05-05-2023
İsmet Berkan

Hep birlikte nasıl fakirleştiğimizin rakamları

Hep birlikte nasıl fakirleştiğimizin rakamları

Türkiye İstatistik Kurumu, uzun yıllardır gelir dağılımı konusunda anket çalışması yapıyor.

Kurum gelir dağılımıyla ilgili araştırma sonuçlarını her zaman çok ayrıntılı açıklamıyor ama bu yıl nedense yüzde 5’lik dilimlere varana kadar çok sayıda ayrıntıyı bu konuda çalışan akademisyenlerin hizmetine sundular. TÜİK’in dünkü açıklamasına eşlik eden veri setleri gerçekten de bir hazine niteliğinde.

Gelir dağılımı, genel olarak bir toplumdaki eşitsizlikleri ortaya koyan bir şey. Bu eşitsizliği kolay anlamak için Gini Katsayısı adı verilen bir katsayı kutlanılıyor. Hiçbir toplumda mutlak bir gelir eşitliği olamaz. O yüzden de önemli olan eşitsizliğin büyüklüğü. Gini Katsayısı işte bu eşitsizlik büyüklüğünü ölçen bir sayı. Bu rakam 0’a yaklaştıkça toplumdaki gelir eşitsizliği azalıyor, 1’e yaklaştıkça da eşitsizlik büyüyor demektir.

Bizde ülkemizin en zengin olduğu yılı anlatan 2013’te Gini katsayımız 0,400 imiş. O yılın etkisi ertesi yıla sarkmış, katsayı 0,391’e gerilemiş., yani gelir eşitsizliği azalmış Tayyip Erdoğan’ın başkan seçildiği ve başkanlık sisteminin yürürlüğe girdiği 2018’de bu katsayı 0,408’e yükselmiş bile; dünkü açıklamaya göre 2021 yılında 0,415 olmuş. Yani gelir eşitsizliğimiz bir zamanlar azalırmış, şimdi yeniden çok artmış. 2022 ve 23 yıllarında eşitsizliğin daha da arttığını görmek şaşırtıcı olmayacak.

Bu bozulma toplumdaki en zengin yüzde 20’lik grubun gelirlerinin artması; buna karşılık ‘orta sınıf’ dememiz gereken üçüncü ve dördüncü yüzde 20’lik dilimdekilerin ise gelirlerinin ciddi biçimde azalmasıyla gerçekleşmiş.Toplumun en fakir ilk iki yüzde 20’lik grubunun gelirlerinde belirgin bir büyük oynama yok. Yani Başkanlık sistemi ve kötü yönetim esas olarak orta sınıfları vurmuş.

Vurmak derken somut rakamlarla konuşmakta fayda var; çünkü son 5 yılda yaşadığımız yüksek enflasyon temelde toplumun tamamını olumsuz etkiledi. Rakamlar üzerinde çalışıp önümüzdeki günlerde yüzde 5’lik dilimlere kadar inerek kimin gelirinin enflasyon karşısında ne kadar eridiğini anlatacağım, bugün en genel rakamlar üzerinden konuşacağım.

2013 yılında Türkiye’de ortalama bir hanenin yıllık geliri TÜİK’e göre 32 bin liraymış. O yılın ortalama dolar kuruyla 17 bin 877 dolarmış yani.

2021 yılında ise Türkiye’de ortalama bir hanenin yıllık geliri 98 bin 416 lira olmuş. O yılın ortalama dolar kuruna böldüğünüzde 11 bin 70 dolar ediyor.

Dolar hesabıyla baktığınızda 8 yıllık somut gelir kaybı 6 bin 800 dolar. Unutmayın, burada hane halklarının kullanılabilir gelirlerinden, yani gündelik alışverişinden kira ödemesine kadar her gün hayatlarını sürdürmek için yaptıkları harcamalarda kullandıkları gelirlerinden söz ediyoruz. 6 bin 800 dolarlık gelir kaybı çok ciddi bir şey.

Ama tabii dolarla bakmak kolay olsa da, her zaman anlamı tam vermiyor. Gelin enflasyonla bakalım. Bu 7 yılda gelirler kabaca 3 kattan biraz fazla artmış. Peki bu gelirlerle satın aldığımız şeylerin fiyatı ne kadar arttı? 

