25-04-2023
İsmet Berkan

‘Seçimden sonra Allah kerim’ Cumhuriyeti

‘Seçimden sonra Allah kerim’ Cumhuriyeti

Ben İstanbul’da gördüm ama eminim Türkiye’nin dört bir yanına da asılmıştır, Tayyip Erdoğan’ın adına ‘giant board’ denen dev reklam posterleri var, ‘Doğal gaz bir yıl boyunca bedava’ diyor.

Dün 10 Haber’de Nuray Tarhan’ın haberi vardı, bu adımın yıl sonuna kadar maliyeti 38 milyar lira olarak hesaplanıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın devasa boyutlardaki seçim ekonomisi sadece evlerde kullanılan doğal gazın ilk 25 metreküpünü yıl sonuna kadar bedava yapmakla kalmıyor.

En düşük emekli maaşına yapılan zam, emekli ikramiyelerine yapılan zam, EYT, kamuya alınan yeni memurların maliyeti, deprem derken yarım trilyonu aşan bir yükten söz ediyoruz.

Üstelik seçim ekonomisi yarışında Tayyip Erdoğan tek başına da değil. Kemal Kılıçdaroğlu seçilecek olursa Erdoğan’ın verdiği bütün mali vaatleri sürdüreceği gibi üzerine mesela emekli bayram ikramiyelerini 8 bin 500 liraya çıkarmayı (ve Ramazan Bayramı için alınan 2 bin liranın da zam farkı olan 6 bin 500 lirayı da Kurban Bayramında ödemeyi), deprem konutlarını hak sahiplerine bedava vermeyi, kamuya en az 100 bin öğretmen daha almayı ve şimdi burada unuttuğum başka vaatleri de veriyor.

İçinde yaşayan değil de Türk ekonomisine dışarıdan bakan biri olsanız rahatça şunu öngörebilirsiniz: Seçimi kim kazanırsa kazansın Türkiye’yi seçimden sonra hiperenflasyona benzer yükseklikte bir enflasyon bekliyor. Sadece enflasyon da değil; bu denli yüksek bir bütçe açığı veren ve bu denli yüksek enflasyona doğru giden bir Türkiye’de ekonomi yönetiminde ister bugün muhalefetin önerdiği ortodoks politikalar uygulanacak olsun, ister mevcut heterodoks politikalara devam edilecek, bir kur krizi kaçınılmaz gözüküyor.

Çünkü seçimden sonra oluşacak parlamentonun hiç vakit kaybetmeden mevcut 2023 bütçesi kadar veya en azından 1,5 trilyon lirayı bulacak bir ek bütçe çıkartması gerekecek. Bu yeni bütçenin nasıl finanse edileceği belli değil. Bizzat Erdoğan’ın Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından yapılan deprem maliyeti hesaplaması TL üzerinden değil dolar üzerinden yapıldı ve 104 milyar dolar maliyet bulundu. Bunun tamamı değilse bile önemli bölümü bütçeden finanse edilecek.

Bütün bu paralar gökten düşmeyeceğine göre bu parayı biz ödeyeceğiz. Nasıl ödeyeceğiz? Bilinen iki yol var: 1. Artan vergiler yoluyla; 2. Devletin tahsil edeceği enflasyon vergisi yoluyla.

Bu gelecek, bakmayı bilen herkes için neredeyse mukadder olduğuna göre siyasetçilerin, adıyla söyleyelim Türkiye’yi önümüzdeki 5 yıl boyunca yönetmeye talip Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun sırf koltuğa oturmak uğruna kendi geleceklerini bu denli tehlikeye atacak şeyleri vaat etmelerine ne demek gerek, bilmiyorum.

Rahmetli Süleyman Demirel, ‘Türkiye yönetilmez, idare edilir’ derdi ve sık sık da ‘Kervan yolda düzülür’ sözünü hatırlatırdı. Demirel bunları övünmek için değil, kendisi dahil herkesi eleştirmek için söylerdi.

Seçimi kim kazanacak bilmiyorum ama kim kazanırsa kazansın bu ekonomik tabloda ‘yönetmeye’ değil ‘idare etmeye’ geliyor.

Çünkü burası artık ‘Seçimden sonra Allah kerim’ Cumhuriyeti.

Meydanlar seçime ne kadar yansır?

Meydanlar seçime ne kadar yansır?

Her seçimin klasiğidir, gazeteciler miting meydanlarındaki kalabalıklara bakar. Hatta eğer iki partinin mitingi aynı meydanda yapılmışsa bu kalabalıkları kıyaslamanın yolları bulunmaya çalışılır.

Yukarıdaki fotoğraf, dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’la birlikte yaptığı Uşak mitinginde çekildi.

Bu üçlü dün güne Ardahan’da miting yaparak başladı. Ardından Kars’a geçtiler, orada meydanı dolduranlara hitab ettiler. Son olarak da Türkiye’nin Batısına, Uşak’a geçtiler.

Uşak’taki kalabalık, CHP için çok büyüktü. Ben daha önce bu şehirde CHP’nin böyle bir kitleyi meydana topladığını hatırlamıyorum.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın henüz az sayıda miting yaptığını, daha çok açılış törenleriyle yetindiğini söylemem gerek. Yani henüz ortada kıyaslanabilir az şey var; çünkü açılış törenleri ne de olsa tam olarak miting sayılmaz, parti teşkilatları daha ağırlıklıdır.

