22-05-2024
İsmet Berkan

Ayhan Bora Kaplan kazanıyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kaybediyor

Ayhan Bora Kaplan kazanıyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kaybediyor

Ayhan Bora Kaplan’ı yargılayan mahkeme dahil, Türkiye’nin bütün mahkemelerinde duvarda aynı şey yazar: ‘Adalet mülkün temelidir.’

Burada ‘mülk’ denen, devlettir. Yani, adalet olmazsa devlet de olmaz. Devlet olmanın temeli adalettir.

Gerçekten de ‘Devletin fonksiyonlarını say’ dediğinizde hep ilk sıraya ‘Vatandaşın güven içinde yaşaması’ yerleştirilir. Bu güvenlik fonksiyonu çok boyutludur; bu yazı çerçevesinde bizi ilgilendiren ülke içinde yasa-düzen egemenliğinin olması, kanunların herkese eşit uygulanması ve suçla suçlunun cezasız kalmaması boyutudur.

Gelin, bu devletin güvenlik üretme fonksiyonuyla ilgili boyutu güncel bir suç davası çerçevesinde konuşalım.

Ankaralı suç örgütü patronu Ayhan Bora Kaplan hakkında çok sayıda suçlama var. Bizzat katıldığı öne sürülen silahlı yaralamalar, azmettiricisi olduğu silahlı yaralamalar, cinayetler, işkenceler, haraç almalar, mala elkoymalar… Üstelik bütün bunları bir ‘organize suç çetesi’ olarak yapmak…

Savcı bu suçlamaları mahkemede kanıtlamaya çalışıyor. Duruşmalar başladı, önceki gün ve dünkü duruşmalarda hep savcılığın tanıkları konuştu. Dün kürsüye gelen ve iddianamede isimleri ‘şikayetçi’ olarak yazılan kimi tanıklar ‘Biz şikayetçi falan değiliz, başımıza gelenlerin de Ayhan Bora Kaplan’la bir ilişkisi yok’ dedi, savcılıktaki ifadelerini geri aldılar.

Şimdi burada bir an duralım.

Mafyanın gücü nereden gelir?

Türkiye’de de dünyanın geri kalanında da suç örgütlerinin ve onların patronlarının gücü iki türlü ölçülür: 1. Somut anlamda sahip oldukları vurucu güç; 2. Kendilerine atfedilen, başkaları tarafından algılanan güç.

Kendisine atfedilen, yani bir anlamda ‘sanal’ olan algılanan gücü gerçek gücünden (somut vurucu gücünden) daha yüksek olan çeteler suç aleminde her zaman daha başarılı olur.

O yüzden bu çeteler somut güçlerini kullanmazdan önce hep sanal güçlerini devreye alır; bu yıldırma olur, korkutma olur, devlet veya polis tarafından korunup kollandığını belli etme olur, medyayı kullanma olur… Bir sürü yöntem bir arada kullanılır o sanal gücü olduğundan büyük göstermek için.

Tabii bir ince nokta var: Tamamı yalan olduğunda o algılanan güç bir işe yaramaz, foya kısa sürede ortaya çıkar, o yüzden o büyük güç algısına neden olan unsurların hiç değilse bazılarının gerçek olması gerekir çetenin uzun dönemdeki varlığı için.

Kaplan hepsini yaptı

Ayhan Bora Kaplan adlı suç patronu da bu yöntemlerin tamamını kullandı. Üstelik bir takım tanık ve şikayetçi ifadelerine yansıdığı kadarıyla Kaplan’ın algılanan gücünün önemli bir bölümünü oluşturan ‘polis tarafından korunup kollanma’ iddiasını doğrular nitelikte çok olay var.

