11-05-2023
İsmet Berkan

Bir gün gelir, halıyı ayağınızın altından çekiverirler

Bir gün gelir, halıyı ayağınızın altından çekiverirler

Rize’de 2015 Kasım seçiminde Ak Parti’nin oyu yüzde 75’ti. 2018’e gelindiğinde Ak Parti bir miktar oy kaybetti (Yüzde 65) ama Cumhur İttifakı olarak kentte yüzde 77’yi aştılar.

Doğu Karadeniz’in bu önemli kentinde CHP hiç yok değildi. 2015’te yüzde 15 oy almışlardı, 2018’de yüzde 13’e düştüler. Burada Millet İttifakı’nın toplam oyu yüzde 21 oldu.

Rize’nin önemli özelliği, Tayyip Erdoğan’ın ata yurdu olması. Tatillerini mutlaka oradaki aile evinde de geçiriyor Erdoğan yıllardır. Rize’ye özel bir muhabbeti var, Rizelilerin de ona.

Uzun süreden beri Rize’den Ak Parti tulum çıkarıyor, yani 3 milletvekilliğinin hepsini kazanıyor. (Bir kez Mesut Yılmaz bağımsız aday olup seçildi.)

Birkaç gün önce Tayyip Erdoğan Rize’deydi ve her zaman olduğu gibi oldukça büyük bir kalabalığı toplamıştı. Erdoğan’ın keyfi yerindeydi, Rize’den moralli döndü.

Dün Rize yine hareketliydi. Bu kez gelen Ekrem İmamoğlu idi. İmamoğlu, biliyorsunuz bu seçimde, eğer Kemal Kılıçdaroğlu kazanacak olursa Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacak. Çoğu zaman liderlerle miting yapıyor ama zaman zaman da kendi başına mitinge çıktığı oluyor İmamoğlu’nun.

Trabzonlularla Rizeliler arasında öyle derin bir aşk ilişkisinin olmadığı bilinir. İmamoğlu bir Trabzonlu ama bir ‘Karadeniz çocuğu’ olarak Rize’deydi. Ve karşısında da, geçmiş CHP mitingleriyle kıyaslanmayacak büyüklükte bir kalabalık vardı. Erdoğan’ın kalesinde hem de.

İki gün önce Erdoğan’ın mitingini de, dün İmamoğlu’nun mitingini de TV’den göz ucuyla izledim. İki miting arasındaki farklar müthişti doğrusu.

Tayyip Erdoğan’ın mitingi, bildiğiniz siyasi mitingdi işte. Erdoğan konuşuyor, kalabalık da dinliyor, zaman zaman sloganlar atılıyor.

Ekrem İmamoğlu’nun mitingi ise bir çeşit sokak partisi gibiydi, danslar ediliyor, şarkılar söyleniyor. Elbette İmamoğlu da konuştu, kalabalık da onu dinledi ama İmamoğlu’nun konuşması ‘ağır ol da molla desinler’ türünden sert bir konuşma değildi, espriler, gülüşmeler… Kısacası epey neşeli bir mitingdi.

Eğer herhangi bir Rizeli üst üste bu iki mitinge birden katıldıysa aradaki farkı mutlaka görmüştür.

İmamoğlu mitingini izleyen, siyaset konusunda benden çok daha tecrübeli bir arkadaşım, ‘İşte görüyorsun’ dedi, ‘Halk, senin altından halıyı bir çeker, kalırsın ortada.’

İmamoğlu mitingindeki çoşkudan çok etkilenmişti, Rize’de gördüğü manzarayı Türkiye çapında bir değişimin işareti olarak görüyordu.

Seçimin sonucu ne olur bilmiyorum, ama herhalde kimse Millet İttifakı’nı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu bu seçim için yeterince çalışmamakla suçlayamayacak.

Kalabalıkları etrafa toplama konusunda çok sayıda ismi olan Millet İttifakı, aynı gün içinde 6-7 ayrı şehirde birden miting yapabiliyor, kalabalıkları karşısına alabiliyor.

Öteki tarafta evet Devlet Bahçeli de miting yapıyor ama esas yük Tayyip Erdoğan’ın üzerinde ve Erdoğan olmayınca kalabalık da olmuyor, çoşku da. Bu da Cumhur İttifakı açısından bir dezavantaj.

