Ak Parti içinde tartışma: Biz kuş muyuz, deve miyiz, yoksa devekuşu muyuz?
Hep böyledir. Başarının sahibi çoktur ama başarısızlık öksüz çocuk gibi sahipsiz, ortada kalır.
Ak Parti’de durum tam olarak buna benziyor. 31 Mart seçim yenilgisi bu partinin aslında 2015’te içine girdiği duraklama ve gerileme döneminin artık makyajla, imaj çalışmasıyla veya yüksek sesle bağırarak gizlenemeyeceği bir sonuçtu.
Bir zamanlar ‘Hakim parti oldu’ denen, Japonya’da iktidarını 70 yıl sürdüren Liberal Demokrat Parti ile kıyaslanan ve on yıllarca sürecek bir iktidar öngörülen Adalet ve Kalkınma Partisi artık bırakın tek başına iktidar çoğunluğunu elinde tutabilmeyi, Türkiye’nin en büyük partisi bile değil.
Ak Parti açısından daha fenası şu: 31 Mart bir günlük öfkeyle geçici bir sonuç da değil. Seçimin üstünden aylar geçti, Ak Parti kendi yaptırdığı araştırmalarda da görüyor, CHP’nin birinci parti olma hali hala devam ediyor, Ak Parti giderek ikinciliğe yerleşiyor.
10 seçmenden dördü buharlaştı
Ne oldu, neden Ak Parti bir zamanlar tek başına yüzde 50’yi bulan gücünü kaybetti, on seçmeninden dördü nereye buharlaştı sorularına cevap vermek çok uzun sürer. Kaldı ki bu cevapları benim veya Ak Parti dışında başka bir aktörün vermesinin pek anlamı da yok. Cevapları bizzat partinin arayıp bulması, yanlış gidenleri bizzat onların düzeltmesi gerek.
Cevap bulma ve kötü gidişi durdurma sorumluluğu elbette en başta bu partinin tek liderine, kurucusuna, Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a düşüyor. Sonra aşağı doğru belki her Ak Partiliye.
Erdoğan çabalıyor ama…
Dedim ya, ‘Başarısızlık öksüz çocuk gibi sahipsiz ortada kalır’ diye. 31 Mart gecesinden beri dikkatle izliyorum, Ak Parti’de başarısızlığa sahip çıkan ve onu düzeltmeye çalışan bir tek kişi var sanki, Recep Tayyip Erdoğan. Geri kalan herkes ya susuyor ya da karnından konuşmakla yetiniyor.
Ama onların böyle yapmak için sebebi var: Bu da partiyi bugünkü başarısız noktaya getiren sebeple aynı. Kimse Recep Tayyip Erdoğan’dan önce konuşmak istemiyor.
Evet, eğer Tayyip Erdoğan sahiden partisinin neden kötüye gittiğini ve kendi iktidarına artık neden ömür biçilmeye başladığını merak ediyorsa dönüp partisinin içinde bizzat kendisinin yarattığı bu yönetme kültürüne bakmalı. Acaba neden hiç kimse fikrini serbestçe söyleyemiyor, acaba neden toplantılarda kimse ona itiraz etmiyor, acaba neden her toplantıda kendisi en son değil ilk konuşan oluyor?
Lidere aykırı düşme korkusu liderin etrafında sadece yağcıların ve ‘Evet efendim’cilerin birikmesine neden oluyor. Tayyip Erdoğan etrafına bir baksın, ona hayır diyebilen kaç kişi var yakınında?
O teğmenler Erdoğan’dan başka iktidar görmedi
Bakın, Kara Harp Okulu mezuniyet töreninden sonra bir grup yeni mezun teğmenin bir araya gelip ‘Atatürk’ün askeriyiz’ diye slogan atmasını ve 2016’dan beri kullanılmayan bir yemini kendi aralarında tekrar etmesini konuşuyoruz günlerdir.
