İstanbul'da MİT'in kendi müzesindeki eserlerin bir bölümüyle açılmış bir sergi var. 11 Şubata kadar AKM'de gezilebilecek bu sergiyi ziyaret eden Ertuğrul Özkök izlenimlerini ve müzede sergilenen kimi objelerin anlamını anlatıyor.
Perşembe günü Atatürk Kültür Merkezi’nin üçüncü katındaki “Çift hilalli” ilginç sergiyi geziyorum.
Çift hilal Türk Milli İstihbarat Servisi’nin çok gizli, yani kozmik bilgilerine ait işaret.
MİT Ankara’da kapıları dışarı sımsıkı kapalı yerleşkesinde çok az insanın görebildiği ve teşkilatın “Hafıza Odası” sayılan müzesindeki bazı eşyaları İstanbul’da ilk defa sergiliyor.
Serginin adı “Temas…”
Öyle büyük bir sergi değil, ama başarılı bir küratörlükle Türkiye’nin yakın geçmişi ile ilgilenen herkesin büyük ilgiyle gezeceği bir sergi ortaya çıkarılmış.
Birazdan size sergiyi anlatacağım…
Ama önce serginin en mutena köşelerinden birinde duran bir motosikletle başlayacağım.
Çünkü hikayesi en kuvvetli ve filmlere yansımış, hatta efsaneleşmiş olaylarından biridir bu.
Hepimizin “İngiliz Casusu” olarak bildiği T.E. Lawrence’ın motosikleti bu.
Bizim “İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence” diye bildiğimiz T.E. Lawrence…
Yani bir anlamda Osmanlı’yı Arap topraklarından çıkaran İngiliz casusu…
Lawrence’ı motosikleti üzerinde gösteren birkaç fotoğrafı var.
Gerçi o fotoğraflardaki motosiklet bunun aynısı değil.
Ama sergiyi birlikte gezdiğim görevlilerden biri “Lawrence’ın kullandığı 7-8 motosiklet var. Bu onlardan biri” dedi.
Onun anlattığına göre Lawrence savaştan sonra birkaç kez Türkiye’ye gelmiş. Sergide 1930 yılında onunla ilgili bir istihbarat yazısının orijinali de var. Halep Başkonsolosluğundan aldığı vize ile 29/11/1929 günü Mardin’e gelmiş ve orada beş gün kaldıktan sonra kiraladığı bir araba ile Kamışlı’ya giderek orada bir Fransız istihbarat elemanından bilgiler aldığı anlatılıyor. Sergideki motosiklet Lawrence’ın Türkiye’ye gelişlerinde kullandığı bir araçmış.
Aslında Kültür ve Turizm Bakanlığının envanterindeymiş. Sergi için ödünç verilmiş.
Tabii insan görünce etkileniyor.
O motosikletin başında dururken aklıma Lawrence of Arabia filmi geldi.
Bu film uzun yıllar Türkiye’de “Türk düşmanı” olarak damgalandı ve yasaklandı.
Oysa ben o filmde öyle bir büyük bir Türk düşmanlığı görmedim.
Ama şurası bir gerçek…
David Lean’in çektiği film sinema tarihinin en önemli yapıtlarından biridir.
Motosikletin başında filmi değil Lawrence’in “Bilgeliğin Yedi Sütunu” isimli kitabını düşünüyordum.
Bu kitap Lawrence’ın hatıraları niteliğindedir.
Türkçeye de çevrildi ama çevirisi o kadar kötüydü ki neredeyse hiç ilgi görmedi.
Lawrence bu kitabı Arapların Osmanlı’ya karşı ayaklanmasının bittiği 1918’den bir yıl sonra yazmaya başladı.
Kitap 1922 yılında tamamlandı ve 1926 yılında yayınlandı.
Türkiye’de birçok insan Lawrence filmini seyretti, ama çok az insan bu kitabı okudu.
Lawrence Araplarla birlikte o savaşı kazanıp Osmanlı’nın Arap topraklarındaki hakimiyetine son verişinden sadece üç sonra ne düşünüyordu?
Kitabın girişinde Ortadoğu’daki bu savaşın muhasebesini şöyle yapıyor:
“Türklere karşı 30 muharebeye katıldım ve bunlarla gurur duyuyorum.”
Arkasından “Bir ideal uğruna savaşıyorduk” diyor.
Hisleri ise şöyleydi:
“Ellerimiz hep kanlıydı, bize yetki verilmişti. Yaralama veya öldürme geçici acılar gibi görünüyordu. Zafer için yaşayıp zafer için ölüyorduk…”
Peki neydi bu uğruna ölünen ve öldürülen büyük ideal…
Değer miydi…Onların bu kanlı “zaferinden” geriye ne kalmıştı?
Lawrence bu sorunun cevabını kitabın 31’inci sayfasında kanımı donduran şu cümleyle veriyordu:
“Biz bu şeylerin bedelini onur ve masum yaşamlarla fazlasıyla ödedik… Bana göre söz konusu olan eyaletlerin tümü ölü bir İngiliz’e değmezdi…”
Ve vicdan muhasebesini şu cümleyle tamamlıyordu:
“Arapların dürüst bir danışmanı olsaydım evlerine gitmelerini ve böyle şeyler için savaşıp canlarını tehlikeye atmamalarını öğütlerdim.”
Tarihin bu acı hatıraları 1916 ile 1918 yılları arasında yaşandı.
Orada o motosikletin başında düşünmeye devam ettim.
