Fotoğraftaki ikiliden birini artık çok iyi tanıyoruz…
Sadece biz değil bütün dünya tanıyor.
Şu an Şam’da Esad’ın eski sarayının yeni sahibi, HTŞ lideri Eş Şaraa…
Henüz kravat takmadığına göre liderliğinin ilk haftasında çekilmiş olmalı…
Çünkü gelen son resimlerin çoğunda kravatlı…
Ya yanındaki?
Onu tanımıyorduk.
Ta ki yılbaşının son gününde bu ikili kareyi sosyal medyada görünceye kadar…
Çünkü bu fotoğrafla birlikte bölgeye Orta Doğu’da dengeleri köklü biçimde değiştirebilecek bir şüphe virüsü girdi.
Gelin öyleyse daha yakından bakalım “paradigma değiştirebilecek” bu kareye…
Bu karenin hikayesi 2015 yılına gidiyor.
20 Şubat 2019 günü El Cezire Ajansı şu haberi geçti:
“Dokuz Müslüman Kardeşler örgütü mensubu bu sabah Kahire Cezaevinde asılarak idam edildi…”
Bu dokuz kişi 2015 yılında Mısır Başsavcısı Hişam Bereket’i öldürmekle suçlanıyordu.
O sabah aynı yerde iki kişinin daha idam edilmesi bekleniyordu.
Ancak bu kişiler Mısır dışına kaçtığı için haklarında gıyabi idam cezası verilmişti.
O iki kişi 2015 yılından beri kayıptı.
“Başsavcıyı öldürmek” iddiasıyla Mısır Hükümeti tarafından dokuz yıldır “terörist” olarak aranan bu ikiliden birinin adı Mahmud Fethi idi.
2015 yılından beri Mısır tarafından aranan Mahmud Fethi geçen hafta aniden ortaya çıktı.
Daha doğrusu bir fotoğrafı ortaya çıktı.
Mısır’ın başsavcı katili olarak aradığı Müslüman Kardeşler mensubu Fethi Suriye’nin yeni güçlü adamı HTŞ lideri El Şaraa’nın yanında görünüyordu.
Tabii burası Ortadoğu.
Fotoğraf gerçek mi, yoksa montaj mı bilemiyorum.
Ancak dün bu yazıyı yazdığım saatlere kadar fotoğrafın sahte olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım.
Dünyanın önde gelen haber ajansı Agence France Press de 4 Ocak günü bu fotoğrafı anlatan bir halen yorum yayınladı.
Bu fotoğraf önce Mısır medyasında patladı.
Bunu yayınlayan Mısır’ın önde gelen Youtuber’ları şu soruyu soruyordu:
“Suriye devrimi bu adamlarla mı yapılacak?”
Şimdi küçük bir süre için Türkiye’ye dönelim.
8 Aralık 2024 Kocaeli…
Buradaki göçmen Suriyeliler sabahın erken saatlerinde Esad’ın devrilmesini kutlamak için gösteri yaparken bir Türk vatandaşı onlara susmaları için müdahale ediyor.
Bunun üzerine polis Suriyelilere tepki gösteren A.K.D isimli Türk vatandaşını gözaltına alıyor.
Tekrar Kahire’ye dönüyoruz.
Aşağı yukarı aynı günlerde Kahire…
Bazı Suriyeliler Esad’ın devrilmesini kutlamak için gösteri yapıyor.
Polis gösteriye müdahale ediyor ve 30 Suriyeli göçmen gözaltına alınıyor.
Mısır Hükümeti aynı gün Mısır’a gelmek için vize başvurusunda bulunan Suriyelilere daha sıkı şartların uygulanacağını açıklıyor.
Yani Türk hükümetinin tam tersi yönde yürüyor…
Gelelim üçüncü olaya…
Aynı günlerde Lübnan…
Lübnan Polisi Abdurrahman El Karadavi adlı bir Mısır vatandaşını tutukluyor.
Biraz sonra haberin ayrıntıları gelince ortaya ilginç bir tablo çıkıyor.
Karadavi Lübnan’da yaşayan Sisi muhalifi bir Suriye vatandaşıdır.
Mısır Hükümetinin başvurusu üzerine tutuklanmıştır.
Nedeni sosyal medyada Esad’ın devrilmesi nedeniyle yaptığı paylaşımdır.
Çünkü aynı şeyi Mısır için de dilemektedir.
Aynı günlerde sosyal medyada Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin 2017 yılında yaptığı bir konuşma viral olmaya başlıyor.