2012 yılı Aralık ayında TÜİK’in tüketici fiyat endeksi 213,23 imiş. 2021 yılı Aralık ayında endeks 686,95’e gelmiş. Fiyatlar, gelirlerimize göre epey fazla artmış. Fiyatlardaki bu artış yüzünden hepimiz ister istemez bazı harcamalarımızı kısmak zorunda kalmışız; yani refahımızdan azalmış.

Yine TÜİK’e göre 2021 yılında ortalama hane halkı geliri bir önceki yıla göre yüzde 28,3 artmış. O yıl enflasyon TÜİK’e göre yüzde 36,08 gelmişti. Yani sadece 2021’de bile ciddi bir yoksullaşma yaşanmış.

Durumun 2021’den bugüne daha iyiye gitmediğini hepimiz gündelik hayatımızdan zaten biliyoruz. 2022 ve 23 rakamları geldiğinde yoksullaşmanın boyutlarını çok daha net biçimde göreceğiz.

2021’de ayda 4 bin 53 lirayla geçinmek

2021’de ayda 4 bin 53 lirayla geçinmek

Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 2021 yılında Türkiye’de kişi başına ortalama yıllık gelir 48 bin 462 lira oldu.

İki şeyi unutmayın: Servetten değil gelirden söz ediyoruz, bu bir. İkincisi ise bu Türkiye ortalaması. Yani Türkiye’nin en çok gelir elde eden bireylerinin gelirleri de, neredeyse hiç gelir elde etmeyen bireylerinin o olmayan gelirleri de bu ortalamaya dahil.

Baktığınızda ayda ortalama 4 bin 53 lira ve 50 kuruş düşüyor ortalama kişi başına.

O yıl Türkiye’de asgari ücret brüt 3 bin 577 lira 50 kuruştu ve bu ücretten toplamda 751 lira 60 kuruş kesinti yapılıyordu. Yani net asgari ücret kabaca 2 bin 800 liradan biraz fazlaydı.

Ortalama gelir ile asgari ücretin arasındaki farkın bu kadar azalması, başlı başına devasa bir sosyal sorun aslında. Evet, bilerek ekonomik değil sosyal sorun olduğunu yazdım; çünkü mesele ülke nüfusunun önemli bir bölümü için hayatta kalmak için asgari şartları sağlamaya dönüşmüş durumda.

Bugün bu yoksullaşmanın, asgari ücret düzeyinde gelire yaklaşmanın, belki altına bile düşmüş olmanın gerçekleştiğini hepimiz etrafımızda hissedebiliyoruz zaten.

Bu rakamlar, Tayyip Erdoğan’ın dün neden ‘Bir soğana, bir patatese liderinizden vaz geçmezsiniz’ dediğini de anlatıyor zaten.

Boş tencere iktidarı zorluyor.

Soğana, patatese kurban

Soğana, patatese kurban

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim kampanyasının içeriği giderek daha fazla ‘Beni iktidardan göndermeyin’ söylemine yaslanmaya başladı.

Erdoğan neredeyse başından beri, ‘Ben gidersem bu gelenler ülkeyi çok fena hale getirir’ diye kibarca özetlenebilecek bir iletişim çizgisi üzerinde çeşitlemeler yapıyor.

Bazen gelecek olanların (yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun) vatanı böleceklerini, PKK ile işbirliği içinde olduklarını söylüyor, bazen onların dinsiz-kıblesiz olduklarını öne sürüyor, bazen yabancı güçlerin kendisini iktidardan uzaklaştırmak istediğinden dem vuruyor.

Ancak bu rakibi kötüleyerek savunma çizgisi belli ki ona istediğini vermiyor; dün kendi iletişim çizgisi içinde yeni bir savunma duvarı daha örmeye başladı. Erdoğan dün seçmenlerine “Ben biliyorum, sizler ne soğana ne patatese evelallah liderinizi kurban etmezsiniz” dedi.

Bu denli zayıf duruma düşeceğini kendisi de tahmin etmezdi herhalde ama Erdoğan buraya kadar düştü işte.

Zaten tuhaflık şuarada: Türkiye’nin ekonomi bakanından tarım bakanına kadar bütün mühim isimleri haftalardır soğanın kilosunun fiyatının 30 liradan 20 liraya düşmesini konuşuyor, taze patates ve soğanın piyasaya çıkmasını gözlüyor.

