Wanda Yenge ile iniş çıkışları ilişkiler üzerine o kadar güzel konuları gündeme getiriyor ki... Hiç istemediğiniz bir erkek başkasının radarına girince birden gözünüze bambaşka görünür mü? İşte Wanda Nara tam olarak bunu yaşıyor.
Yine mi Icardi diyeceksiniz. Ama ne yapayım. Wanda Yenge ile iniş çıkışları ilişkiler üzerine o kadar güzel konuları gündeme getiriyor ki. Son olarak Icardi Kolombiyalı güzeller güzeli bir şarkıcı ile konser sonrası fotolar çektiriyor. Sen misin çektiren. Wanda acilen adamcağızı polislere şikayet ediyor evde silah var diye, polisler arama yaparken Icardi arkadaşının evinde bekliyor. Saatler süren aramadan sonra evde hiç bir şey bulunamıyor. Icardi eve dönmek istediğinde bir bakıyor güvenlik şifreleri değişmiş, Wanda evden kovmuş.
Hiç istemediğiniz bir erkek, başkasının radarına girince birden gözünüzde “Ben mi yanlış gördüm yoksa bu adam çok mu özelmiş” kıvamına geldi mi? İşte Wanda bunu yaşıyor. Ama Merak etmeyin, yalnız değilsiniz. Bu, ilişki dünyasının en eski ve en tatlı paradokslarından biri.
Bu fenomenin bilimsel adı yok ama ben “Elma Şekeri Sendromu” diyorum. Çünkü elma şekerini düşünün: Marketin köşesinde dururken yüzüne bile bakmazsınız. Ama bir çocuk alıp yemeye başlayınca birden canınız ister. “Ben de istiyorum” dersiniz. Peki bu neden oluyor?
İstemediğimiz biri başkasının ilgisini çekince, beynimiz hemen bir sorgulama moduna girer: Kaçırdığım bir şey mi var? Başka bir kadının ilgisi o kişiyi cazip hale getirir. Çünkü insan doğası gereği, başkalarının değerli gördüğü şeylere yöneliriz. Özellikle romantik ilişkilerde “Benim değersiz bulduğum biri başkasına nasıl bu kadar çekici gelebilir” diye düşünüp rekabet hissine kapılabiliriz. Bu, küçük bir ego dürtüsü aslında. Eğer bir erkek başka biri tarafından arzulanıyorsa onun statüsü gözümüzde bir anda yükselir. Bir nevi “Yoksa ben bu fırsatı gözden mi kaçırdım” paniği.
İstediğiniz biri sizi istemezse bunu kabullenirsiniz ama istemediğiniz biri başka bir kadını etkiliyorsa, o rahatlık alanınız sarsılır. “Nasıl yani, beni unuttu mu” diye düşünmeye başlarsınız. O ‘Nasıl yani, beni unuttu mu’ Durumu.
Düşünsenize, siz artık ona karşı bir şey hissetmiyorsunuz. Hatta bir kahve içimlik bile vakit ayırmayı düşünmüyorsunuz. Ama o, başkasını etkileyince, içinizde küçük bir alarm çalıyor: “Nasıl yani, bu kadar çabuk mu unuttu?”
Bu his, çoğu zaman “sevgi” değil, “ben hala merkezde miyim” endişesiyle ilgilidir. Yani sahneyi terk ettiğinizde bile başrol olduğunuzu sanıyorsunuz! Ancak sahne boş kalmıyor; o kişi başka biriyle “oyun kuruyor.” İşte burada o tatlı-acı kıskançlık, yerini hafif bir rahatsızlığa bırakıyor. “Beni unutmuş olabilir mi” düşüncesi aslında onun ne yaptığıyla değil, sizin kendinizi nasıl algıladığınızla ilgili. Çünkü insanın egosu, birinin bizim etki alanımızdan tamamen çıkmasını kolay kolay kabullenemez. Hele hele o kişi, bir başkasını etkilemeye başlamışsa!
Bu tamamen oyuna sahip çıkma dürtüsü. İşin ego tarafına bakarsak burada bir “oyun kazanma” hissi devreye girer. O kişi başka biri tarafından ilgi görüyorsa, “Ama neden önce beni seçmedi” diye düşünüp kendi değer algınızı o kişinin üzerine projekte edersiniz. Ancak unutmayalım kimse kimsenin mülkü değil. Siz istemediğiniz birini kendi yoluna uğurlamışsanız, bırakın o kişi kendi sahnesinde ışıldasın. Belki de unutmamız gereken şey, unutan birinin sizi değil, kendi yolunu bulduğudur.
Başkasının dikkatini çekmek, o kişiyi size karşı ilginç hale getirir. “Demek ki onda benim fark etmediğim bir şey var” diye meraklanırsınız. Başkasının kıymet verdiği bir şeyin sizin gözünüzde değeri artar. Tıpkı müzayedede sıradan bir vazoya deli gibi teklif veren insanları gördüğünüzde, “Bu vazo gerçekten özel miymiş” diye düşünmeniz gibi. Demek ki onda benim fark etmediğim bir şey var!
Ah, insan zihni! Bazen öyle oyunlar oynar ki gözünüzün önünde duran biri, başka biri tarafından fark edildiğinde birden bire “wow, acaba ben mi yanlış gördüm” diye düşünmeye başlarsınız. Yani, başkalarının radarına giren bir kişi, sizin radarınızda da sinyal vermeye başlar.
Bu bir tür romantik FOMO (fear of missing out – “bir şeyi kaçırma korkusu”) diyebiliriz. Neden mi? Başkasının dikkatini çeken bir kişi, bizim gözümüzde “demek ki bir şeyleri doğru yapıyor” algısını yaratır. Çocukken oyuncağa sıra beklemek gibidir bu; başkası oynuyorsa, o oyuncağın daha da değerli olduğu hissine kapılırsınız. Yani, arzuyu tetikleyen şey genellikle arzunun kendisidir. Demek ki onda benim fark etmediğim bir şey var” düşüncesi, beyninize merak tohumları eker. Ve merak, çekimin temel yapı taşlarından biridir. Çünkü insanlar genelde “bilinmeyene çekilme” eğilimindedir. Başkalarının bir kişiye değer verdiğini görmek, o kişiyi keşfedilmesi gereken bir sır haline getirir. Aynı kişi, ilgiyi çekmediği bir bağlamda sıradan görünürken, başkalarının ona değer vermesiyle adeta farklı bir ışık altında parlar. Bu tamamen “algının büyüsü”dür.
Bu kadınlara önerim şu: Yahu bir dur ve düşün. O adamı gerçekten mi istiyorsun, yoksa sadece başkası onu istiyor diye mi ilgini çekti? Kalbine değil, mantığına danış. Ego Savaşını Bırak. Her arzunun peşinden koşmak zorunda değilsin. Bazen “Bırak başkası alsın” demek daha sağlıklıdır. Kendi Değerini Hatırla. Kendi seçimlerinin arkasında dur. Sırf bir başkası istiyor diye fikrini değiştirmek, kendi kararlarına olan güvenini zedeler.
Aslında istemediğin bir erkeği başkası isteyince kıymete binmesi, insan olmanın yan etkilerinden biri. Ama unutma, “elma şekerine sahip olabilirim” diye dişlerini çürütmek istemezsin. Başkasının gözünde kıymetli olması, onun senin için doğru olduğunu kanıtlamaz. O yüzden Wanda Yenge “Aa, biri elma şekerimi almış” deyip geç. Belki köşede gözünden kaçırdığın daha tatlı bir çikolatalı dondurma seni bekliyordur!