Sisi bu konuşmasında şunu söylüyor:
“Suriye’yi parçalamaya çalışan güçlerin sonraki hedefi Mısır’ı parçalayıp bölmektir.”
“Suriye’yi parçalamaya uğraşan güçler” dediği ülkeler ve örgütler kimlerdir?
Bence değerlendirmeye değer bir konu.
Kısaca Suriye’de 36 Toyota kamyonetle kazanılan Şam iktidarı Türkiye’nin iktidar yanlısı medyasında “devrim” olarak yüceltilirken Kahire’de bundan sonraki hedefi Mısır’ı parçalamak ve bölmek olan bir hareket gibi temkinli izleniyordu.
Bu fotoğrafın ortaya çıkmasını izleyen günlerde bölgenin havasında soru işaretleri yükseliyor.
Müslüman Kardeşlerin cinayetle suçlanan bir üyesinin Suriye’nin yeni yöneticisinin yanındaki fotoğrafı sadece Kahire’de kaşların çatılmasına neden olmadı.
Batı medyasının önde gelen yayınlarında dünden itibaren Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki “hava”nın da temkinli bir bekleyişe dönüştüğü yolunda yorumlar artmaya başladı.
Ve dün itibariyle bölgedeki tablo şöyleydi:
Körfez Arap ülkelerinde ve Mısır’da temkinli bekleyiş. Yükselen soru işaretleri…
Türkiye’de giderek belirginleşen “Bu işi biz başardık” havası…
Mısır ve Suriye’de havanın rengi değişirken geçen hafta sonunda Şam’dan kafalardaki soru işaretini derin şüpheye çeviren bir haber geldi.
Yeni rejim daha ülkenin en acil meselelerine el atmadan ilk iş olarak Suriye eğitiminde müfredat programını değiştireceğini açıklamıştı.
Bunun için dokuz sayfalık bir açıklama hazırlanmıştı.
Müfredatta birinci öncelik olarak iki şeye önem veriliyordu:
BİR, Esad ve BAAS rejiminin ders kitaplarından silinmesi.
Bu pek yadırganmayacak bir şeydi.
İKİ; ama ikinci bir öncelik vardı ki Suriye’nin özellikle seküler kesiminde vatandaşın içine şüphe düşürdü.
Müfredatın ikinci maddesi “şehit” kelimesinin anlamını değiştirmek olmuştu.
“Ülkesi için canını veren kişiye şehit denir” gibi bir ifade yerine “Allah için ölenlere şehit denir” gibi bir ifade geliyordu.
Tabii ki bu ifadeler Suriye’yi oluşturan bazı toplum kesimlerinde şu düşüncenin yerleşmesine yol açtı:
“Demek ki bunlar ülkelerini kurtarmak için savaşmıyor, Cihad yapıyorlarmış…”
Bu ifadeleri yalanlama girişimleri oldu, ama bu şüphe ülkede insanların bir bölümünün içine düştü.
Acaba bunların niyeti sonunda İslamcı bir şeriat rejimi mi kurmaktı…
Ve Şam’dan son düşündürücü mesaj da bizzat Esad’ın sarayının yeni sahibinin ağzından geldi.
“Seçimler en erken dört yıl sonra yapılabilir.”
Yani önce Anayasa yapılacak.
Sonra seçimler.
Tabii İdlib’de kadınları infaz eden bir HTŞ mensubunun Adalet bakanı olması da bu şüphelerin artmasına neden oldu.
İşte tan bu şüphelerin arttığı günlerde…
Türk Dışişleri’nin eski ağır toplarından emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik geçen gün X’te yaptığı paylaşımda şöyle diyor:
“Bugün Suriye’yi hangi gelişmelerin beklediğinin belli olmadığı bir dönemden geçmekteyiz.
“Suriye halkının meşru kabul ettiği güçler bizim için de meşrudur” şeklindeki demeçlerin zamansız çok erken olduğunu düşünüyor, şahsen kaygıyla karşılıyorum.
Suriye halkının iradesi bugün henüz demokratik bir mekanizma çerçevesinde tecelli etmiş değildir.
Suriye halkı müsamahasız, insafsız, korkunç Esad rejiminden kurtulmanın sevinci, coşkusu içinde gösteriler yapmaktadır. Kendilerini kimin kurtardığının bile henüz tam farkında olduklarından da emin değilim.”
Bu olaydan sonra Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisinin arttığı bir gerçek.
