Bayramlar toplumu bir araya getirme, geçmişin acılarını unutarak yeniden doğuşa, barışa, hoşgörüye doğru adım atma fırsatı olabilir. Kutuplaşmaların değil, barışın; öfkenin değil, sevginin öne çıktığı bir bayramı yeniden yaşamak bizim elimizde.
Bayram, tarihsel ve kültürel olarak insanlar için kutlama, bir araya gelme, huzur bulma ve sevgiyle dolma zamanı. Dostlukları pekiştirdiğimiz, kırgınlıkları unuttuğumuz, affediciliği ve hoşgörüyü bir arada yaşadığımız bayramlarda herkesin kapısı birbirine açılır, farklı düşüncelerdeki insanlar bile aynı sofrada buluşur, kalpler bir olur. Yardımlaşma ve paylaşma bu günlerin özüdür. Birçok insan, bayramda karşılık beklemeden iyilik yapar, başkalarına umut olmanın tadını çıkarır.
Ancak günümüz Türkiye’sinde bayramların üzerine düşürülen gölge, geçmişin huzur veren atmosferinden bizi oldukça uzaklaştırmış durumda. Toplumun sosyal ve siyasal yapısındaki derin yaralar, bayramların ruhunu değiştiriyor, geleneksel anlamını sarsıyor. Bugün, bayramlar artık sadece takvimde birer tatil gününden ibaretmiş gibi geçiyor. Ancak gerçekte, her geçen yıl bayramların içini dolduran o sıcak, barış dolu duygular yerini bir boşluğa bırakıyor.
Son yıllarda ve hatta son günlerde Türkiye’nin yaşadığı toplumsal ve siyasal atmosfer nedeniyle insanların arasındaki bağlar giderek zayıflarken, kutuplaşmalar, nefret söylemleri, öfke ve kırgınlıklar bayram coşkusunun yaşanmasını engelliyor. Bayramın getirdiği neşe ve umut, toplumsal bölünmelerin arasında kaybolmuş durumda. Sosyal medyada birbirine düşmanlaşan insanlar, “biz” ve “onlar” olarak ayrılmanın derin uçurumlarında savruluyorlar. Farklı görüşler arasındaki uçurum giderek büyürken, bir araya gelmek ve aynı sofrada buluşmak bir hayal oluyor. Eskiden bayramlar, birliği simgeleyen zamanlardı; ama şimdi o birlikteliği sağlamak çok daha zor bir hale gelmiş durumda.
Geçmişte, barışın, hoşgörünün ve sevginin anlam bulduğu zamanlar olan bayramların bugün, nefret, öfke ve ayrışma duyguları ile dolu olduğunu görmek, toplumsal ruhun derinden zedelenmiş olduğunun da bir göstergesi. Haksızlıkların, adaletsizliğin ve vicdansızlığın her geçen gün daha görünür hale geldiği bu dönemde, bayramın barıştırıcı rolü de giderek güçsüzleşiyor. Toplum, bir yandan geçmişin hatıralarıyla dolu olmasına rağmen, diğer yandan bugünün acılarıyla şekillenen bir yapıda. Bu da bizi bayramların özlenen o neşeli ve huzurlu havasından her geçen gün daha da uzaklaştırıyor.
Birçok insan, bayramda geçmişteki kırgınlıkları unutmak, kırılan kalpleri onarmak ve aradaki mesafeleri kapatmak ister. Fakat toplumsal travmalar, bireysel yaralar ve adaletsizlikler, yaşanan haksızlıklar bu duyguların gerçekleşmesini engelliyor. Kırgınlıklar, yalnızca kişisel değil, toplumsal bir hale gelmiş durumda. İnsanlar, yalnızca kendi hayatlarında değil, tüm toplumda gördükleri haksızlıklar ve eşitsizlikler karşısında içsel huzurlarını kaybetmiş durumdalar. Daha endişe verici olan ise bayramın barışçıl ve birleştirici ruhunun kaybolmuş olması. Bu bayramda, çok sayıda insan sadece sevdikleriyle değil, toplumla da barışmak istiyor. Ama toplumsal yaralar, hükümetin yaklaşımları, derinleşen öfke ve umutsuzluk, bu isteklerin önüne geçiyor.
Bayram aslında neşenin, umudun ve sevginin yüksek sesle dile getirildiği zamanlar olmalı.
