıkarmaktan” söz ediyordu.
Cumhurbaşkanının bildiğimiz belagat şehveti mi… Yoksa gerçek bir tehdit mi…
Dışişleri Bakanı Fidan’a bu soru da soruluyor.
Onun cevabı ilginç…
“Kılıcın kınından çıkması” değil “çıkmaması” üzerine kurulu bir yorum yapıyor.
Aynen şöyle diyor:
“Biz, bize düşmanlık yapılmadığı sürece herhangi bir nedenden ötürü bir politik oluşuma, bir insan grubuna ya da bir kişiye düşmanlık eden bir medeniyet ve devlet yapısına sahip değiliz. Başka bir devlete tehdit oluşturmuyoruz. Fakat başka bir devlet bize tehdit oluşturduğu zaman cevabımız nettir.”
Asıl dikkat çekici ifade bundan sonra geliyor:
“Devlet ya da devlet dışı hangi aktör olursa olsun Türkiye’nin güvenliğini, milli çıkarlarını, halkın refahını ve huzurunu hedef alan, bunları bozmaya yönelik girişimlerde bulunan bütün odaklara karşı önlem alırız.”
Dikkat edin, “Oraya geliriz” ifadesi yok. Onun yerine “Siz buraya gelmezseniz biz de oraya gelmeyiz” ifadesi bu…
Cumhurbaşkanı içeri konuşuyor… O duygusal ve coşkulu…
Bakan ise dışarı konuşuyor… “Serinkanlı ve rasyonel…”
Şimdi geliyorum TGRT’ye verilen mülakattaki asıl ve en önemli değişikliğe…
Fidan önce yine Türkiye’nin İsrail konusundaki klasik eleştirisini dile getiriyor:
“İsrail’in geldiğimiz noktada aslında hedefinin hiçbir zaman kendi güvenliği olmadığı, güvenlik maskesi altında daha fazla toprak elde etme amacı taşıdığı artık dünya tarafından görülüyor.”
Buraya kadar normal.
Ancak bundan sonra gelen cümleler bence yeni, hem de çok yeni bir şeylerin işareti.
Gelin o cümleleri kelime kelime birlikte okuyalım:
“Bütün bunlar ortaya çıktıkça İsrail’in geleneksel dostlarının da İsrail’le daha fazla beraber görünme, hareket etme lüksü kalmıyor. Günün sonunda herkes bir kamuoyuna hesap vermek zorunda.”
Buradaki anahtar cümle şu:
“Günün sonunda herkes kamuoyuna hesap verme zorunda…”
Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir cümle…
Kamuoyuna hesap verme zorunluğu olan yönetimler hangi ülkelerde var?
Kimse bana çıkıp Müslüman ülkelerde demesin.
Hakan Fidan siyaseten bilgili ve tecrübeli bir insan. Kastettiği ülkeler demokrasi ile yönetilen Batı ülkeleri tabii ki…
Hakan Fidan hem istihbarat hem diplomasi konusunda çok bilgili ve tecrübeli bir insan.
Bu cümleyi telaffuz ederken bunun bir bumerang gibi Ankara’ya da yöneleceğini ve kendisine de birilerinin “Peki günün sonunda siz de kamuoyunuza hesap verme zorunda hissedecek misiniz kendinizi” diye sorulacağını düşünmez mi…
Düşünmüştür kesinlikle.
Öyleyse bu cümle mülakatta özenle araya girdi?
Adresi sadece Suriye Kürtleri ve İsrail mi?
Yoksa bir kopyası da Ankara’ya mı gidiyor?
Madem o cümle bir kere Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanının ağzından çıktı…
O zaman gelin soralım.
İsrail ile bir “Gazze Savaşına” girme konusunda iktidar Türkiye kamuoyuna hesap verebilecek durumda mı?
Bence bu sorunun ilk cevabı geçen hafta Çorum’dan geldi.
Hükümet 81 vilayette gösterilmek üzere bir Gazze belgeseli hazırlattı.
Şehir meydanlarında dev ekranlar kuruldu…
Valilikler durmadan çağrı yaptı.
Çorum’da 30 bin kişinin gelmesi beklenen gösteriye sadece 65 kişi geldi.
Bu kamuoyunu Gazze yüzünden bir savaşa ikna edebilir misiniz?
Cumhurbaşkanının içerideki konuşmalarda en sevdiği cümlelerden biri “Bir gece ansızın gelebiliriz”di.
Ancak İsrail-İran savaşı bu cümlenin kullanım ömrünü bitirdi.
Artık stratejik olarak en rasyonel soru şu:
“Ya onlar bir gece ansızın gelirse ne yapacaksınız?”
İran bir şey yapamadı.
Dolayısıyla artık “savunma” konsepti, asıl ağırlığı buna veriyor.
Geçen hafta haklı bir gururla Aselsan’ın yaptığı yeni hava savunma sistemlerinin Türk Ordusu envanterine girişi törenlerini izledik.
Son zamanlarda bana en güven veren başarılarımızdan biriydi.
Artık herkes biliyor ki Rusya’nın S-400’leri kendi derdinin bile çaresi olamadı.
Ve biz henüz “Çelik kubbemizi” tam anlamıyla öremedik.
Dolayısıyla biz önce savunma sistemlerimizi gerçekten güçlendirmeliyiz.
İşte bütün bunlara bakıp şunu kesinlikle ifade ediyorum.
Bir Türkiye İsrail savaşı ihtimali sıfırın bile altındadır.
Ayrıca ne Erdoğan ne Netanyahu bunu yapacak kadar akılsızdır.
Yani ne Erdoğan ne Netanyahu İran’ın molla rejimi kadar akılsız.
İkisi de bu iki ülke arasındaki savaşın karşılıklı olarak nasıl bir felakete yol açacağının bilincinde.
O nedenle içiniz rahat osun.
Bir Türkiye-İsrail savaşı katiyen olmaz.
5 Aralık 2025 - 19 Mart Silivri’sinden ilk kitap: En gözde iki şair kim?
4 Aralık 2025 - Silivri’ye giden ‘Cumhurbaşkanlığı’ antetli sürpriz ‘Üzgünüm’ mektubu
3 Aralık 2025 - İki başkanın yan yana sevinç sahnesi ve Fener stadında bir açılış devrimi
2 Aralık 2025 - Bugünlerde gece yolda dev bir tavşana rastlarsanız bilin ki gemi su alıyor
30 Kasım 2025 - Beş işaret: Bu yılbaşı İzmir ve Ege’de ilginç bir şeyler oluyor