Örneğin önceki gün mahkemede ifade veren Erkan Doğan adlı kişi üçüncü biriyle yaşadığı maddi anlaşmazlık nedeniyle bizzat Ayhan Bora Kaplan’ın işkencesine uğradığını, Kaplan’ın ağzındaki dişleri kerpetenle söktünü söyledi. Erkan Doğan, Kaplan’ın elinden bir biçimde kaçar kaçmaz polise ve savcılığa gitmiş ama onu dinlememişler bile, çünkü polis ve savcılık Kaplan’ı kolluyormuş.

Böyle başka örnekler de var. Henüz duruşmada konuşmadı ama örneğin bir başka müşteki Ayhan Bora Kaplan örgütünü şikayet için Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğinde, Kaplan’ın avukatları ve adamları tarafından daha bahçede durdurulduğunu anlatıyor.

Polis tarafından korunup kollanmanın en üst noktası

Kısacası Kaplan’ın algılanan gücünün önemli bir unsuru olan polis ve adliye tarafından korunup kollanma iddiası tümüyle temelsiz değil. Ama soru şu: Kaplan’ın bu gerçek gücünün kaynağı ne kadar yüksekteydi?

İddialara bakılacak olursa Kaplan gücünü ta en tepeden alıyordu. Yani bizzat dönemin Ankara Emniyet Müdürü’nden ve hatta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan.

Bunlar çok büyük iddialar ve bu denli büyük iddialar elde inkar edilemez kanıtlar olmadıkça dile bile getirilmemeli, ama Türkiye’nin siyasi kutuplaşma ortamının sertliği Soylu hakkındaki bu iddiaların kamuoyuna yayılmasına neden oldu. Burada söylemek gerek: Normalde kendisiyle ilgili konularda son derece hassas ve sert biri olan Süleyman Soylu’nun Ayhan Bora Kaplan’la ilgili iddiaları kategorik olarak ve kuvvetli biçimde reddettiğini duymadık. Ama Soylu’nun bu konuda konuşmamış olması gelecekte konuşmayacağı anlamına gelmez elbette, onun suçluluğunu ikrar etmesi anlamına hiç gelmez.

Kaplan’ın ince taktikleri

Her neyse, ana konuda uzaklaşmayalım. Ayhan Bora Kaplan bugünlerde başlayan yargılama sürecinde ‘algılanan gücü’nü arttırmakla meşgul. Ve bunu da bir suç örgütü patronundan beklenmeyecek derecede incelikle planlayarak başardı.

Duruşmaların başlamasına birkaç hafta kala aslında ta kasım ayında polis içinde yaşanmış ve bugüne kadar da ‘Kol kırılır yen içinde’ denerek üstü örtülmüş bir skandalı başarıyla köpürttü Kaplan.

Skandalı hepiniz biliyorsunuz, ben de kaç yazı yazdım bu konuda. Davanın iki numaralı şüphelisi ve itirafçısı Serdar Sertçelik’in polis gözetiminde kurşunlanması ve ardından yurtdışına kaçmasından söz ediyorum.

Kaplan örgütü istese Sertçelik’i öldürebilirdi de, ama bunun yerine kendi lehine kullanmak için onu ikna etmeyi seçti, sadece ayağından vurmakla yetindi. Sertçelik de görevini yaptı, Kaplan soruşturmasının ne kadar çürük olduğunun ortaya çıkmasını sağladı.

Polisleri nasıl tuzağa düşürdü?

Ayhan Bora Kaplan’ın kendisi hapisteyken dışarıda başkalarını tehdit etme ve istediği yöne çevirme gücüne sahip olduğunun anlaşılması onun algılanan gücünün artmasına neden oldu. İşte o gücün sonuçlarını da dün gördük; Kaplan’a suçlama yöneltenlerin bir bölümü suçlamalarından vazgeçti.

Kaplan’ın kendisini soruşturan polislere kurduğu çok ilginç tuzak daha yeni anlaşıldı. Kaplan geçmiş dönemde bazı polis müdürlerinin eşlerine ve metreslerine hediye edilmek üzere pahalı saatler aldığını öne sürdü. İfadesini almaya gelen polisleri Kaplan’ın avukatının ‘masaj salonu’na götürdüğü ortaya çıktı. 