Meselenin kültür savaşı boyutu en önde duran boyut, ama bunu konuşmanın kimseye faydası yok. Meselenin bir başka çok önemli boyutuna benim görebildiğim kadarıyla Murat Yetkin dışında dikkat çeken olmadı bugüne kadar:
Bu teğmenler 2000 doğumlu. Yani kısacık ömürlerinde Tayyip Erdoğan’dan başka iktidar görmediler. Hepsi Harp Okulu’na dört yıl önce, yani 15 Temmuz darbesinden sonra okul baştan aşağı yeniden yapılandırılmışken girdi. Ve çıktıklarında da işte böyle ‘Mustafa Kemal’in askeriyiz’ diyerek çıktılar.
Bir ideolojik hegemonyanın (gelin ona ‘Kemalizm’ diyelim) yerine başka bir ideolojik hegemonya (gelin ona da muhafazakar dindarlık diyelim) koymaya çalıştığınızda başınıza gelen bu. Tam da kurtulmak istediğiniz ideolojinin hortlaması. Geçmişte de aynısı olmamış mıydı? Bu sefer de Kemalist hegemonyaya karşı FETÖ gizlice örgütlenip orayı ele geçirmemiş miydi?
Her etkinin bir de tepkisi olur, Türkiye 15 Temmuz gecesi çok pahalı bir yolla bunu öğrenmedi mi? Hayır, öğrenmedi.
15 Temmuzda barış projesi yerine savaş projesi yapınca
Tayyip Erdoğan 15 Temmuz’un ertesi gününden itibaren bir devlet ideolojisini başka bir ideolojiyle değiştirmeye girişti. Bu girişimdir bugün Ak Parti’yi de, Tayyip Erdoğan’ı da kimlik bunalımına sokan.
Darbeden sonra devleti yeniden yapılandırırken herkesi kapsayacak bir barış projesi yapmak yerine aksine kavgayı körükleyecek ve geride kalan her kesimi beka savaşına sokacak bir projeyi devreye sokmanın sonuçlarını yaşıyoruz bugün.
Devlet kurumları, hem de ordu gibi, yargı gibi, emniyet gibi çok kritik devlet kurumları özünde baktığınızda kendi işini yapmaktan çok ideolojik tahakküme odaklanmış durumda. İçeride kendi aralarında neredeyse birer siyasi parti gibi gruplaşmış çok sayıda ayrı devletçiklerimiz var. Şimdilik bu güçlerin kendi aralarındaki koalisyonlarla yürüyor iş. Ama koalisyon sarsıldı mı işler duruyor. Bunun en çarpıcı halini Yargıtay’da bir türlü bitmeyen başkanlık seçiminde gördük işte. O zaman anladık ki en az üç grup var ve gruplardan hiçbiri mutlak hakimiyete sahip değil yargı içinde.
Polisteki gruplaşmalar hepimizin gözünün önünde. Sinan Ateş cinayeti bir turnusol kağıdı işlevi gördü, asitle bazı birbirinden ayırt etti. Ayhan Bora Kaplan soruşturması bu gruplararası güç dengeleri ve iktidarın tutumu nedeniyle sürüncemede.
Ordu içinde tarikat ve cemaatlerin hakimiyeti konusu önce Tuzla’da ortaya çıktı, şimdi Harp Okulu mezuniyet töreninde de buna tepkiyi gördük.
Devletin her kritik kurumu ideolojik savaş meydanı gibi. Kim kimdir, ne nedir, kim kimdendir bilenler bu kurumların içinde yollarını buluyor, bilmeyenler Kafka’nın Şato’sundaki gibi kayboluyor.
Ak Parti’de de ideolojik mücadele var
Belki doğal bir sonuç, şimdi seçim yenilgisinden sonra benzer bir ideolojik güç savaşı Ak Parti içinde yaşanıyor. 31 Mart yenilgisinden sorumlu ideoloji en azından eleştirilmek isteniyor. O ideolojiye yol veren, onay veren, hatta öncülük eden ismin bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi olduğunu unutmayın.
