03-05-2023
İsmet Berkan

‘Erdoğan iktidarı verir mi?’

‘Erdoğan iktidarı verir mi?’

Bundan 21 yıl önceydi, 2002 yılı. O zamanlar Radikal gazetesinde çalışıyordum; Ankara Temsilcimiz Murat Yetkin’le birlikte yeni kurulmuş olan Ak Parti’nin genel merkezine ziyarete gittik.

Ziyaret ‘yazılmamak üzere’ydi, öyle sözleşmiştik. Önce Tayyip Erdoğan’ın partideki odasına gittik, orada bir süre sohbet edildi. Sonra hep birlikte partinin yemekhanesine öğlen yemeğine indik.

Yemek sırasında, partinin kurucularından olan, daha sonra uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı ve parti sözcülüğü de yapacak olan Hüseyin Çelik, benim bir kitabıma da başlık olan cümlesini söyledi: ‘Biz seçimi kazanırız da, asker bize iktidarı verir mi?’

Neyi kastettiği açıktı; 28 Şubat döneminin devamındaydık ve Türkiye ciddi bir askeri vesayet altındaydı. Ben cevaben, ‘Siz yüzde 40 oyu alın, asker gelir size selam durur’ dedim o masada.

Amacım Ak Parti iktidarının ilk yıllarında yaşadıklarını anlatmak değil; askerin nasıl davrandığını da, Ak Parti’nin FETÖ ile işbirliği içinde askeri nasıl tasfiye ettiğini de hep birlikte yaşadık zaten.

Amacım, bu partinin iktidara doğru yürürken nasıl bir ülke beklediği konusunda kendi içinde yaşadığı sıkıntıyı tarif etmek.

Korkarım bugün de benzer bir sıkıntı yaşıyor Türkiye.

Anketlere göre Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki yarış burun buruna gidiyor. Çoğu anket Kılıçdaroğlu’nun birinci turda değilse de ikinci turda kazanabileceğini söylüyor. Yani Türkiye 20 yıl sonra belki de bir iktidar değişikliğine, Tayyip Erdoğan döneminin hiç değilse şimdilik sona ermesine hazırlanıyor.

Uzunca bir süreden beri pek çok kişinin aklında, ‘Tayyip Erdoğan iktidarı verir mi?’ sorusu var. Ben kişisel olarak bu soruya onlarca kez muhatap oldum, hemen hemen her seferinde aynı cevabı verdim:

-Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybetmesinden söz ediyorsunuz. İki türlü kaybedebilir seçimi: 1. Açık farkla; 2. Burun farkıyla… Bunlar farklı sonuçlar doğurur.

-Açık farkla kaybettiği durumda iktidarda durmaya devam etmek istemesi, ancak Anayasal düzene karşı darbe yapmasıyla mümkün olabilir. Darbeyi asker ve polisle yapabilir, ama çok uzun süreli olmaz, Türkiye’yi de kendisini de büyük bir karanlığa iter.

-Az farkla kaybettiğinde mutlaka seçim sonuçlarına itirazlar olur; bu itirazların kendisi, aynen İstanbul seçiminde olduğu gibi son derece tartışmalı olur, toplumsal gösterilere, olaylara, belki kan dökülecek çatışmalara neden olabilir. Örneğini Amerika’da, Brezilya’da gördüğümüz türden karışıklıklar yaşanabilir. Bu noktada askere ve polise büyük rol düşer, sonunda Erdoğan iktidarı vermese bile meşruiyet tartışmaları bitmez, iktidarı kısa ömürlü olur; yine Türkiye’yi de kendi siyasi geleceğini de büyük bir karanlığa iter.

-Erdoğan’ın seçimi kaybettiği ama itirazlar yoluyla veya doğrudan darbe yoluyla iktidarda kalmaya devam etmek istemesi uzun ömürlü olamaz, çünkü iktidarda kalmak için halkın oyuna değil bir başka güce (ordu, polis, MİT vs) dayanmak zorunda. Mısır’da Mursi iktidarını orduya dayalı olarak sürdürüyordu; bir gün ordunun komutanı Sisi, ‘Bana dayalı iktidarda duruyorsan sana ne gerek var’ deyip darbeyle Mursi’yi deviriverdi.

Bu mantık zinciriyle karşımdakilere seçimi kaybeden Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalmaya devam edemeyeceğini, istemeye istemeye de olsa iktidarı devredeceğini anlatmaya çalışıyordum.

Kaldı ki, özellikle seçimi burun farkıyla kaybedecek bir Erdoğan’ın önünde çok sayıda seçenek olacaktı. Örneğin yeni gelen iktidarı bir an önce parlamenter sisteme geçmeye zorlayarak yeniden ama bu kez güçlü bir başbakan olarak dönebilirdi. Seçim kaybı Erdoğan’ın siyasi hayatının bitmesi anlamına gelmeyecekti.

