Önceki akşam hayatımın en renkli ödül törenlerinden birine katıldım…
Bu yıl 50’nci yılını kutlayan Altın Kelebek ödüllerinde bile göremeyeceğiniz kadar renkli bir törendi.
Törenin bu rengi veren iki özelliği vardı.
Biri ödülü alan kişinin renkli ve alışılmadık şahsiyeti…
İkincisi de bunun Türkiye’nin en prestijli bilim ödüllerinden biri olması…
Nasıl bir karakter mi bu ödülü alan bilim insanı…
Kendi dünyamdan çıkarak şöyle anlatayım.
Şu fotoğrafına bakarsanız, bizim kuşağın en kült filmlerinden biri olan Big Lebowski’den fırlamış gibi duruyor.
Jeff Bridges’in canlandırdığı nihilist Jeffrey Lebowski’yi alın..
Üstüne John Goodman’ın canlandırdığı harika Walter Sobchak’ın bowling salonundaki kıyafetini giydirin…
İşte tam o…
Ama onun Creedence Clearwater dinleyen değil Metallica konserine giden ergen veya Coldplay konserinden çıkan daha genç versiyonu…
Sırt çantasıyla dolaşan…
Çalıştığı yere bisikletle giden…
Üstünde hep en freak tişörtlerle dolaşan versiyonu…
Onu izlerken düşündüm.
Medyada olsa kim olurdu?
Herhalde Kanat Atkaya…
Evet Rahmi Koç önceki akşam kendi adını taşıyan ödülü işte hayata bakışı ve giyim tarzı bu olan, saçları at kuyruklu böyle bir bilim insanına verdi.
Prof. Dr. Mete Atatüre…
Nedir onun bilimsel başarısı diye sorarsanız, şu an taşıdığı üç ünvanı yazayım hemen anlayacaksınız.
(*) BİR; Cambridge Üniversitesi Fizik Bölümü Cavendish Laboratuvarı Başkanı…
Dikkat, Cambridge Üniversitesi diyorum. Isaac Newton’un… Stephen Hawking’in üniversitesi yani…
Lord Byron’un, Bertrand Russel’ın, Ludwig Wittgenstein’ın.
Dikkat, Cavendish Labaratuvarı … Hidrojeni bulan insanın adını taşıyor.
Tam 29 Nobel ödülü var fizik ve kimya dalında…
Bunlar arasında DNA’yı bulan Francis Crick ve James Watson da var.
(*) İKİ; Q-BIOMED, Birleşik Krallık Kuantum Teknoloji Merkezi Eş Direktörü…
(*) ÜÇ; Nu Quantum Şirketi kurucu ortağı ve bilimden sorumlu direktörü…
Kuantum ağları ve kuantum sensörleri için platform konusunda çalışıyor.
Nobel dışında dünyanın birçok prestijli ödülünü kazanmış bir bilim insanı anlattığım kişi.
Törende hayatını anlatan videoda onu en iyi Bilkent Üniversitesi’nden lisans dönemi arkadaşı Gizem Aytaç anlattı:
“Bizim kafamızdaki bilim adamı klişesini yıktı. Demek ki bilim adamı dans etmeyen, konsere gitmeyen, eğlenmeyen biri değilmiş. Bir rock yıldızı gibi kendi içinde kendi özelliğini taşıyabilen bir insan da olabilirmiş.”
Videoyu seyrederken çok mutluydum.
Hayatım boyunca birlikte çalıştığım bütün insanlara hep aynı şeyi anlattım:
“Gazetecisiniz diye ağır ol da molla desinler biri olmak zorunda değilsiniz. El alem ne der diye kendinizi bir takım klişe kalıplara hapsetmeyin. Bu klişelerin kişiliğinizi öldürmesine izin vermeyin. İşiniz ve bu klişeler uğruna sizi siz yapan renklerinize ihanet etmeyin.”
Yöneticilik yaptığım 20 yıl boyunca patronlarım dahil herkese şunu söyledim:
“Gazetecilik benim bir numaralı uğraşım değil…”
Bir numaralı uğraşım hep kendime ait, beni ben yapan uğraşılarım oldu.
Ancak töreni izleyen davetlilerin büyük çoğunluğu takım elbiseli klasik iş dünyası insanlarıydı diyebilirim.
Zaten Prof. Mete Atatüre de ödülü almaya takım elbise kravat klasik bir kostümle gelmişti.
Ben de öyle…
Yine de onun videodaki kravatsız kişiliği ve renkleri töreni de etkiledi.
Koç Üniversitesi Onursal Başkanı Rahmi Koç ve üniversitenin rektörü Prof. Metin Sitti ile sahneye çıktığında anlattığı kuantuma benzer küçük bir kargaşa yaşandı.
Ödül alırken kim nerede duracak, ödül alan kişi ortada mı dursun, sağda mı solda mı sorusu eğlenceli bir sahne ortaya çıkardı.
Yanımda popüler bilim konusunda en iyi yazarlardan biri olan İsmet Berkan oturuyordu.
Yorumu şöyle oldu: “Olası bütün ihtimalleri denediler…”
Törenden önce salonda dolaşırken Eski Türkiye’den bir grupla karşılaştım.
Aydın Doğan yine ilgi odağıydı.
Yanında eski başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan vardı.
Küçük bir gözlemimi aktarayım.
