Evet çok ilginç bir hikaye…
Bütün olay geçen hafta sonu üç günde yaşandı.
Cuma, cumartesi, pazar günleri…
Adamın asıl adı “Dog Man.”
Yani köpek adam…
Herifin bir de lakabı var:
“Komet…”
Ama tabii Türkçe argoya “İt herif” diye çevirebilirsiniz…
Anlatacağım olay sizi biraz şaşırtacak…
Çünkü eminim “İt herif” ile “34 milyon dolar” kelimelerini ve “çökme” fiilini yan yana görünce, aklınıza hemen Türkiye ve artık sıradanlaşmış bir yolsuzluk vaka-i adiyesi gelecek.
Hayır konu çok başka.
Bu hafta sonu Amerikan sinema sektöründe çok şaşırtıcı bir olay yaşandı.
“Dog Man Cometh” isimli çizgi film cuma günü gösterime çıktı ve üç günde 34 milyon dolar gişe hasılatı elde etti.
2016 yılındaki “Kung Fu Panda 3” filminden beri bir çizgi filmin yaptığı en iyi gişe hasılatı bu.
Filmi henüz seyretmedim.
Ama tanıtımını gördüm.
Film Dreamwork yapımı.
Yani 1980’lerin dahi çocuklar ekibinden Steven Spielberg ve iki arkadaşının kurduğu yapım şirketi.
Şimdi Universal yapısı içinde.
Disney Pixar’ın o sofistike dijital çizgi filmlerinin yanında basit kalan bir film bu.
Bizim Kral Şakir çizgi filmlerine çık benziyor.
Kahramanı bir polis.
Ama bu polisi bir köpek canlandırıyor.
Köpek şeklinde bir polis yani.
Pop sosyolog yanımı çok etkiledi filmin başarısı.
Nasıl olur da bu kadar basit bir çizgi film insanları bu kadar çeker?
Bunun için sinema salonu çıkış araştırmalarına baktım.
Kimler 34 milyon dolar ödeyip seyretmiş bu filmi diye merak ettim.
Sonuçlar şöyle:
(*) YÜZDE 49 Seyredenlerin yüzde 49’u filmi “Komik” ve “Eğlenceli” bulmuş.
(*) YÜZDE 70 Yüzde 70’i 35 yaşın altında.
(*) YÜZDE 52 seyircinin yüzde 52’si erkek
(*) YÜZDE 75 Filmi seyreden ergen seyircinin yüzde 75’i film hakkında olumlu konuşuyor.
Şimdi geliyorum bu seyircinin asıl önemli sosyolojik dağılımına…
Trump göreve geldikten sonra Amerika’da “Çeşitliliğe” (Diversity) savaş açtı.
Ancak üç günde 34 milyon dolarlık gişe hasılatı yapan bu filmi izleyenlerin nüfus özelliklerine bakarsanız Trump’ın savaş açtığı bu durum aslında Amerika’nın temel özelliği haline gelmiş…
(*) YÜZDE 41: Beyaz
(*) YÜZDE 27: Latin/ İspanyol
(*) YÜZDE 12: Siyah
(*) YÜZDE 10: Asya
Beyaz Amerika artık bu toplumun yarısından bile az.
Bir köpeğin temsil ettiği polis filmini seyretmeye giden bu topluluğun yapısı sadece Amerika’ya değil, bütün dünyaya ve Türkiye’ye aynı gerçeği anlatıyor.
Yirmi birinci Yüzyılda hepimiz artık “kozmopolit” bir toplumda yaşamak zorunda olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Böyle bir toplumda yaşıyoruz, halklar bunu yaşıyor, bu özellik toplumda aynı etnik gruba ait insanlar arasında bile davranış ve hayata bakış, hayatı yaşama biçimlerine yansıyor.
Ama siyaset akıl almaz bir çelişki içinde. Hala homojen nüfuslara sahip bir toplumda yaşıyormuş gibi davranıyorlar.
Bunun sonucunda toplumlar kozmopolitleşip çeşitlenirken siyasette “din” ve “milliyetçilik” gibi homojenlik anlayışlarının etkisi artıyor.
Hindistan’daki Modi rejiminden Türkiye’deki Erdoğan/Bahçeli rejimi, Macaristan’da Orban ve şimdi de ABD’de Trump rejimlerine kadar hepsi eski dünyanın “din” ve “etnik” ideolojileri üzerine inşa edilmiş otoriter yönetimlerini sürdürmeye çalışıyor…
Bugünün popülist siyasetleri tam anlamıyla demode ve retrodur.
Sonuç;
Din ve milliyetçilik üzerine inşa edilmiş otoriter popülist rejimler artık toplumlarında bir çoğunluğu temsil etmiyor.
Mesela bugünün Türkiye’sine bakalım…
(*) HER 10 KİŞİDEN üçü AKP’ye oy veriyor.
Buna karşılık
(*) HER 10 KİŞİDEN üçü de CHP’ye oy veriyor.