Bayram, sadece bireysel sevinçlerin değil, aynı zamanda toplumsal barışın, huzurun ve dayanışmanın simgesi olmalı.
Sevgili Şenay “Hayat Bayram Olsa”yı ne güzel seslendirmişti…
Şu Dünya’daki en mutlu kişi, mutluluk verendir.
Şu Dünya’daki sevilen kişi, sevmeyi bilendir.
Şu Dünya’daki en güçlü kişi, güçlükten gelendir.
Şu Dünya’daki en bilgin kişi, kendini bilendir.
Bütün Dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa, uzansak sonsuza
Bütün Dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa, uzansak sonsuza
Bu bayramın tüm ülke için gerçekten bayram olabilmesi için, toplumsal yapımızdaki eksikliklerin giderilmesi ve insan hakları, özgürlükler ve adalet anlayışının ön plana çıkması gerekiyor. Bugün, Türkiye’nin sosyal ve siyasal gündeminin yarattığı baskılar, bayramın anlamını derinden etkiliyor.
Peki bu bayramın bizim için gerçekten bayram olması için ne gerekiyordu derseniz;
Farklı düşüncelere saygı duyulmalı
Bugün Türkiye’de farklı düşüncelere ve görüşlere sahip olan insanlar susturulmakta veya dışlanmakta. Gerçek bir bayram için farklı düşüncelere ve yaşam tarzlarına saygı duyulmalı, herkesin sesinin duyulabildiği bir ortam oluşturulmalı.
Gençlerin sesi susturulmamalı
Gençler, toplumun en dinamik, yenilikçi ve geleceğe dair en büyük umut kaynakları. Ancak son yıllarda, gençlerin fikirlerini özgürce ifade etmeleri ve toplumsal değişime katkı sağlama çabaları genellikle engelleniyor. Gerçek bir bayram için sadece geçmişi değil, geleceği de kutlamamız gerekiyor. Ve geleceği inşa etmek için gençlerin katılımı olmazsa olmaz.
Medya özgür kalmalı
Medya, toplumu bilgilendiren, farklı sesleri duyuran ve adaletsizliği ortaya çıkaran bilgilendirme aracı. Ancak, son yıllarda medyanın üzerindeki baskıların artması, bağımsız medyanın susturulmalı çalışılması hepimizin malumu. Gerçek bir bayram için, özgür düşüncelerin, doğru bilgilerin halka akması engellenmemeli.
Başarı ödüllendirilmeli
Bir toplumda başarı, emek ve çaba ödüllendirilmediğinde, insanlar geleceğe dair umutlarını kaybederler. Toplum, adil bir ödüllendirme ve takdir anlayışına sahip olduğunda, işte o zaman hayat bayram olur.
Adalet herkes için olmalı
Toplumda adaletin sağlanmaması, insanların güven duygusunu zedeler. Adaletin tecelli etmediği bir ortamda ise insanlar huzur içinde yaşayamaz. Gerçek bir bayram için, toplumun genelinde barış ve huzur gerekir.
Kısacası, bayramın gerçekten bayram olması için; farklı düşüncelere saygı duyulması, gençlerin sesinin susturulmaması, medyanın özgür kalması, başarıların ödüllendirilmesi ve en önemlisi adaletli bir anlayışın hâkim olması şart. Taraf değilsen bertarafsın yaklaşımından uzaklaşılması gerek. Bu temel unsurlar sağlanırsa, gerçek anlamda bir bayramı kutlayabiliriz.
Geleceğe Dair Umut…
Bayramlar toplumu bir araya getirme, geçmişin acılarını unutarak yeniden doğuşa, barışa, hoşgörüye doğru adım atma fırsatı olabilir. Bayramlar, yalnızca geleneksel bir kutlama değil, ruhsal bir yenilenme ve toplumsal bir uyum için bir fırsat yaratabilir. Kutuplaşmaların değil, barışın; öfkenin değil, sevginin öne çıktığı bir bayramı yeniden yaşamak bizim elimizde.
Hadi, bayramları yeniden özlediğimiz o eski anlamıyla kutlamak ve yaşatmak için ele ele verelim. Ve birlikte hayatı bayram tadında yaşayalım.
2 Nisan 2025 - Özlenen duyguların gerisinde kalan bir bayram…
18 Mart 2025 - Özel hastaneler
11 Mart 2025 - Yaşasın cemreler düştü
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.