Önceki gün Manifest Gurubu’nu hapis cezasına götüren iddianameyi okurken kendi kendime mırıldandım.
“Acaba bu iddianameyi kaleme alanlar, yazdıklarını ikinci defa okudular mı…”
Yaşım itibariyle; 12 Eylül’ün Sıkıyönetim ve sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılarının iddianamelerini okudum.
28 Şubat dönemi savcılarının parti kapatma ifadelerini okudum.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından sonra Erdoğan için hazırlanan iddianameleri okudum.
Bu iddianamede kullanılan bazı ifadeler var ki…
Kendi adıma konuşayım, ilk defa görüyorum.
İddianamede takıldığım bölümleri biraz açıklamalı anlatacağım.
(*) İDDİANAMEDE DENİYOR Kİ;
“Şüphelilerin olay tarihinde verdikleri konser esnasında her birinin katıldığı dans şovu gerçekleştirdikleri…”
YANİ: “Konserdeki dans” neredeyse izinsiz bir gösterideki şiddet olayı gibi değerlendiriliyor. Ve herbirinin bu “olaya” katıldıkları belirtiliyor.
Bir adım ötesi, bir tür “Altılı çete” haline gelecek.
Siyasetimizde hiç sevmediğim ve haksız bulduğum bir “Beşli Çete” kavramı vardı.
Mehmet Akif Ersoy olayı ile “Hukukta” bir tür “Üçlü sevişme çetesini” öğrendik.
Şimdi de, az daha “Altılı dans çetesi…”

(*) İDDİANAMADE DENİYOR Kİ; “suça konu dans figürlerinin toplumun sahip bulunduğu ortak edep duygularını ihlal eden…”
YANİ Bu “ Dans figürlerinin” toplumun sahip bulunduğu “Ortak edep duygularını” ihlal ettiği vurgulanıyor.
(*) İDDİANAMEDE DENİYOR Kİ; “toplum kültürünün önemli bir kısmını oluşturan edep, iffet, ar ve haya duygularına saldırı niteliği taşıyan…”
YANİ: “Toplum kültürünün önemli bir kısmını oluşturan” bir edep, iffet, ar ve haya” duygusunun olduğu varsayılıyor.

(*) İDDİANAMEDE DENİYOR Kİ; “suça konu hareketlerin cinsel nitelik taşıyarak toplumun ortak mahremiyet algısını zedelediği…”
YANİ: Demek ki “Cinsel nitelik taşıyan bir hareket”. “Toplumun ortak mahremiyet algısını” zedeliyor…
Şimdi burada bir duralım.
Demek ki; sosyolojik olarak tartışmamız gereken yeni ve çok ciddi bir takım kavramlar artık birer “Suç unsuru” olarak hepimizin hayatına giriyor.
Konserde bu 6 kızın dans figürleri belli ki “Meçhul bir ihbarcıyı” “Rahatsız etmiş” bu da savcıları harekete geçirmiş.
İyi de bundan bir süre önce Jennifer Lopez Türkiye’ye geldiğinde sahnede yaptığı dansları, giydiği kıyafetleri hiç görmemişler mi?
O sahneler televizyonlarda, sosyal medyada günlerce paylaşıldı.
Bu ihbarcı arkadaş, acaba Türk kültüründe “Dansöz” olgusunun varlığından hiç mi haberdar değil?
Değilse nasıl oluyor da bütün toplum adına bir ahlak anlayışını savcılara şikayet olarak getiriyor…
Yoksa onu rahatsız eden “Yerli ve milli kızların” dansları mı…

Geleyim ikinci kavrama;
“Toplumun ortak edep duyguları” nedir ve bunu kim tayin eder?
Her gün ve gece televizyonlarda malum programları izliyoruz.
Burada seyrettiğimiz “Olaylar” toplumun hangi ortak edep duygularını” yansıtıyor?
Hele hele kutuplaşmış toplumlarda bu soruların cevabını vermek çok zordur.
Geliyorum asıl vahim ifadeye;
“Toplum kültürünün önemli bir kısmını oluşturan” edep, iffet, ar ve haya” duygusuna…
Bir yukardaki cümlede “Toplumun ortak duygusu”, bir alt cümlede “Toplum kültürünün önemli bir kısmı” haline gelmiş.
Yani “Toplumun bir bölümü” bir anda değerlendirme dışı bırakılmış.
Bu da toplumun bir kısmının bu “Ortak duyguyu” paylaşmadığı anlamına geliyor.
Yine kendi adıma konuşuyorum, böyle bir kavram değişimine ilk defa tanık oluyorum.
Sosyolojide böyle bir kavram yok.
Hukukta olduğunu da sanmıyorum.
Şu önemli konuyu biraz konuşalım.
Nedir “Toplum kültürünün önemli bir kısmı?”
Burada “Önemli” kavramı herhalde “Büyük kısmı” anlamında kullanılıyor.
Keyfi bir kavram değilse, sosyolojik ölçüsü nedir?
Mesela, Türkiye nüfusunun kaçta kaçıdır?
O “Önemli olmayan” yani “Küçük” kısımına girmeyenlere de bakalım.
Kimlerdir toplum kültürünün önemli olmayan kısmına girenler?
Cem Yılmaz bazı parodilerinde, sabah programlarına çıkanların ilişkileri ile dalga geçtikten sonra soruyordu:
“Hani biz marjinal insanlardık…”
İsterseniz daha somut bir örnek üzerinden konuşalım.
Ben Müge Anlı programlarının iyi bir takipçisiyim.
Hem bu toplumun üyesi olarak ilgimi çekiyor, hem de sosyolog olarak orada üzerinde düşünebileceğim çok konu buluyorum.
O programlarda konu edilen insan ilişkilerinin neler olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Merak ediyorum.
O programlarda anlatılan ilişkiler, acaba “Toplum kültürünün hangi kesiminin” duygularını rahatsız etmiyor?
Tamam o olayları yaşayanları, aktörlerini bir kenara koyalım.
Ya o programları seyredenler?
Yani bizleri, Manifest iddianamesindeki hangi kategoriye sokacağız?..
Orada anlatılan “Olaylardan” rahatsız olanlar mı…
Yoksa “Rahatsız olmayıp seyretmeye devam edenler mi”
İçinden çıkamazsınız…
Çünkü bu iddianamede iddia edildiği gibi, “Toplum kültürünün böyle ahlaka, iffete, ar ve hayaya bağlı kesimleri” yok.
Ayrıca olsa bile hukuken “Toplum kültürünün bir kesimi” üzerine kanun çıkarılmaz.
Çıkarılsa bile Anayasa Mahkemesi onu bozar.
Manifest Gurubuna verilen ceza ertelendi.
Dolayısıyla istinafa veya Yargıtay’a gitme hakları yok.
Olsaydı eminim Yargıtay’ın tecrübeli hakimleri söylediğim bu kavramlara takılırlardı.
O nedenle bütün yargı mensuplarımıza Müge Anlı’nın hiç olmazsa bir kaç programını izlemelerini öneririm.
Belki o zaman “Toplumsal kültürün önemli kesimi” ölçüsü üzerinde daha sağlıklı bir tartışma yapabiliriz.