‘Masaj salonu’nun neyin kibar ifadesi olduğunu herkes anladı sanırım. Allah bilir o polislerin o ‘masaj salonu’nda videoları da çekildi. Şimdi o polisler Kaplan’ın avukatından rüşvet almakla suçlanıyor. 

O polislerden birinin Serdar Sertçelik’in yurtdışına kaçırılışında rol oynamış olması da tesadüf değil. Daha komiği şu: Rüşvet olarak verildiği öne sürülen pahalı saatler de sahte, yani ucuz çıktı! Bu da tuzağın bir parçası olabilir. Yani Kaplan aslında eskiden onunla işbirliği yapan polisleri hala koruyor olabilir.

Osman Kavala’ya gelince devlet, Kaplan’a gelince seyirci

Mafya filmlerine, dizilerine taş çıkartan bu oyunlar hepimizin gözünün önünde yaşanıyor. Olan biteni sadece biz sıradan vatandaşlar izlemiyoruz, temel fonksiyonu bize ‘güvenlik sağlamak’ olan devlet de aynı şekilde izliyor, seyirci gibi.

Gözümüzün ve devletin gözünün önünde Ayhan Bora Kaplan güç devşirmeye devam ediyor, hatta belki kazanıyor, buna karşılık hepimiz ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kaybediyor.

Osman Kavala’yı hapiste tutarak bize güvenlik sağladığını öne süren siyaset ve devlet, mesele bir mafya patronu olunca o temel fonksiyonunu hatırlamakta güçlük çekiyor.

Yazık hepimize.

Türkiye’nin gündemi bu mu olmalı?

Türkiye’nin gündemi bu mu olmalı?

Neyi konuşuyoruz bu ülkede son günlerde? Ankaralı organize suç örgütü patronu Ayhan Bora Kaplan’ı ve MHP’nin gençlik teşkilatı Ülkü Ocakları’nın öldürülen eski genel başkanını…

Bir mafya ve bir cinayet… Daha fenası şu, bu iki konuyu da ülkemizi yöneten ana siyasi partilerin ve iktidarın davranışları bağlamında konuşuyoruz.

Önemsiz olduğu için değil, tam tersine çok önemli oldukları için konuşuyoruz bu konuları ama insan yine de kendine sormadan edemiyor:

Türkiye’nin layık olduğu gündem bu mudur? 

Hiç kuşkusuz değildir. Türkiye’nin çok sayıda önemli sorunu var ve gündem bu sorunlardan oluşmalı.

Ama görüyor musunuz, belli ki suç örgütleriyle mücadele edilip edilmeyeceği, Türkiye’de adaletin işleyip işlemeyeceği de çok önemli ve bunları konuşmaktan başka şeylere vaktimiz de kalmıyor.

Nasıl yapalım da faizi yüksek tutalım arayışı…

Nasıl yapalım da faizi yüksek tutalım arayışı…

Türkiye’nin ifrat ile tefrit arasında nasıl gidip geldiğinin en çarpıcı göstergelerinden biri, bugünlerde makro ekonomi cephesinde yaşananlar.

Daha bir yıl önce faizi düşürme yarışında çılgınca argümanlar üretenler bugün tamamen sessiz. Ve daha ilginci, Merkez Bankası faizi yüzde 50’ye yükselttiği halde piyasa şartları yüzünden öyle bir TL bolluğu oluştu ki faiz gümbür gümbür aşağıya gidiyor ve bu kez Merkez Bankası faizi nasıl yaparız da yüksek tutarız arayışında.

Düne kadar doların fiyatı artmasın diye kendisine ait olmayan dolarları bile satan Merkez Bankası bugün ‘Aman doların fiyatı düşmesin’ diye çılgınlar gibi dolar satın alıyor.

Bizim kaderimiz de buymuş; iki uç arasında gitmek ve gelmek… Şunun ortası bir türlü olamıyor.