Ben bu görüşteydim ama son günlerde hem Tayyip Erdoğan’dan hem de Türkiye’nin en büyük silahlı güçlerinden biri olan polisi kontrol eden isim olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan tuhaf bazı açıklamalar geliyor.

Biliyorsunuz Soylu, geçenlerde seçimi kaybetmelerinin ‘darbe’ anlamına geleceğin söyledi, artık bunu nasıl anlamak isterseniz… Soylu’ya soracak olsanız sadece muhalefeti eleştirdi, seçmene muhalefete oy vermenin 15 Temmuz’a oy vermekle bir olduğunu söylemeye çalıştı. Ama başkaları başka şey anladı, çünkü Soylu bir yandan da ‘Şanlı 15 Temmuz direnişi’nden, halkın sokaklara dökülüp darbeyi önlemesinden de söz etti. Acaba seçimden olumsuz bir sonuç çıkarsa taraftarlarından sokağa dökülmelerini mi istedi? Artık nasıl anlamak isterseniz öyle…

Tehlikeli sular bunlar.

Tayyip Erdoğan da geçen gün, ‘Benim milletim Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez’ dedi. 

Erdoğan aynı cümleyi ‘Benim milletim Kandil’den destek alan bir Cumhurbaşkanı adayına oy vermez’ diye de kurabilirdi ama öyle demedi, ‘Cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez’ dedi. Yani seçilse bile Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olarak göreve başlatmaz demeye getirdi.

Sorsanız seçimin meşruiyetinden şüphe duymadığını, halkın kararının önünde boynunun kıldan ince olduğunu vs söyleyecektir ama cümlesi de bu işte.

Bana soracak olursanız Erdoğan halkı kendi yokluğuyla korkutma yolunda son mermilerini kullanıyor.

Dün Turgut Özal örneğini vermiştim; 1987 seçiminde halkı ‘Eli kolu bağlı belediye başkanlarına oy vermeyin’ diye korkutmuştu; kendisi başbakandı, muhalefetin belediyelerine para vermeyeceğini ve belediyelerin çöküp halkın hizmet alamaz hale geleceğini ima ediyordu. Seçimde büyük bir hezimete uğradı, partisinin oyları yüzde 21,75’e düştü. Özal işi ağlamaklı bir TV konuşmasına kadar da vardırmıştı o zaman.

Şimdi Tayyip Erdoğan da halkı kendi yokluğuyla korkutuyor ve bu korkutma işini iç savaş tehdidi imasına kadar büyütmüş durumda.

Başlıktaki soruya geri döneyim: Erdoğan iktidarı verir mi? 

Cevabı belli: Vermeyip de ne yapacak?

Altında neden ikili fiyat oluştu?

Altında neden ikili fiyat oluştu?

Vatandaş ve şirketler, enflasyonun yükseldiği buna karşılık faizlerin düştüğü 2021 son baharından beri parasını korumanın yolunu bulmaya çalışıyor.

Önce dolara yüklenildi; TL’nin değeri düşüyordu, varlıkları korumanın yolu dolara dönmekti.

Hükümet Merkez Bankası rezervlerini 2018 sonundan beri satarak doların fiyatını tutmaya çalışıyordu; Aralık 2021’de kur korumalı mevduat devreye girdi. Bunun üzerine para gayrımenkule akmaya başladı. Ev fiyatları inanılmaz derecede şişti.

Hükümet vatandaşın ve şirketlerin dolara erişimini zorlaştırınca başka yan yollar belirdi. Bu yollardan biri, bugün Barış Soydan’ın yazısında dikkat çektiği kripto para olan Tether. Bir diğeri ve daha yaygın kullanılanı ise altın.

Vatandaş da, şirketler de geçen yılın sonlarından beri dolar alamadıkları için kolayca dolara da dönüşebilen altın alıyorlar. Türkiye’nin altın ithalatı patladı; bunun üzerine Merkez Bankası altın rezervlerinden satışa başladı.

Ancak altına olan ilgi ‘altın sertifikası’ ile sınırlı değil. Hatta tam tersine, çoğunluk fiziki altın almak istiyor. Öyle olunca da bu kez en olmayacak şey başa geldi: Altının Türkiye’deki fiyatıyla dünyadaki fiyatı arasında fark oluşmaya başladı. Yani altın karaborsaya düştü.

Bugün Ruhi Sanyer’in haberi var, dünyada 64 bin dolar olan kilo altının fiyatı Türkiye’de 67 bin dolar seviyesine kadar gelmiş durumda.