Aydın Bey’i son iki yıldır beni kıskandıracak şık elbiseler içinde görüyorum.
Çok iyi seçilmiş takım ve spor kıyafetler giyiyor.
Biraz araştırmacı gazetecilik yaptım.
Galiba bazıları damadı Ali Sabancı’nın hediyesiymiş.
Eskişehir eski Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Yılmaz Büyükerşen anlatıyordu, ben de kulak misafiri oldum.
Görevi devretmeden önce son yaptığı şey Porsuk Çayı’na bir ada inşa edip üstüne deniz feneri dikmek olmuş.
Törene gelmeden önce Gazeteciler Cemiyeti’nde yılın gazetecileri ödül törenine katılmış.
Seçim sırasında bir rahatsızlık geçirmişti, ama hocayı çok iyi gördüm.
Havalar iyileşir iyileşmez gidip o adayı birlikte gezmeye karar verdik. Tabii eklemeyi unutmadı:
“Tansu’yla beraber gel…”
CHP’li dayanışması böyle bir şey işte…
Törende Sözcü Gazetesinin yeni genel yayın yönetmeni Kenan Kurtkaya ile tanıştım.
Yanında Hürriyet yazı işlerinde yıllarca birlikte çalıştığım Doğan Satmış vardı.
Tabii biraz Sözcü’den ayrılanların kuracağı Nefes gazetesini de konuştuk.
Herhalde çıkış hazırlığında olduklarından yeni Nefes ekibinden kimse yoktu törende.
Hepimiz yeni gazetenin sahibi ve finansörünün kim olacağını merak ediyoruz tabii.
Ama şunu özellikle belirteyim. Sözcü’nün iki yazı işleri yetkilisi de Nefes’teki arkadaşları için kötü bir söz söylemedi, imada bile bulunmadı.
Bu basın sektöründe pek alışık olmadığımız bir tavırdı. O nedenle çok hoşuma gitti.
Rahmi Koç yine çok şıktı.
Rahmi Bey son beş yıla kadar soğuk ve mesafeli bir insan olarak tanınırdı.
Ancak son yıllarda onu rahat, dekontrakte bir havada görüyorum.
Espriler yapıyor.
Rengarenk giyiniyor ve giydiği en marjinal kostümleri bile kendine yakıştırıyor.
Tabii geçen yıl viral olan dans videosunu da unutmuyorum.
Bu havası törenlerde yaptığı konuşmalara da yansıdı.
İki hafta önce Rahmi Koç müzesinin açılışındaki bir sözü, yazımın manşeti yapmıştım, resmen viral oldu.
“Hayatım boyunca para kazanan işlerde çalıştım ama hayatımın son dönemi beş kuruş kazanmadığım üç işle geçiyor” demişti.
Bu söz öyle tutulmuş ki önceki akşam törende Koç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Nur Yalman da konuşmasında o sözlere atıf yaptı.
Rahmi Bey önceki akşam da şunu söyledi:
“Çok başarılı işlerimiz var. Ama hiçbiri Koç Üniversitesi kadar heyecan vermiyor bana.. Burada şu öğrencilerin mezuniyet töreninde havaya kep fırlatması var ya, hiçbir şey onun yerini tutamaz…”
Rahmi Koç’un bu sözü de manşet olabilirdi ama ödülü alan genç bilim insanının Big Lebowski hallerini o kadar sevdim ki…
Benim manşetim o oldu.
Törenden sonra sohbet ederken ne tür müzikler dinlediğini sordum.
Rock müziği seviyormuş. “Ama klasik müzikten de vazgeçemem” dedi.
Ona Bayreuth Wagner Festivaline birlikte gitmeyi teklif ettim.
“Şahane olur” dedi.
Ama oraya bilet bulmak Taylor Swift ve Coldplay konserlerinden bile zor.
Belki buna karşılık o da Cambridge’deki prestijinden yararlanıp bize Glastonbury Festivalinden bilet bulur.
Törenden sonra işte bu güzel duygularla eve geldim.
Netflix çoğumuzun hayatındaki en önemli romanlardan biri olan “Yüz Yıllık Yalnızlık”ı dizi haline getirdi.
Onun ilk bölümünü izledim.
Marquez’in romanını 1984’te Türkçede yayınlandığında okumuştum.
Tabii film romandaki o olağanüstü sürreel dünyayı tam yansıtamıyor.
Sadece birinci bölümünü seyrettim.
Bu gece devam edeceğim.
Yine de hepimizi sadece Suriye ve CHP konuşan kafa istibdadından kurtaracak bir dizi olduğu için sevdim.
Size de tavsiye ederim.
Bir pop sosyolog olarak yazımı bir hüsranla kapatayım.
Meğer o gece büyük bir magazin haberini atlamışım.
Ödülü alan Mete Atatüre geceye ünlü oyuncu Duygu Sarışın’la el ele gelmiş.
Üstelik daha kapıdan girerken bir gazeteci grubunun ortasına düşmüşler.
Bir yanda kuantum fiziği, bir yanda Kızıl Goncalar’ın oyuncusu…
Üstelik ele ele…
Magazin Gazetecileri Derneği üyesi olarak bu haberi nasıl atladım bilemiyorum.
Ben orada Wagner konuşurken asıl haber gözümün önünden geçip gitmiş.