Devlet kurumları içinde bu kavgaların saklanamaz biçimde yaşanmasına sebep olan şeyle Ak Parti’nin 10 seçmeninden dördünü kaybetmesine neden olan derin erozyon aynı yerden besleniyor: Türkiye’ye dar gelen sıkı ideoloji dayatmasından.
Bugün Ak Parti içinde de bir ideolojik savaş olduğu saklanamaz bir gerçek. Zaten bu savaş nedeniyle partiden kopanlar kendilerine yeni partiler kurdu. Şimdi aynı savaş parti içinde de devam ediyor. Erdoğan’ın dar ideolojik elbisesini istemeyenler hala var parti içinde.
Gezi’yi yanlış okumakla başladı her şey
2013 yılında Tayyip Erdoğan ve Ak Parti demokratikleşme reformları yapan, Kürt sorununu çözmek isteyen, çoğunlukçuluktan çoğulculuğa evrilmek istediğini ima eden bir yapıydı, ama buna rağmen Gezi Olaylarını yaşadık. Gezi’yi toplumun kendisine giydirilmek istenen ideolojik elbiseyi (bu siyasi ortama rağmen) yine de dar bulduğunu gösteren bir patlama olarak okumak da mümkün. Toplum kendisiyle ilgili konularda daha çok söz hakkı ve daha çok özgürlük istiyordu.
Tayyip Erdoğan ve arkasından sürüklediği Ak Parti Gezi’yi tam ters yönden okudu, olduğu kadarıyla özgürlüklerin fazla olduğunu düşünüp aksine ideolojik elbiseyi daha da daraltmaya girişti. FETÖ’cüler önce 17-25 Aralıkta, sonra da 15 Temmuz’da Tayyip Erdoğan’a arayıp da bulamadığı fırsatı verdi, ideolojik elbise daha da daraldı.
Kendi elbisesine kendisi de sığmıyor
Bugün Tayyip Erdoğan’ın topluma biçtiği elbise artık o kadar dar ki her yerinden patlak veriyor. Erdoğan kendisi bile kendi biçtiği elbiseye sığamıyor, işte gidiyor Sisi ile barışıyor, Esad ile barışmanın yolunu arıyor (Sisi’yi uğurlarken elini Rabia işareti şeklinde yapıp sallaması aslında biçtiği ideolojik elbiseden dikişleri atmış bile olsa o kadar da şikayetçi olmadığının bilinç altı dışa vurumu mu acaba).
İşte bu ortamda Ak Parti içinde de bir kimlik veya ideoloji mücadelesi başlamış durumda. Partinin son Merkez Karar Yürütme Kurulu toplantısından sızan kulis bilgileri slogan atan teğmenler bağlamında bu tartışmanın yüksek sesle yapıldığına işaret ediyor.
Ak Parti kendi içinde ‘Biz kuş muyuz, deve miyiz, yoksa devekuşu muyuz’ diye tartışadursun, bu kararların tartışmayla verilmeyeceğini, nihayetinde Tayyip Erdoğan’ın kendi kendine danışıp onlara kararı tebliğ edeceğini, yani Ak Parti’ye bir zamanlar o çok övündüğü ‘istişare’nin geri gelmeyeceğini hepimiz biliyoruz.
Erdoğan: Sadece ekonomiyi düzelterek bu iş bitmez
Bakın bugün Sabah gazetesinin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu’nun köşesinde Ak Parti içindeki tartışmalara ilişkin ilginç kulis bilgileri arasına sıkışmış bir bölüm var. Müderrisoğlu, Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresine şöyle konuştuğunu öne sürüyor:
“Ben, nerede durduğumuzla, bizim özgüvenimizle ilgileniyorum, karşıyla ilgilenmiyorum. Muhalefete fazla takılmayın, kendinize bakın. Sadece ekonomiyi düzelterek bu işin bitmeyeceğini ben de biliyorum. Bu anlamda siyasette de gerekli hamleleri yapacağız!”
Tam da dediğim gibi, Tayyip Erdoğan kendi kendine danışacak ve bir yola girecek. Ama yol konusunda seçenekleri sonsuz değil.