Normalden uzaklaşmanın sonuçları bunlar…

Kılıçdaroğlu-Babacan videosu

Kılıçdaroğlu-Babacan videosu

Kemal Kılıçdaroğlu’nun mutfağının dün gece sürpriz bir konuğu vardı: Ali Babacan.

İki lider, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması halinde ekonomi yönetinin nasıl olacağı konusunda bir video paylaştı dün gece.

Peki ama Ali Babacan ve eşi akşam neden Kılıçdaroğlu ailesini ziyarete gitti, bu ziyaretin zamanlaması anlamlı mıydı?

Belki de öyleydi. Dün Sözcü gazetesinde Emin Özgönül’ün Kılıçdaroğlu ile yaptığı bir söyleşi yayınlandı. Burada Özgönül, Kılıçdaroğlu hükümetinin de şekillendiğini yazmıştı ve İyi Parti’den Bilge Yılmaz’ın kabinede bakan olacağını söylüyordu.

Bilge Yılmaz’ın kendisi de, lideri Meral Akşener de, Yılmaz’ın Hazine’nin başına geçeceğini ilan etmişlerdi. Şimdi ilk kez Kılıçdaroğlu tarafından da bir teyit gelmiş gibi duruyordu.

Ama gece Kılıçdaroğlu ekonomi videosunu Bilge Yılmaz’la değil Ali Babacan’la çekti.

İlginç işler oluyor.

Kafka’nın Şato’su değil, Türkiye

Kafka’nın Şato’su değil, Türkiye

HalkBank’ın eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla, ABD’de hapis yattı, çıktı Türkiye’ye döndü, burada emperyalizme direnen bir kahraman gibi karşılandı, Borsa başkanı yapıldı. Sonra bu görevinden de istifa etti, oturdu bir kitap yazdı, T24’te Cansu Çamlıbel’e kapsamlı bir mülakat verdi ve hükümet tarafından ‘sevilmeyen, istenmeyen’ insanlar listesine girdi. Geçen gün ailesiyle KKTC’ye gitmek isterken yurt dışına çıkmasına izin verilmedi, sınır kapısında İçişleri Bakanlığı’nın kararıyla pasaportunun iptal edildiğini öğrendi. Peki neden iptal olmuştu pasaportu? Bu sorunun cevabını kimse bilmiyor. Bu idari bir işlem, bu konuda bir yargı kararı yok. Hakan Atilla herhalde şu anda kendisini Kafka’nın ünlü Şato romanında gibi hissediyor. Bir vatandaşlık hakkı kısıtlandı ama acaba neden? Hangi kusuru işledi? Türkiye inanılmaz bir ülke sahiden.

Bir grev kırıcı olarak yapay zeka

Bir grev kırıcı olarak yapay zeka

Hollywood’da yazarlar sendikası Writers Guild of America üyesi senaristler dün itibarıyla greve çıktı. Sevdiğiniz diziler veya bazı TV programları, eğer grev uzarsa yarıda kalabilir, hatta yayınlanmayabilir.

Peki yazarlar neden grev yapıyor? Elbette ücretler ve yan haklar konusunda anlaşmazlıklar var. Ama galiba en önemli anlaşmazlık, stüdyoların yazarlarla sezonluk veya genel anlaşmalar yapmak yerine tek tek proje bazlı anlaşmalar yapmaya zorlamasında.

Sendika iki hafta önce grev kararını üyelerinin yüzde 98’inin oylarıyla onaylattıktan sonra stüdyolar çıkıp ‘Biz de senaryoları yapay zekaya yazdırırız’ deyince bu kez yazarların taleplerine bir madde daha eklendi: Senaryo yazımında yapay zekayı tamamen yasaklamak.

Şimdi grev başladı ve hep birlikte göreceğiz: Acaba stüdyolar sahiden yarım kalan senaryoları veya TV şovlarını yapay zekaya mı yazdıracak? Onun yazdığı senaryolar grevi kıracak mı?

Boğaz’da erguvanlar açtı, farkında mısınız?

Boğaz’da erguvanlar açtı, farkında mısınız?

Bahar bütün güzelliğiyle geldi ama galiba pek azımız kafamızı kaldırıp doğanın yeniden canlanmasının keyfini sürüyoruz. Çoğumuz maalesef siyasete gömüldük.

Bakın, İstanbul’da az sayıda olan Japonya’dan gelme kiraz ağaçları, yani Sakura’lar iki haftadır çok güzel çiçeklenmiş durumda.

Boğazın simgesi erguvanlar da açtı.

Hayat devam ediyor. Bu güzellikleri kaçırmayın bence.