İlahi adalet; evrende işleyen görünmeyen bir denge sistemidir. Her eylemin bir karşılığı olduğu, her niyetin evrene bıraktığı iz ile bir geri dönüşü olduğu inancıdır. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. İyilik de kötülük de bir şekilde sahibine geri döner.
Vicdanı olan bir insan, yaptığı bir yanlışla günlerce uykusuz kalabilir. Bazen bir bakış, bazen sustuğu bir an, bazen söylediği bir kelime bile kalbine ağır gelir. Çünkü bilir ki; hak yemişse, birini incitmişse, görmezden gelmişse, sorumluluğunu almadığı her eylem ona bir yük olarak dönecektir. Bazı olaylar, bazı konuşmalar vardır insanın yüreğinde öyle derin izler bırakır ki, zaman geçse de insanlar değişse de konular unutulsa da o izler hep orada kalır. Sanki bir gölge gibi peşinden gelir. Sanki o özelde yaşanan şey neyse tüm dünya biliyormuş gibi insanı huzursuz eder. Hele ki yaşanan şey bir haksızlık ise ve masum olanın başına geldiyse, hele ki haklı olan sustuysa, işte o zaman bu acı daha da katmerlenir. İnsan sadece zihinsel değil, ruhsal ve bedensel olarak da yorgun düşer. Güvendiği zemin sarsılır, kelimeler anlamını yitirir, bazen susmak bile yara olur. O olayı, konuyu, sözü hatırlamak istemez, hatırlatacak her şeyden uzaklaşır.
Nasıl bu kadar eminim derseniz, hayatımda böyle anlarım oldu… Yaşattığı duyguyu biliyorum.
İster iş hayatında olsun ister özel yaşamda…
Haksızlık, nerede ve kim tarafından yapılırsa yapılsın, insanın içindeki adalet duygusunu kanatır. Hele ki bu haksızlık bir insanın hayat yolunu, kaderini değiştirecek kadar büyükse, artık sadece bireysel değil, evrensel bir mesele haline gelir. Çünkü adalet yalnızca mahkeme salonlarında aranmaz. İnsan kalbinin de bir terazisi vardır.
İşte o terazinin adı vicdandır.
Vicdan, insanın içindeki en sessiz ama en güçlü sestir. Ne başkasının alkışına ihtiyaç duyar ne de dış dünyanın onayına. O, insan başını yastığa koyduğunda konuşur. Kalabalıklar içinde sessizce haykırır. Ve en çok da yalnızken kendini gösterir. Çünkü vicdan, rol yapmaz. Gerçek neyse onunla yüzleştirir insanı.
Vicdanı olan bir insan, yaptığı bir yanlışla günlerce uykusuz kalabilir. Bazen bir bakış, bazen sustuğu bir an, bazen söylediği bir kelime bile kalbine ağır gelir. Çünkü bilir ki; hak yemişse, birini incitmişse, görmezden gelmişse, sorumluluğunu almadığı her eylem ona bir yük olarak dönecektir. Oysa vicdansız bir insanın hayatı sığdır. Sorgulamaz, pişman olmaz, empati kurmaz. Kendi küçük dünyasında, yaptığı haksızlıkları “haklılık” sanarak yaşamaya devam eder. Ama ilahi adalet, vicdansızın da kapısını çalar. Farkında olsa da olmasa da…
Vicdanı olan insanın en büyük gücü belki de içinin rahat olmasıdır. Haksızlığa uğrasa bile “ben elimden gelenin en iyisini yaptım” diyebilmenin huzurudur. Zaten ilahi adaletin temel dayanaklarından biri de budur: İnsan kendi kalbinden sorumludur. Başkasının ne yaptığı değil, kendisinin ne yaptığı önemlidir.
Tam da bu yüzden, sık sık hatırlatılır bize o klasik ama bir o kadar da derin anlam taşıyan söz:
“İlahi adalette zaman aşımı yoktur.”
Evet, belki bugün değil… Belki yarın da değil… Ama bir gün mutlaka hak yerini bulur. O görünmeyen adalet eli, zamanı geldiğinde devreye girer. Herkesin unuttuğunu sandığı bir anda, belki hiç beklenmedik bir şekilde, dengeler yeniden kurulur. Ama maalesef ki ilahi adalet her zaman aynı karşılıkla gerçekleşmez. Bazen de haksızlığı yapana çok ağır bir ceza verir. Tabii bunu o kişi anlarsa güzel olur, ama çoğu zaman anlamaz sadece hayıflanır, kendine acır ama nedenini hiç sormaz…
Peki, nedir bu ilahi adalet?
İlahi adalet; evrende işleyen görünmeyen bir denge sistemidir. Her eylemin bir karşılığı olduğu, her niyetin evrene bıraktığı iz ile bir geri dönüşü olduğu inancıdır. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. İyilik de kötülük de bir şekilde sahibine geri döner. Bu adalet, insan elinin ulaşamayacağı yerlerde devreye girer. Kimsenin görmediğini gören, kimsenin bilmediğini bilen bir adalet sistemidir bu. Sessiz ama kesindir.
Hayat bazen uzun bir sınavdır. İnsan, yaşadığı haksızlıklara rağmen doğru kalmakta, iyiliğini korumakta zorlanır. Fakat bilmek gerekir ki, ilahi adalet, sabredenin ve doğru olanda ısrar edenin yanındadır. Çünkü o gün geldiğinde, sadece hak yerini bulmaz; aynı zamanda insanın içindeki kırıklar da onarılır. Geçmişe dair “Neden?” sorusu yerini “İyi ki sabretmişim” cümlesine bırakır.
Bu yüzden umut etmekten, iyi kalmaktan, hakkı savunmaktan vazgeçmemeli insan.
Zira ilahi adalet geç gelir… ama gelir.
Ne demiş usta şair Özdemir Asaf
İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu!
Ama, olmaz olsun
2 Aralık 2025 - 12 yıllık dostluk…
18 Kasım 2025 - Akran zorbalığı: Güç, empati ve insan olmanın sınavı
11 Kasım 2025 - Atatürk: İnsan Olmanın Sessiz Görkemi
4 Kasım 2025 - Toplumsal roller yeniden yazılıyor…
28 Ekim 2025 - Atatürk bize ne bıraktı, biz ne hale getirdik?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.