Paris’te açılan sergiyle empresyonist ressamlar 150 yıl sonra bugüne taşındı
Paris 2024'ün dört saate yakın süren açılışında en fazla dikkat çeken nokta ise insanlığın tüm tercihlerinin mutlak kabulü ve bu yaklaşımın altındaki felsefe olsa gerek.
Çarpıcı, farklı, beklenmedik, katmanlı, kapsayıcı ve de çok konuşulan bir açılış ile Paris 2024 Yaz Olimpiyatları başladı. Paris 2024 11 Ağustos 2024’te sona erecek. Şehir tarihinde üçüncü kez Olimpiyatlara ev sahipliği yapıyor; 1900, 1924 ve tam 100 yıl sonra 2024.
Hafta sonu fikirlerine değer verdiğim birkaç yakınımla konuştum. Bu sohbetlerden anladığım, açılıştan çok etkilenenler olduğu gibi stadyum klasik açılışını tercih edenler ya da bu kadar kapsayıcılık fazla diyenler olduğu gibi dünyanın geldiği noktayı kabul etme, biz buyuz deme cesaretini gösterdiği için açılışı mükemmel bulanlar var.
Olimpiyat açılışları her zaman merakla beklenir, her ülke bir önceki açılışı gölgede bırakmak için aylar öncesinden ( belki de yıllar öncesinden ) hazırlıklara başlar. Ki Paris’in bu açılış için 3 yıldan beri çalıştığı söyleniyor. 10 binin üstünde sporcu unutulmayacak bir kurgusal gösteri ve ışık oyunları eşliğinde yaklaşık 100 tekne ile Sen nehri üzerinden geçiş yaptı. Bu yenilikçi yaklaşımın tanıdığımız klasik olimpiyat ruhuna farklı bir bakış açısı getirdiğini düşünüyorum. Bana göre Paris 2024 yenilikçi bakış açışı, alt mesajları ve kapsayıcılığı ile oldukça dikkat çekici idi. Açılış ile ilgili benim gibi düşünenler olduğu kadar, eleştirenler de oldukça fazla.
Benim en büyük eleştirim açılışta merkezde spordan çok Paris olması. Tüm kurgu ve hikâye şehrin etrafında inşa edilmiş. Sporcular geri planda, tarih, sanat, kültür, moda, müzik, dans, teknoloji ve Paris ön planda olmuş. Masallardan fırlamış karakterler, tarihi değiştiren figürler, mizah, geleneksel yaklaşımın modern yansımaları ve teknolojiyle harmanlanmış görseller, ışık oyunları… Tablo olarak tanımlanmış temalar, temaların tarih ile bütünleşmiş kurguları… Bu görsel şöleni seyrederken o büyülü ve sürprizli dünyaya insan kendini kaptırıyor ve olimpiyatları bir an için bile olsa unutuyor.
Bir başka önemli eleştiriyi de bu heybetli Show’u yerinde seyredenler yaptı demek yanlış olmaz sanırım. Show ve akış kurgu odasındaki kararlarla ilerliyor doğal olarak ama yağmur şehrin içine konan küçük ekranlar ve tüm şehri kapsayan katmanlı açılış Paris’te sokaktaki heyecanlı izleyicide olumlu bir etki bıraktı diyemem.
Böyle bir kurguyu hayal ederek sadece kaleme dökmek, senaryolaştırmak bile inanılmaz, değil hayata geçirmek. Kreatif ekibi, yönetmeni ve her dakikasını özenle planlamış koordinasyon ve kurgu ekibini gönülden tebrik etmek gerekir. Açılış genç, dinamik bir kadroya emanet edilmiş. Senarist Damien Gabriac, yönetmen Thomas Jolly tüm yeteneklerini konuşturmuş. 4 saate yakın süren bu açılışta en fazla dikkat çeken nokta ise insanlığın tüm tercihlerinin mutlak kabulü ve bu yaklaşımın altındaki felsefe olsa gerek. İşte yine burada bir ayrışma ortaya çıkıyor. Sonuçta bunu içselleştirenler olduğu gibi bu kadarı da çok fazla diyenlerin olduğu bir ortamda açılış gerçekleşti ve bu açılış birçok ilke imza atarak olimpiyat tarihinde yerine aldı.