Şimdi 104 yıl sonra Türkiye’yi aynı topraklarda başka maceralara götüren bir dünya var önümüzde…
Daha geçenlerde 21 şehit geldi o topraklardan…
Bir zamanlar biz oralardaydık…
1918’de sadece Suriye’de 10 bin askerimizi kaybettik. 20 bin yaralımız vardı.
Hicaz ve Yemen cephesinde 15 bin askerimiz hayatını kaybetti.
Şimdi o topraklardan gelen altı milyon Suriyeli bizim topraklarımızda..
Sınır boylarımızda Afrika’da her yerden bize dalgalar halinde gelen gerçeklerle baş başayız artık.
Acaba Lawrence gibi bizim de şimdi şu soruyu kendi kendimize sorma zamanımız gelmedi mi?
Ortadoğu denen bütün bu bölgenin tamamı, bir tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kanına değer mi…
Bu soruyu bana sorsalar cevabım şu olurdu:
Ben de Lawrence gibi düşünüyorum.
O toprakların topu bir tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının canına değmez…
Bu Ortadoğu coğrafyasının baştan sona tamamı…
Değmez…
Bu duygularla MİT’in sergisini gezmeye devam ediyorum.
Serginin hemen girişinde, Lawrence o kitabı yazarken Kurtuluş Savaşı’nı veren Mustafa Kemal Atatürk döneminin ilk istihbarat yazılarını bakıyorum.
Ankara’da “Müdafa-yı Milliye ve Erkanı Harbiye Başkanı Fevzi Çakmak Hazretlerine” yazılmış, cephedeki Yunan kuvvetleri ile ilgili bir istihbarat yazısı…
“Besmele” ile başlıyor.
Hemen onu yanında Teşkilatın Atatürk zamanında belirlenen ilk yemin andı…
“Teşkilatın yeni mensupları göreve üç şey üzerine yemin ederek başlıyor:
“Kur’an, Bayrak ve Silah…”
Bu yeminin kabul edilmesinin üzerinden 100 yıldan fazla zaman geçmiş.
Bugün göreve başlayan MİT mensupları hala bu yemini ediyor…
Ne diyorlar yemin ederken yeni MİT mensupları biliyor musunuz?
Bugün özellikle ikisi çok dikkatimi çekiyor:
(*)”Memuriyet nüfuzumdan yararlanarak kişi ve kuruluşlara adalet ve insaf dışı davranmayacağıma; yalan, sahtecilik ve iftira yollarına sapmayacağıma…”
(*) “Bana tanınan hak, yetki ve her türlü imkanı kanun ve mevzuata uygun olarak kullanacağıma ve bunları hiçbir surette şahsi çıkarıma alet etmeyeceğime; “
Evet MİT tarihi işte böyle “Besmeleyle” başlayan istihbarat raporları ve böyle çağdaş ikelerle yazılmış yemin metinleriyle bugüne gelen bir tarih…
Sergide çok ilginç objeler var… Bir kısmı çok tanıdık, çok bildik şeyler.
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde FETÖ’cü polislerce çalışma odasına yerleştirilen dinleme böceği…
Mesela FETÖ örgütünün mensuplarının kayıtlarının bulunduğu USB cihazı…
Mesela DEAŞ’ın öldürülen liderlerinden Ebu Hüseyin El Hüseyni el Kureyşi’nin tabancası…
Mesela bundan 70-80 yıl önce Türkiye aleyhine casusluk yapan kişilerin fişlerinin orijinalleri…
Tabii Türkiye sınırları dışında bir teröristin insansız hava aracı ile yapılan bir operasyonla etkisiz hale getirilişinin temsili videosu da çok ilgi çekiciydi.
Videoda MİT merkezindeki teknik değerlendirme, teröristin yerdeki elemanlarla kimliğinin doğrulanması ve özellikle sivil yerleşim alanından çıktıktan sonra etkisiz hale getirilmesi video canlandırma ile anlatılıyor.
Serginin her bölümünde Atatürk’ün varlığını hissediyorsunuz.
Bir duvarın tamamı onun Trablus’taki iki çok bilinen fotoğrafına ayrılmış.
Orada giydiği bir yerel giysinin tıpkısı bir tasarımcıya yaptırılıp sergiye konmuş.
En dikkat çekici bölümlerden biri ise teşkilatın yeni başkanı İbrahim Kalın’ın bir hologram gösterisi.
Kendi sesinden gençlere sesleniyor ve MİT’in yetenekli, iyi eğitimli gençlere kapısının açık olduğunu söylüyor.
Sergide iki de sanat eseri vardı.
Biri bence çok yaratıcı ve cesur bir fikire dayalıydı.
FETÖ’nün ve teröristlerin siber takibine ilişkin bylock ilişkileri ağı sanatçı Selay Karasu’ya verilmiş ve o da bundan bir video eser yaratmış.
İkincisi ise sanatçı Cem Soner’in MİT’in şifre anlayışını temsil eden bir rubik yani zeka küpünden esinlenmiş eseri…
Öğrendiğime göre bu eser Avusturya’da bir koleksiyona satılmış.
Kısaca çok ilginç bir sergi…
İlgiyle gezdim.
26 Aralık 2024 - Sayın Ali başkanım, yılbaşı gecesi kırmızı boxer külot giyebilir miyim?
25 Aralık 2024 - Türk halkı bu iki tuhaf kelimeyi 75 yıl sonra nasıl tersine çevirdi
24 Aralık 2024 - Başörtülü kadının kelepçelendiği gece Ankara ve Manisa’da yaşanan üç olay
21 Aralık 2024 - Bu 32 blucin efsanesinden kaçını tanıyorsunuz?