Fiyatların düşeceği yer de bu: 20 lira…

10 Haber’i neden her gün takip etmeniz gerektiğinin basit bir kanıtı

10 Haber’i neden her gün takip etmeniz gerektiğinin basit bir kanıtı

Bakın bugün 10 Haber’de bir haber var, Amerikan Eli Lilly adlı ilaç şirketinin geliştirdiği yeni Alzheimer ilacıyla ilgili. Biz bugün bu haberi dünyaca ünlü bilim dergilerinde çıkan makalelerden ve şirketin yaptığı açıklamalardan derledik. Haber dün İngiltere’de The Daily Telegraph ve The Guardian gazetelerinde manşetti, The New York Times, The Washington Post, The Wall Street Journal gibi dev Amerikan gazetelerinin hepsinde birinci sayfa haberiydi. Buraya kadar anormal bir durum yok; dünyada haber olan bir şeyi 10 Haber de haber yapıyor, işimiz zaten bu. 

Bütün bu dünya devi gazetelerden 10 Haber’i farklı kılan, bizde 30 Nisan günü yayınlanan bir söyleşiydi. Özgür Gökmen Çelenk, Türkiye’nin Alzheimer konusunda en önde gelen doktorlarından olan Prof. Dr. Haşmet Hanağası ile konuşmuştu ve o mülakatta Prof. Hanağası uzun uzun Eli Lilly’nin bu yeni ilacını ve yaratacağı farkı anlatmıştı. Yani bütün dünya bu konuyu duymazdan 4 gün önce. 

10 Haber’i izleyin, farkı çok kısa sürede fark edeceksiniz.

Alman Elçiliğinde MİT’in dinleme cihazı mı vardı?

Alman Elçiliğinde MİT’in dinleme cihazı mı vardı?

İddia şu: Geçen yıl Kasım ayında muhalefetteki 6’lı masa toplantısında yazılan bildiriyi CHP’li emekli büyükelçi Ünal Çeviköz, Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’ne giderek orada büyükelçiye vermiş.

İddianın sahibi Türkiye’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.

Bu konu o zaman konuşuldu, hatta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bile bu konuyu gündeme getirdi. Ama yeterince detay verilmedi, sonra da konu kapandı.

Geçen günlerde Süleyman Soylu iki ayrı TV mülakatında aynı konuya yeniden girdi, bu sefer detay da verdi. Söylediğine göre Ünal Çeviköz’ün görüşmesinin ses kaydı vardı. Hatta Soylu bu kaydı Almanya’nın İçişleri Bakanı’na da dinletmişti.

Tabii hemen akla Türk istihbaratının, adıyla MİT’in Alman Büyükelçiliği’ni, hatta büyükelçinin odasını dinlediği ve sesleri kaydettiği kuşkusu düştü. Aslında kuşkulanacak bir şey de yok; Süleyman Soylu neredeyse düpedüz bu bilgiyi veriyor, ‘Dinliyoruz, hatta ses kaydını Alman Bakana bile dinlettim’ diyor.

İç politikada bu hamle Ak Parti’ye ne kazandırır bilinmez ama Süleyman Soylu yaptığı şeyin ne denli büyük bir uluslararası skandal, bir casusluk skandalı olduğunun farkında değil anlaşılan.

Çünkü mesele Türkiye’de muhalefetin yabancı ülkelerden onay aramasının ötesine geçiyor bu açıklama yüzünden. Devletin güvenliği için elde edilen istihbari bilgilerin siyasi amaçlar için kullanılmasını bir kenara bıraksak bile durum vahim.

MİT kim bilir ne güçlüklerle o dinlemeyi mümkün kılmıştı; şimdi bir basit iç politika golü uğruna o imkandan yoksun kalındı. Almanya herhalde Büyükelçilik binasındaki bu dinleme cihazlarını temizlemiştir çoktan.

Sorsanız, Süleyman Soylu devletin güvenliği için canını feda etmekten çekinmeyeceğini söyler ama anlaşılan onun için devletten daha da kıymetlisi devleti kendilerinin yönetmeye devam etmesi.

‘Biz yönetmiyorsak devletin çok da önemi yok’ demiş olmuyor mu?