Messi, Suudi yeşilini keşfetti!
Markalar ve kurumlar bu süreçte neredeydi? Takipçi kazanmanın ve takipçilerin elde tutulması için harcanan reklam bütçelerinin çok yüksek olduğu günümüzde kayıpların hesabını kim verecek? Markalar bu olayda neden güçlerini birleştirmedi?
Ne demiş değerli şair Cemal Süreya…
Özgürlüğüm, özgürlüğün nerede?
Zulüm var, acı var, karanlıkta bir yerde
Özgürlük uzak bir umut, yaşamak hala mümkün…
“Sosyal Medya” sanattan spora, eğitimden bilgiye, en taze haberden politikaya kadar sayısız alanda güçlü bir araç. Günümüzde milyarlarca kullanıcı sosyal medya platformlarında her an çeşitli paylaşımlar yaparak ciddi bir bilgi akışı sağlıyor. Sadece kendi çevrenizi değil tüm dünyayı takip edebileceğiniz, haber alacağınız, bilgi edineceğiniz ve en önemlisi toplumu harekete geçireceğiniz bu etkili alan evrim geçirerek bir pazarlama kanalı haline geldi diyebiliriz. Sosyal Medya’nın kitleler arasında hem iletişimi sağlama hem de bilgi akışıyla hayatı kolaylaştıran pozitif etkilerinin yanı sıra dezenformasyon ile insanları kolayca manipüle etme yetkinliği de var. Bu nedenle doğru ve etik kullanılması çok önemli. Dünyadan bilgi almak dedik ama bir o kadar da dünyanın sizden, ülkenizden haberdar olması, fikirlerinizi özgürce ifade edebilmeniz, düşüncelerinizdeki insanlarla buluşabilmeniz ve bir topluluk oluşturabilmeniz için de değerli bir kanal.
Ve ülkemizde bir sosyal medya platformu bir gün pat diye kapandı, özgürlüğümüz sınırlandı, akabinde günlerce süren mütalaalar & görüşmeler sonrası 2 Ağustos 2024’te kapatılan Instagram 10 Ağustos 2024 saat 21.30’da yine pat diye açıldı. Sahip olduğumuz hak bize iade edildi. Peki, şalterin gerçek kapanma nedeni ne, gerçek açılma nedeni ne? Konu hakkında hepimizin aklında birçok soru var. Konuyu ikiye ayıralım. Kapatılma nedeni ve kapatılma sonrasında neler yaşandı, yaşanıyor.
Reklam ajanslarında çok uzun zaman yöneticilik yapmış ve sonrasında Türkiye’nin önemli bir markasını yönetmiş biri olarak ben ikinci kısma yani kapatılma sonrasındaki iletişim ve pazarlama dünyasındaki gelişmelere dikkat çekmek istiyorum.
Hadi gelin önce Instagramın kısa hikâyesine ve kuruluş amacına bakalım.
Fotoğrafları kolayca düzenleyen ve bunu kendi ağınızla paylaşmanıza izin veren bir uygulama geliştirme fikriyle yola çıkan iki kafadar bugün dünyanın en fazla kullanılan uygulamasını yarattı diyebiliriz. Instagram, Kevin Systrom ve Mike Krieger tarafından 2010 yılında geliştirildi ve 2012 yılında Facebook’a yani şimdiki adı ile Meta’ya satıldı. En özet cümle ile kullanıcılar, fotoğraf ve video paylaşarak kendilerini ifade edebilir ve diğer kullanıcılarla etkileşime geçebilirler. Gönderiler herkese açık olarak veya önceden onaylanmış takipçilerle paylaşılabilir. Keşfet kısmında ise ilgi alanınıza uygun yeni insanlar ile tanışmanız da mümkün.
Instagram kişisel hesaplar için olduğu kadar, işletmeler için de çeşitli araçlar sunan bir platform. Reuters Gazetecilik Enstitüsü’nün 2024 Dijital Haber Raporu’na göre, Instagram haber alma ve paylaşma amaçlı kullanımda Türkiye’de yüzde 38’lik oranla YouTube’la birlikte zirveyi paylaşıyor. Kullanıcılar bu mecrayı eğlenceli ya da eğitici içeriklere ulaşmak, markaları ve ürünleri takip etmek, yakınları ile iletişim kurmanın yanında güncel gelişmeleri ve haberleri izlemek için takip ediyorlar. Ya da bir sanatçı yeni eserini duyurmak için, bir sporcu yeni başarısın paylaşmak için, bir depremzede ise bütçesine katkı yapmak için ev yapımı salçasını satmak için platformdan yararlanıyor. İşletmeler ve kurumlar ise; hedef kitlelerine ulaşmak, marka bilinirliklerini artırmak, ürünlerini tanıtmak, kampanyalarını ve etkinliklerini duyurmak, müşteri geri bildirimleri almak için Instagram’ı etkin bir şekilde kullanıyor. Markalar, ortak ilgi alanlarına sahip kişilerle etkileşim kurarak topluluk oluşturuyor, etkinlikler, buluşmalar ve kampanyalar düzenliyorlar. Bu günümüzün en moda iş kolu olan Influancer’lar için de geçerli.