Şehrin simgeleri olan tarihi binalar, restorasyonu süren Notre Dame Katedrali, Eyfel Kulesi ve Seine Nehri üzerindeki geçişler, nehirden geçen demir at, sanatçıları, modacıları, şarkıcıları, dansçıları ve daha fazlası ile tüm dünya yine ve yeniden Paris’i, Fransa’yı tüm büyüleyici unsurları ile hatırladı.
Elbette olimpiyatlar o ülkenin, şehrin tanınmasında büyük rol oynar ve turizmi canlandırır, ancak açılış kurgusunun böyle olması Paris’i önümüzdeki yıllarda daha büyük bir turizm merkezi haline getireceğini düşündürüyor insana.
Bu arada stadyum içinde kontrolü daha kolay sağlanabilecek bir alanda açılış yapmak yerine her anı, her saniyesi detaylı planlanmış bu açılışın bir de perde arkasını düşünün. Senaryo, akış, kurgu, günlerce prova, senkronizasyon, güvenlik, yağmur, nehrin debisi, rüzgar ve sayamayacağım kadar çok detay. Yüzlerce kişi, büyük emek… Arkasından bolca konuşsak da, krizler olsa da bize bu cesur, yaratıcı, bütünleşik açılışı hayata geçiren tüm ekibi tebrik etmek düşer.
Biraz da Türk kafilesine bakalım…
Olimpiyat oyunlarına 48 erkek, 54 kadın sporcu ile 18 branşta katılıyoruz. 102 sporcudan olan oluşan Team Türkiye’de kadın sporcuların artan sayısı ve artan başarısı dikkat çekici. Sporcularımız azimli, heyecanlı ve istekli. Büyük başarılara imza atacaklarına inancım tam.
An itibariyle sporcularımızın, müsabakaların önüne geçen bir konu var. Vakko tarafından tasarlanan Team Türkiye kıyafetleri. Sosyal medyada biraz zaman geçirdiğinizde siz de göreceksiniz, bu tasarımları hazırlayan ve onaylanan ekip dışında pek beğenen yok. Ben de onlardan biriyim. Olimpiyat kıyafetleri her ülkenin imajı açısından önemli bir rol oynuyor. Kıyafetler hem sporcuların hem de ülkenin uluslararası arenada nasıl temsil edildiğini gösteren önemli sembollerden biri. Peki, bizim özel olarak hazırlanmış kıyafetlerimiz neyi simgeliyor? Ülke kültürünü yansıtmıyor, özgün değil, tarihi bir doku taşımıyor. Maalesef modern olmak istenmiş o da başarılamamış.
Biraz geriye gidersek önceki olimpiyatlardaki kıyafetlerimizin de beğenilmediğini hatırlayacaksınız. Peki neden tüm eleştirilere kulak tıkanıyor anlamak mümkün değil. Biraz ileri gitme pahasına kıyafetlerin Team Türkiye ekibine, ülkemize hiç yakışmadığını söylemek zorundayım. Bu işi kendimize özgü doku ve ruh ile yapabilecek birçok genç tasarımcımızın olduğuna eminim. Umarım önümüzdeki dönem onlara fırsat verilir.
Ve son söz… Siyasi krizlerden uzak, sporun merkezde olduğu, rekorların kırıldığı bir spor şöleni izlemeyi ve Team Türkiye’nin bugüne kadar olimpiyatlarda alacağı en fazla madalya ile ülkemize dönmesini umuyorum. Her birini kalp çarpıntısıyla izleyeceğimiz sporcularımıza gönülden başarılar diliyorum.
Paris olimpiyat yönetiminden açılış töreni açıklaması: ‘Alınanlar olduysa tabii ki çok üzgünüz’
19 Kasım 2024 - Ünvanların olmadığı bir dünyada, sen kimsin?
12 Kasım 2024 - Mola vermek iyidir!
5 Kasım 2024 - Türkiye’de siyasi mobbing neden hiç konuşulmuyor?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.