Tabii artan bu etki Türkiye’ye ağır bir sorumluluk da yüklüyor.
İslamcı bir HTŞ’yi zapturapt altına almak mümkün mü?
Bu fotoğrafa iyi bakalım.
Mesela o karede FETÖ’nün 15 Temmuz’dan beri “terörist” olarak aranan üst düzel bir üyesini veya Kandil’in Karayılan’ı gibi bir kişiyi görsek ne hissederdik?
“Olur mu canım” deyip geçmeyin.
Bütün dünya Suriye’de bir Amok koşusu yapıyor.
BM’nin, Türkiye’nin, Avrupa’nın, ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in terörist saydığı ve saymaya devam ettiği El Kaide orijinli bir İslamcı örgütü el birliğiyle meşrulaştırılmak için yarışıyor.
Şunu bilelim ki, bu koşu “bizim teröristlerimizi” de meşrulaştırma koşusuna dönüştürebilir.
İşin garip yanı da şu.
HTŞ henüz kendi halkı gözünde meşrulaştırıcı bir sınavdan geçmedi ve o sınava da en erken dört yıl sonra gireceğini resmen açıkladı.
Öyleyse ne yapacağız…
Hep söylüyorum. Ben Orta Doğu uzmanı değilim. Ama benim bakışım yıllarca Orta Doğu uzmanı olduğunu söyleyip bizi kapkaranlık bir dehlizin içine sürükleyenlerden daha makul ve serinkanlı.
Benim gördüğüm Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bütün bu gelişmelerin çok farkında.
Başından beri çok itidalli ve dikkatli bir yolda yürümeye çalışıyor.
Ama biliyoruz ki, Türk siyasetinin çok ciddi bir “belagat şehveti” sorunu var.
Bu belagat miting meydanlarında, kalabalıkların önünde kontrolsüz hale geliyor ve ince ince inşa edilen politikaları bir saniyede imha edecek nükleer güce sahip oluyor.
Onu destekleyen şuursuz bir iktidar yandaşlığı ve medyası ile sosyal medyası da elinde gaz bidonu, yangına amok koşusu yapmaya hazır.
Yılbaşı kutlamaları kargaşasında Dışişleri Bakanı Fidan’ın bir konuşmasını atlamışım.
Önceki gün Hürriyet’te Sedat Ergin’in yazısında dikkatimi çekti.
Fidan Türkiye’nin ve Avrupa’nın yürümesi gereken yolu çok net gösteriyor ve vurguluyor:
“Türkiye 2007’de veya 2008’de AB’ye üye olsaydı…” diyor Fidan ve ekliyor: “Çünkü o zamanlar altın zamanlardı. Çünkü Türkiye’ye bu net yol haritası verildiğinde AB reformları yoldaydı…”
“Tekrar Sarkozy öncesi çizgiye dönmek zorundayız. Dolayısıyla liyakata dayalı bir üyelik yolu açılmalı. Türkiye bölgede daha etkili bir güç oluşturmak için Avrupa ile birleşmeli.”
Bence Suriye’de devrimci bir heyecana kapılmadan, dünyada hala makul kalabilmiş tek bölge olan Avrupa ile birlikte sağduyulu, tabanda yüzde bir iki radikal islamcı oyu koruyacağız kaygılarına kapılmadan Suriye’ye yardımcı olmaya çalışmak en iyi yol.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Rusya-Ukrayna savaşındaki son derece başarılı politikası ve ABD ile ilişkileri sürdürmedeki pragmatizmiyle Suriye’yi fırtınalı sulardan çıkarıp sakin ve güvenli bir limana yaklaştırmada en önemli rolü oynayabilir.
Yeter ki şu İhvancı takıntıdan ve dış politikamızın celladı olan belagat şehvetinden kurtularak milli menfaatlere dayalı barışçı bir dış politika izlemeye devam edelim.
8 Ocak 2025 - Ortadoğu’da dengeleri sarsacak bir fotoğraf
7 Ocak 2025 - Yılın ilk tuhaf Netflix sorusu: Son bir yılda kaç ay yaşlandınız?
5 Ocak 2025 - Bu fotoğrafa bakınca aklıma onlar geliyor
4 Ocak 2025 - Hangisi daha kalabalıktı: Ferdi Babacılar mı, Orhan Abiciler mi?
3 Ocak 2025 - Son 48 saatte Riyad ve Şam’dan gelen 4, Moskova’dan gelen 6 istihbarat raporu