Yukarıda belirttiğim gibi bu platform bir anlamda bir pazarlama kanalı. Yani kapalı olduğu sürece binlerce dolarlık bir pazarın yok olması, e- ticaret hacminin küçülmesi, bazı küçük işletmelerin ciddi kayıplar yaşaması, takipçi kaybı maliyeti yani herkesi zorlayan ekonominin üzerine yeni bir kriz anlamına geliyor. Konuyla ilgili bilgi veren Elektronik Ticaret İşletmecileri Derneği (ETİD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Emre Ekmekçi, ‘’Türkiye’de toplam e-ticaretin içindeki yüze 10’luk kısmın sosyal medyada gerçekleştirildiğini belirterek, Influencer trafiğiyle birlikte günlük 1,9 milyar liralık bir e-ticaret hacminin etkilenebileceğini’’ vurguladı. Tabi ki böyle krizler yeni fırsatları da doğurmuyor değil. Alternatif Platformlar, yenilenmiş içerik stratejileri, yeni kanalların keşfedilmesi, daha yaratıcı ve yenilikçi çözümler gibi. Ama 2 Ağustos’tan günümüze yaşanan maddi ve manevi kayıpları kim telafi edecek? Ya da insanların özgürlüklerinin kısıtlanması bize gelecekteki olası yeni kısıtlamaların habercisi mi olacak? Bilgiye erişimin sınırlanmasının ilk sinyalleri bu adım mı olacak? Ya da sokakların sessiz dostları ile ilgili kanlı yasanın paylaşımlarının engellenmesi mi isteniyor? Yoksa daha ciddi bir sansür ile mi karşı karşıyayız?
Teoriler çok.
Zor ülke şartlarında yaşayan bizler neden tepkimizi vermekte bu kadar aciziz… Neden sesimizi yükseltip, toplumsal bir baskı kuramıyoruz. Sesimizin kısmak isteyenlere karşı ses çıkartmak yerine sessiz kalmak neden bir tercih oluyor? Neden hayatımızı etkileyen konularda kendi habitatımızın içinde şikâyet etmekten başka somut bir şey yapamıyoruz. Ya markalar ve kurumlar bu süreçte neredeler? Takipçi kazanmanın ve kazanılan takipçilerin elde tutulması için harcanan reklam bütçelerinin çok yüksek olduğu günümüzde kayıpların hesabını kim verecek? Markalar neden bu olay karşısında güçlerini birleştirmediler?
Türkiye’de protesto etmenin yasal ve sosyal risklerini yakın geçmişte gördük. Hükümetin veya çalışılan kurumun sert önlemler alabileceği, kişilerin iş veya sosyal yaşamlarının etkilenebileceği düşüncesi tepkisizliğin başlıca nedenlerinden gibi duruyor. Ayrıca Türkiye’de medya üzerindeki kontrol ve sansür, halkın bilgiye erişimini ve farklı görüşleri öğrenme ihtimalini neredeyse sıfırladı. Global platformların da benzer bir noktaya çekilmek istendiğini net görebiliyoruz bu adım ile. Bireysel ya da kurum olarak başıma ne gelir korkusu hepimizi pasifize etmiş durumda. Yurtdışında bilinçli halk kendisine zarar veren yönetim anlayışını eleştirmekten, tepki vermekten korkmuyor. Neden, çünkü reaksiyon verince cezalandırılacaklarını düşünmüyorlar. Demokratik ifade özgürlüklerini kullanıyorlar.
Peki, bu süreçte bir sosyal medya platformunun kapalı olmasını tiye alan içerik üretenler, Instagram yok ama bize şu kanaldan ulaşın diyen markalar, VPN ile girdim sorun yok diyen vurdumduymazlar, Meta’nın diğer uygulaması Facebook’ta hayata devam edenler ile süreç beklentimin ötesinde bir sakinlik ve kabullenmişlikle ilerledi maalesef.
Toplumu koruma içgüdüsü ile Instagramı kapatan bakış açısı çocuk, kadın, hayvan, doğa istismarlarında neden bu kadar hızlı reaksiyon almıyor. Düşündürücü…
Ülkemizde çoğu konuda olduğu gibi bu süreçte de şeffaf bir yönetim belirlenmedi, kamuoyu konuyu ciddi almak yerine hicvetmeyi tercih etti. Hâlbuki konuya esprili yaklaşmak yerine gerçek tepkilerimizi dile getirseydik belki yakın gelecekte başımıza gelme ihtimali olan benzer adımların atılmasına engel olma ihtimalimiz olabilirdi.
Hepimizi geldiğimiz noktayı ve tepkisizliğimizi bir kez daha düşünmeye davet ediyorum…
19 Kasım 2024 - Ünvanların olmadığı bir dünyada, sen kimsin?
12 Kasım 2024 - Mola vermek iyidir!
5 Kasım 2024 - Türkiye’de siyasi mobbing neden hiç konuşulmuyor?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.