Ancak yine de Erdoğan’ın bu kalabalıklarının bile yeterince (veya eskisi kadar) canlı olmadığını subjektif bir gözlem olarak söylemeliyim.

Meydanların kalabalığı, canlılığı seçime ne kadar yansır her zaman tartışmalı bir konudur. Gazeteci büyüklerimiz bize yetişirken şunu öğretmişti: Meydana değil evlerin camlarına, balkonlarına, sokak kenarında dizilenlere, meydanda miting devam ederken kahvelerde oturanlar olup olmadığına bakın, gerçeği onlar söyler.

Muhalefete gönül verenler için söylemiş olayım: Uşak bu bakımdan hayli ümit vericiydi.

Türkiye’de biri Çevre Nobel’i alacaktıysa, onu elbette Zafer Kızılkaya almalıydı

Türkiye’de biri Çevre Nobel’i alacaktıysa, onu elbette Zafer Kızılkaya almalıydı

Ben Dr. Zafer Kızılkaya ile bundan neredeyse 40 yıl önce Kaunas’ta İztuzu kumsalında Caretta Caretta kaplumbağa yavrularının kumdan çıkmasını beklerken tanıştım. Rahmetli Deniz Som ve çizer Kemal Gökhan Gürses’le birlikte Cumhuriyet gazetesi adına o kumsaldaydım, bizden başka kimse olmaz sanıyordum, Kızılkaya ve arkadaşları da Ankara’dan, ODTÜ’den gelmişlerdi.

Aradan yıllar geçti, üç yıl kadar önce Göcek’te Dr. Zafer Kızılkaya ve eşiyle yeniden karşılaştım. Ben dahil bir ekibe kurucusu olduğu Akdeniz Koruma Derneği’nin Gökova Körfezi’nde yaptıklarını anlattı. Hayranlıktan küçük dilimi yutacak gibi oldum. Artık öldü sandığımız Gökova’nın iç bölgeleri, yani Akyaka, Akbük gibi bölgeleri bu derneğin çalışmaları sayesinde yeniden canlanmıştı. Mağarasında yeni doğum yapmış bir Akdeniz Foku’nu gözlemek, Karagöz ve Akya gibi balıkların Gökova’nın diplerinde yeniden görülür hale gelmesinin fotoğraflarını izlemek inanılmazdı.

Dernek üstelik yerel balıkçılarla ve kooperatiflerle işbirliği yapıyordu ve balıkçılar hayatlarından çok memnundu, herkesin kazancı artmıştı.

Dün ‘Çevre Nobel’i’ olarak da anılan Goldman Ödülü’nün Akdeniz Koruma Derneği’ne verildiğini görünce hiç şaşırmadım. Türkiye’den bu ödülü en çok hak eden kurumların başında bu dernek geliyor herhalde. Şimdi sıra Gökova’da elde edilen başarının Hisarönü, Fethiye ve belki Edremit Körfezi gibi yerlere yayılmasında.

Merkez Bankası şimdi de altın rezervini satıyor

Merkez Bankası şimdi de altın rezervini satıyor

Türkiye’nin saçma yamalarla dolu tuhaf ekonomi yönetimi şirketlere ve vatandaşa dolar alma yollarını kapatmak için elinden geleni yapınca, yıl başından beri altın birden büyük bir ilgi görmeye başladı. İnsanlar dolar almak yerine dolardan bile sağlam gördükleri altın alıyorlar. O yüzden yılın ilk iki ayında Türkiye’nin altın ithalatı gerçek manada patladı, Mart ayında biraz azaldı ama hala çok yüksek altın ithalatı var.

Önce iktisatçı Uğur Gürses duyurdu, ardından dün HaberTürk’te Abdurrahman Yıldırım da yazdı, Merkez Bankamız şimdi de kendi altın rezervlerini satmaya başlamış. Bu satış ithalatı sınırlamak için mi, yoksa dış piyasada satıp dolara dönmek için mi, biraz tartışmalı bir durum var ama sonuç belli: Merkez, 43 ton altın satmış durumda.

Amerika ile kutuplaşma kıyaslamasına devam

Amerika ile kutuplaşma kıyaslamasına devam

Bugün haberi 10 Haber’de de var, ünlü popüler bilim dergisi The Scientific American’da Amit Goldenberg imzalı bir makalede şöyle bir bilgi var: 1960’larda Amerika’da Demokrat Parti taraftarlarının yüzde 4’ü, Cumhuriyetçi Parti taraftarlarının ise yüzde 5’i, çocuklarını rakip siyasi partiyi tutan birisiyle evlenmesini istemediklerini söylemiş. Bugün bu rakam sırasıyla yüzde 33 ve yüzde 49 olmuş.

Türkiye’de siyasi kutuplaşmayı anlatanlar, 50’li yıllarda CHP’li ve Demokrat Partililerin kahvelerini bile ayırdıklarını anlatırlar hep. Bugün de durum çok farklı değil; siyasi kutuplaşmaya öfke ve şiddet eğilimi de eşlik ediyor.

Peki kutuplaşma neden oluyor? Ne oluyor da siyasi görüş farkları bizde bu denli büyük duygusal bölünmeler yaratabiliyor?

Goldenberg ve arkadaşlarının araştırmasına göre, hepimi taraftarı olduğumuz siyasi görüşün en uç, en radikal ifade biçimlerini dinlemeye daha fazla eğilimliyiz. Kutuplaşmadan kurtulmanın yolu tek tek her birimizin kendi önyargılarımızı gözden geçirmemizle ilgili anlaşılan.