Kaldı ki meydanlara baktığınızda Millet İttifakı’nın daha önce görmediğimiz türden bir çoşkuyu yarattığını görüyorsunuz; partilerin örgütleri de iyi çalışıyor, liderleri de…

Nitekim bu seçim sürecinin son 10 günü gerçekten çok farklı ve Millet İttifakı açısından bir rüzgarın oluştuğu da görülüyor.

Erdoğan’ın dili ona kaybettiriyor olabilir

Erdoğan’ın dili ona kaybettiriyor olabilir

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu seçimi doğal olarak bir hayat memat meselesi olarak görüyor ve kaybetmek istemiyor.

İstemiyor ama seçim denen şey vaatlerle, seçmene güzel bir gelecek hayali kurdurularak kazanılan bir şey. Oysa Erdoğan’ın seçim kampanyası, onu en çok sevenlere bile güzel bir gelecek hayali kurduracak vaatlerden yoksun. 

Evet, ciddi bir ‘eser siyaseti’ yapıyor; iktidarı döneminde yapılan ve başarılanları anlatıyor. İHA’lar, uçaklar, savaş gemileri, köprüler, otoyollar, tüneller, hızlı trenler… 

Bunlar gerçekten etkileyici. Ama hepsi düne ait şeyler; yarına değil.

Erdoğan ‘Yaptıklarım yapacaklarımın teminatı’ demeye getiriyor, kendisini seçerlerse bu eserleri yapmayı sürdüreceğini anlatıyor.

Erdoğan’ın kampanyasının esas ağırlığını ise rakipleri hakkındaki negatif propaganda oluşturuyor.

En büyük ağırlık, Kemal Kılıçdaroğlu’nun PKK’nın adayı olduğu, Millet İttifakı ile FETÖ ve PKK terör örgütleri arasında işbirliği yapıldığı iddiasına verilmiş durumda.

Bu iddia ne kadar insanı etkiliyor kestirmek zor ama Erdoğan’ın mitinglerinde izlettiği videolar öyle o kadar da kanıt niteliğinde şeyler değil. PKK’yi olduğundan çok daha güçlü gösterdiği için ters tepme olasılığı da var.

Negatif kampanyada ikinci önemli konu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlışlıkla bir seccadeye ayakkabısıyla basmasından hareketle ortaya çıkan, ‘Bunlar dinsiz, kıblesiz, kitapsız’ sözleri.

Bu propaganda Erdoğan’a pozitif değil negatif katkı yapıyor, dindarlardan tepki görüyor.

Ve son olarak bütün muhalefetin LBGTC’ci, yani ‘homoseksüel’ olduğu iddiası. Bu iddianın kökeninde muhalefetin İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden yürürlüğe sokma vaadi var. Oysa o sözleşmeyi bizzat başbakan olarak Tayyip Erdoğan imzalamıştı. Sözleşmenin cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili maddesi homoseksüellere de koruma getiriyor, bu incir çekirdeğini doldurmayacak marjinal itiraz noktası nasıl oldu da Erdoğan’ın negatif propagandasının merkezine geldi, anlamaya imkan yok.

Akit gazetesinin ve bir grup ultra muhafazakarın peşine takılan Erdoğan, son seçimde kendisine oy veren her 100 kişiden 58’inin kadın olduğunu unutmuş gibi duruyor. 

Özellikle Tayyip Erdoğan’a oy veren muhafazakar çevre kadınları için İstanbul Sözleşmesi’nin ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini görmezden gelip erkekler için siyaset yapıyor ama bunu da muhalefete ‘LBGT’ci’ diyerek kendince gizliyor.

Kısacası şu: Erdoğan kendi propagandası yüzünden kendi seçmeni nezdinde bile oy kaybediyor olabilir; bu söyledikleri onu merkezden uzaklaştırıp ideolojik bir kenara doğru daha fazla itiyor çünkü.

Süleyman Soylu neyin peşinde?

Süleyman Soylu neyin peşinde?

İçişleri Bakanı ve Ak Parti İstanbul milletvekili adayı Süleyman Soylu ile bakanlığı bu seçimleri daha önce örneği görülmeyen biçimde yakından takip etmek istiyor. Bakanlığın ilçe düzeyinde seçim kurullarından seçim sonuçlarını alıp derlemek istediği daha önce duyuldu. Bu istek Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedildi.