(*) HER 10 KİŞİDEN biri MHP’ye oy veriyor.
(*) HER 10 KİŞİDEN biri de DEM’E oy veriyor.
Yani “Erdoğan/Bahçeli rejimi” dediğimiz otoriter popülizm her 10 kişiden dördü temeli üstünde oturuyor.
Ama bu ülkelerdeki başkanlık sistemleri seçilen başkana öyle kontrolsüz yetkiler veriyor ki…
İnsanlarda sanki bu çok güçlü liderler çok geniş bir halk tabanı üstünde oturuyormuş gibi bir duygu iklimi yaratıyor.
Oysa 21’nci yüzyılın en acı gerçeği şu:
İki dudakları arasındaki dünyayı savaşın eşiğine getiren popülist liderler öyle geniş halk tabanına ve desteğine sahip değil.
Hatta Venezuela gibi bazı ülkelerde azınlık üstünde oturuyorlar.
Ama yetkilerini keyfi ve insafsızca kullanıyorlar.
Yargıyı ve polisi de yanlarına aldıkları zaman da işte böyle dünyayı alt üst eden rejimler ortaya çıkıyor.
Trump gibi bir adam “Gazze’yi ben alacağım, Filistinlileri Mısır’a ve Ürdün’e yerleştireceğim, Gazze’yi turizm cenneti yapacağım” gibi sözler edebiliyor.
Sosyolojik olarak bugün Türkiye’de hiçbir lider, hiçbir parti, hiçbir güç “ben mutlak çoğunluğum” deyip mutlak güç kullanabilecek bir toplumsal gerçeğe sahip değil.
Bu otoriterlik tek meşruiyetini o malum “Yetmez ama evet referandumu” ve onu takip eden güçlendirilmiş başkanlık referandumunun getirdiği garabet rejimine borçlu.
O yüzden diyorum ki…
21’inci Yüzyıl’da karşımıza çıkan bu garabet popülist rejimler kalıcı olamaz.
Çünkü çağımızın göç olgusu en homojen toplumları bile kozmopolitizme götürecek.
Diyeceğim, Trump’ın bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde “Diversity,” yani çeşitliliğe karşı açtığı savaş trajikomik Don Kişotluk’tan başka bir şey değil.
Dinsel ve etnik temele dayalı rejimler ayakta kalabilmek için giderek Esad’ın BAAS rejimine dönüşmek zorunda.
Hapishaneleri giderek “Sednayalaşacak;” yargı ve adalet sistemleri giderek Jakoben Parti Yargıçlığı sistemine dönüşecektir.
Bunun ilk örneğini son 10 yılda Türkiye’de gördük.
“Dindar nesil” yetiştirmek iddiasıyla sürdürülen bir dönem genç nesilleri, bırakın dindarlaştırmayı, tam aksine dinden uzaklaştırdı.
Bugün geldiğimiz nokta şu oldu:
Devlet dindarlaşırken halk ya dinden uzaklaştı ya da bildiğimiz eski Anadolu dindarlığında ısrar etti.
Türkler “Cuma, Bayram namazı ve Ramazan” müslümanı idi.
Oradan kalkıp Diyanetin istediği “Eli kılıçlı fetih dindarlığına” gelmedi.
Bugün milliyetçilik dinden daha güçlü bir motif gibi görünüyor.
Emin olalım ki bu da geçici bir duygu iklimi.
Dünyanın ortak özelliği haline gelen çeşitlilik milliyetçiliği de dinle aynı yere indirecektir.
Yani devlet milliyetçileşirken halk kendi çeşitliliğini geliştirecektir.
Her iki durumda da popülizmin yarattığı “ceberrüt devletler” tıpkı din ve milliyetçilik gibi halktan hızla kopacaktır.
Kısaca Trump’ın dün “Gazze’yi ben alıyorum” sözleriyle zirvesine çıkan “Garabet popülizmi” geçici bir siyasi dönem olarak tarihe geçecek.
Tıpkı 1950’lerde Fransa’daki “Pujadist” hareket gibi…
Ama dua edelim bu garabet rejimlerin güçlü patronları dünyaya 20’inci Yüzyılın ilk yarısındaki kadar zarar vermeden dönemlerini tamamlasın.
“Dog Man Cometh” ismi aslında 2008 yılında yayınlanan bir romanın adı.
Jonathan Womack’ı yazdığı kitap Amerika’da Cheyenne kabilesine ait bir efsaneyi anlatıyor.
“Köpek adamlar” eski bir Batı efsanesidir. Kabilelerini korumak için kahramanca ve fedakarca savaşan insanlardı.
1864 yılında Colorado’deki “Sand Creek katliamından kurtulan 100 Cheyenne savaşçısı buzullu dağlara kaçar ve bugüne kadar onlardan hiçbir haber alınamaz.
Ancak efsane bu “Dog Man” savaşçılarının hala kabilelerini kahramanca ve fedakarca korumaya devam ettiğini anlatır.