23-10-2024
İsmet Berkan

BRICS: Ne abartın ne de küçümseyin

BRICS: Ne abartın ne de küçümseyin

Bazen hatırlatmak gerekiyor: Bugün içinde yaşadığımız dünyamızın düzeni 80 yıl önce Amerika’nın Doğu kıyılarında küçük bir eyalet olan New Hampshire’ın küçük kasabası Carroll’un yakınlarında, Bretton Woods adı verilen bölgedeki Mount Washington Oteli’nde kuruldu.

İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da sona ermesinden sonra 1-22 Temmuz 1944’te bu otelde 730 delege ‘Bileşmiş Milletler Parasal ve Finansal Konferansı’ için bir araya geldi. Konferansta çoğunlukla ABD’nin dediği oldu, kurulan yeni dünya düzenine de ‘Bretton Woods Sistemi’ adı verildi.

Gerçi bu sistem bizzat Amerika tarafından 1972’de bozuldu, hatta bir görüşe göre tamamen bitirildi, ama aslında bugün dahil bu sistemin modifikasyonları içinde yaşamaya devam ediyoruz.

Sistem sözde bir daha dünya savaşı çıkmasın diye bir dizi mali önlem getiriyordu, ama esası şuydu: Amerikan doları dünya ticaretinin temelini oluşturacaktı; geri kalan bütün para birimleri değerini dolara göre belirleyecekti. Doların değeri ise altın rezervlerine dayanacaktı.

Savaşın yarattığı yıkıma karşı yatırımları finanse etmek üzere bir Dünya Bankası kurulacak; ülkelerin ödemeler dengesi krizlerine düşüp dünyada para akımlarını kesintiye uğratmasını engellemek için de bir Uluslararası Para Fonu (IMF) oluşturulacaktı. Doğrudan Bretton Woods’ta değil ama bu sistemin devamı olarak bir de uluslararası ticareti kurala bağlayacak bir geniş gümrük vergisi oranları anlaşması yapılacaktı (Bu anlaşma sonunda Dünya Ticaret Örgütü’nü doğurdu).

Genel olarak teşhis şuydu: Bir ülke güçlendiği veya daha da güçlenmek istediği halde uluslararası ticaretten dilediği payı alamıyor, engellendiğini düşünüyorsa savaş çıkartabiliyordu. İşte sistem böyle arızaları gidermek, dünya ticaretini ‘adil’ kılmak için oluşturuluyordu sözde.

Ama dediğim gibi fiili ve resmi sonucu Amerikan dolarının ‘dünya parası’ olması oldu.

1972’de ABD tek taraflı bir kararla kendi parasının değerini dolara endeksleme sisteminden vazgeçti. O günden beri ABD doları Latince’de ‘Olsun’ anlamına gelen ‘fiyat para’ artık. Yani 1 doların gerçek ne değerinin ne olduğu artık karmaşık piyasa işlemleri sonucunda belli oluyor. Karmaşık ama unutmayın, Amerikan ekonomisinin sağlığı doların değeri üzerinde hep belirleyici.

Bretton Woods’un doların değerinin altına dayalı olmasıyla ilgili kısmı artık yaşamıyor belki ama dünya ticaretine getirdiği düzen yaşıyor. Soğuk Savaş’ın sona erip Sosyalist ekonomik blokun yok olmasıyla bu artık küresel düzen. Unutmayın, Çin de Dünya Ticaret Örgütü’nün üyesi, Rusya da…

Dün Rusya içindeki Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da önemli bir zirve toplantısı başladı: BRICS zirvesi. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu zirveye gidiyor.

BRICS adını Amerikan yatırım bankası Morgan Stanley’den bir analistin bir analizinde koyduğu, daha sonra İngiliz The Financial Times gazetesinin de meşhur ettiği bir kısaltma: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın İngilizce isimlerinin ilk harfleri.

O dönemde dünyanın yükselen yeni ekonomileriydi bu ülkeler. Türkiye o yıllarda bazen bu ülkeler grubuyla birlikte anıldı, bazen anılmadı. 2013’ten beri o konumu epey kaybettik biz.

Bankacıların piyasacıların değerlendirmeleri bir yana, bu ülkeler yan yana gelip birlikte gevşek bir birlik kurmaya da karar verdi zaman içinde. Hatta artık sayıları çok da arttı. Kazan’daki zirveye 36 ülke katılıyor.

Henüz ortada bir siyasi birlik yok, zaten siyaseten yan yana gelmesi kolay olmayan ülkeler var orada. Ama bir ekonomik birlik olabilmek için ciddi çaba var.

Çabanın sebebi de temelde Bretton Woods sisteminden çıkabilmek veya o sistemi sadece ABD dolarına dayalı olmaktan çıkarmak. Çünkü ABD artık 1945-1990 ABD’si değil. 

Dünya ekonomisinde ABD’nin payı giderek azalıyor; bu ülke hala en büyük ekonomiye sahip olmakla birlikte dünya ticaretinde de göreli payını kaybediyor. Bu pay kayıplarını ve artık devasa boylardaki ticaret açıklarını o açıklar dolar cinsinden verildiği için zahmetsizce kapatıyor. Sadece bu da değil, doların bu avantajını dibine kadar kullanan ABD bu para birimini silah olarak da kullanıyor.