Bunun üzerine Emniyet teşkilatı GAMER adını verdikleri yazılıma seçim sonuçlarını da girmek istedi. Dün YSK bu talebi de reddetti.

Her şeyin iyi niyetli olduğunu varsaysak bile İçişleri Bakanlığı ve polis ile jandarmanın seçim sonuçlarını hepimizden birkaç dakika önce görmek istemesinin anlamını ve işlevini anlamaya imkan yok.

Seçimde hepimiz oylarımızı veriyoruz, sonra bunlar sayılıyor ve sonuç ilan ediliyor. Kesin sonucun belli olmasına kadar geçecek birkaç saatlik sürede sonuçları çarpıtarak kimi zaman birkaç dakika kimi zaman birkaç saat ömrü olan manipülasyonlar yapmak bizim sistemimize FETÖ tarafından sokuldu. Buradan ne gibi bir fayda elde edildiğini anlamak da zor.

2019 yerel seçiminde İstanbul’da sonuçların bir noktada donması benzer bir başka manipülasyon girişimiydi ama fena halde ters tepti.

Şimdi buna benzer bir hazırlığı İçişleri Bakanlığı yapıyor olamaz diye düşünmek istiyor insan.

Bu çeşit manipülasyonlar olsa olsa bazı asayiş sorunlarına yol açabilir. Polisin ve jandarmanın görevi böyle sorunlar ortaya çıkacak olursa sükûneti sağlamak değil mi? Yoksa bizzat onlar mı ortalığı karıştırmak istiyor?

Sahiden neyin peşindeler, anlamaya imkan yok.

Isias Oteli enkazının karşısına asılan seçim afişi…

Isias Oteli enkazının karşısına asılan seçim afişi…

Depremi unuttuk gibi, neredeyse hiç konuşmuyoruz, konuştuğumuzda da bunu bir imar-iskan projesi olarak konuşuyoruz.

Ama tabii deprem kendisini unutturmuyor.

Bakın önceki gün Adıyaman’da yıkılan ve aralarında Kıbrıslı çocukların ve Türkiye’nin önemli turizm rehberlerinin de olduğu onlarca insana mezar olan Isias Oteli’nin enkazının hemen karşısında duran ve nasıl olduysa ayakta kalmış bir binaya Ak Parti seçim afişi astı.

En büyük tepkisi Kıbrıs gazeteleri verdi. Orada ölenlere karşı saygısızlıktı bu yapılan.

Biz o tarafa doğru bakmadığımızda deprem ve acıları sona ermiş olmuyor ki… Milyonlarca insan o bölgede hala yiyecek yardımlarıyla ve çadırlarda yaşıyor.

Sanki hiç deprem olmamış gibi davranmak, o hassasiyetleri ve ölenlerin anısını hiçe saymak bizim siyasetimize özgü bir davranış olsa gerek.

Keşke Togg bu kadar geç kalmasaydı…

Keşke Togg bu kadar geç kalmasaydı…

Bilenler çok uzun zamandan beri biliyor: Elektrikli otomobil geleceğin aracı.

Türkiye, maalesef kendi elektrikli aracını yapma konusunda çok geç kaldı. Daha yeni yerli elektrikli araç Togg yollara çıkmaya başladı.

Türkiye’ye özgü kaçınılmaz sorunlarımız da var: Togg’un sermayesi Batıdaki rakipleriyle kıyaslandığında oldukça düşük.

Bir örnek daha dün geldi: Toyota, elektrikli araç üretimine 7 milyar doların üzerinde yeni bütçe ayırdı.

Bu ilave edilen yeni yatırım bütçesi bile Togg’un toplam sermayesinden daha büyük.

Dünya devi Volkswagen 100 milyar Euro’nun üzerinde yatırım yapacak.

Togg daha yeni piyasaya çıktı, bu yıl sonuna kadar 20 bin adet üretmeyi planlıyorlar. Oysa şu anda Türk pazarına Togg’a karşı ciddi rekabetçi fiyatlarla çok sayıda model çıktı bile, bu modellerin sayısı daha da artacak.

Türkiye’nin sermaye gücü sınırlı, bu eksiği bir ölçüde karşılamanın yolu piyasaya daha erken çıkmak olabilirdi. Tesla düşük sermayesiyle bunu yaptı, bu sayede ayakta kaldı.