80’lerde Japonya’ya, 90’larda Çin’e karşı bu silahı kullandı ABD, iki ülke ekonomisini altüst etti. Sadece ekonomik bir silah da değil dolar, siyasi silah olarak da kullanılıyor. Bizim de başımıza geldi, 2018’de Rahip Brunson krizinde ABD doları siyasi silah olarak kullanıldı.

Dünya bu dolar hakimiyetine karşı kafa yoran akademisyen ve siyasetçi dolu. Üstelik bu kafa yorma işi çok uzun zamandan beri yapılıyor. Ama bugüne kadar bir tek gerçek çözüm ortaya çıktı: Avrupa Birliği ve onun ortak para birimi Euro. Bu para birimi çoktan rüştünü ispat etti; dünya ticaretinde aldığı pay da, başka Merkez Bankaları’nın bu para biriminden tuttuğu rezervlerin miktarı da artıyor. Ama elbette Euro henüz dolarla boy ölçüşecek bir para değil.

BRICS ülkelerini bir araya getiren başlıca yapıştırıcı işte bu doların siyasi ve ekonomik hakimiyetinden kurtulma, Amerika ile hiç değilse eşit seviyede bir ilişki kurabilme çabası.

Şimdilik BRICS ülkeleri aralarındaki ekonomik işbirliğini geliştirmeye, yapabilirlerse kendi aralarındaki ticareti yerel para birimleriyle yapmaya çalışıyor, birbirlerinin altyapı yatırımlarına destek olmak için bir de kalkınma bankası kuruyorlar.

Ama henüz bir ortak para biriminden epey uzaklar. Çünkü bunca ülkenin ortak para birimi çıkarması için sadece ekonomik birlik yetmez, siyasi birlik ve bir dizi başka ortak uygulama da gerekir. Oysa benim görebildiğim BRICS ülkeleri gevşek de olsa bir siyasi birlik oluşturmaya hayli uzak.

Bu şartlarda Türkiye’nin BRICS’e üyeliği söz konusu. Ben başkaları gibi düşünmüyorum, BRICS Türkiye açısından ne NATO’ya ne de AB’ye alternatif. Türkiye açısından ticari bir açılımdan başka anlam ifade etmiyor BRICS.

Örneğin Türkiye Rusya’ya da, Çin’e de büyük ticaret açıkları veriyor. BRICS sayesinde bu iki ülkeye daha çok mal satabilir hale geleceksek, neden olmasın?

Peki ya yarın BRICS siyasi bir birlik olmaya doğru da evrilirse? Eğer mutlak eşitlik olacaksa bu da düşünülebilir. Ama bugün ABD’nin yerine evimize patron olarak Çin’i getirmek herhalde çok iyi bir pazarlık biçimi olmaz.

Bahçeli ve Erdoğan’ın ‘win-win’ stratejisi

Bahçeli ve Erdoğan’ın ‘win-win’ stratejisi

Devlet Bahçeli’nin dün çıkıp mealen ‘Öcalan gelsin Meclis’te terörü bitirdiğini, PKK’yı da lağvettiğini ilan etsin, sonunda da belki serbest bile kalabilir’ demesini ne kadar ciddiye almam gerektiğini düşünüp duruyorum.

Bir yandan elbette çok ciddi. Çünkü Devlet Bahçeli’nin bu çıkışını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da ‘fırsat penceresi’ olarak niteledi. Yani çağrı tek başına Bahçeli’nin değil, Cumhur İttifakı’nın çağrısı.

Bin tane soru var tabii: Öcalan çağrıyı kabul eder mi, hadi o etti diyelim PKK kendi kendini lağveder mi? Diyelim PKK ortadan kalktı, DEM Parti’nin sivil siyasette yerinin genişlemesi nasıl mümkün olacak? ‘Türkiye federasyon olmalı’ veya ‘Yerel özerklik olmalı’ diyebilecekler mi mesela? Suriye’deki PKK ne olacak?

Bahçeli’nin dünkü konuşması bu soruların hiçbirinin cevabına dair bir ipucu vaad etmiyor bize. Tam da bu yüzden de ciddiye alıp almamakta tereddüt ediyorum.

Ama şunu söyleyebiliriz: Bahçeli ve Erdoğan kendilerine bir çeşit ‘win-win’ stratejisi çizmiş gibi duruyor. Öcalan teklifi reddederse de kazanacaklar, kabul ederse de…

Diyelim Öcalan teklifi kabul etti ama PKK onu dinlemedi. Yine kazanacaklar. PKK dinledi ve kendini lağvetti, yine kazanacaklar.

DEM Parti diyelim, ‘Sadece Öcalan çağrısı yetmez, gelecek planınızı da söyleyin ondan sonra’ diyerek pazarlık masasına oturdu, sizinle hukuk devleti ve Anayasa konuşmaya başladı, yine kazanacaklar.

Peki onların dışında Türkiye nasıl kazanacak? Ancak PKK sahiden kendini feshedip silahlı mücadeleye son verir ve siyasete girerse kazanırız. 40 yıldan uzun zamandan beri devam eden savaş biter.

Ama bu bitiş Bahçeli’nin yarım paragraflık sözleriyle olur mu, bekleyelim görelim.