16-05-2023
İsmet Berkan

Unutmayın, Erdoğan henüz kazanmadı!

Unutmayın, Erdoğan henüz kazanmadı!

Kolayca kafamız karışabiliyor ama akılda tutulması gereken ilk şey şu: Pazar günü biz bir tane seçim yapmadık, iç içe geçmiş iki ayrı seçim yaptık.

Nitekim sonuçlarına baktığınızda bu iki seçimin sonuçlarının tamamen farklı olduğunu da görüyorsunuz.

Şimdi, iki hafta sonra bir üçüncü seçim yapacağız ve unutulmaması gereken en önemli şey şu: Bu üçüncü seçim de ilk ikisinden tamamen farklı, kendi başına bir seçim olacak.

Ama aklımızın bir kenarında durmalı: Pazar günü yaptığımız iki seçimde elde edilen yeni ‘bilgi’ bu üçüncü seçimin sonucu üzerinde vereceğimiz karara yol gösterecek. Yani çoğumuz değilse de bir bölümümüz (kabaca en azından 3 milyon kişi) ideolojik ve kimliksel bağlarımızın ötesine geçip bu seçimde pazar gününe göre farklı bir yönde davranacak.

Yine unutmayın: Bazılarımız bu üçüncü seçime katılmak ve oyunu verip fark yaratmak konusunda pazar günkü kadar hevesli olmayacak, yani oy vermeye gitmeyecek.

Hiç kuşku yok, iki hafta sonra yapacağımız üçüncü seçime Tayyip Erdoğan çok büyük bir avantajla giriyor.

Bir kere, pazar günü yapılan ilk seçimi sadece birkaç yüzbin oyla kaçırdı. İşi pazar akşamı bitirebilirdi, bitiremedi.

Bu yüzde 50’ye varan seçmeni Erdoğan’ın motive edip yeniden sandığa götürebilmesi gerekiyor.

Şunu söyleyeyim: O motivasyonu korumak, ilk seçimde eksik kalan birkaç yüzbin oyu kazanmak kadar zor bir iş olacak Erdoğan için.

Fakat bu seçmen motivasyonunu koruma konusu aslında Kemal Kılıçdaroğlu için çok çok daha büyük bir sorun. Çünkü Kılıçdaroğlu’na oy veren 24,5 milyon insan içinde yenilmişlik duygusu son derece yaygın. Buna karşılık Erdoğan’a oy veren 27 milyonda da zafer sarhoşluğu ve ‘Bitti bu iş’ duygusu yaygın. 

İki lider ve iletişim ekibi için en zor konu bu iki ters duyguyla mücadele etmek, seçmeni yeniden motive etmek olacak gibi duruyor.

Yani Erdoğan ekibi seçmene ‘Bu seçimi henüz kazanmadık, erken sevinmeyin’ demek zorunda; Kılıçdaroğlu ekibi ise ‘Hala kazanabiliriz.’

Tabii sadece bu da değil. Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunu adaylara zor yapan şey.

Dedim ya, yaptığımız iki seçim Türkiye sosyolojisi hakkında daha önce bilmediğimiz bir sürü yeni bilgiyi önümüze koydu. Şimdi bu yeni resim hakkında düşünüp ona göre çok hızlı iletişim çözümleri bulunmak zorunda.

Yeni resmin en belirgin rengi, Türkiye’de yükselen yeni milliyetçilik olgusu. 

Bu yükselen yeni milliyetçilik, belli ki, Kürt siyasi hareketinin 2015’ten beri ortaya çıkan parlamentoda kilit parti olma ihtimaline karşı gelişen bir tepki. Türkler, son kertede Kürtlerin siyasette temsiline belki karşı değiller ama onların yüzde 10’luk güçleriyle ülke kaderi üzerinde belirleyici olmalarını istemiyorlar. Tepki buradan geliyor.

O tepkiyi bu seçimde Tayyip Erdoğan’ın yüzde 50 sınırına gelmesinden, Sinan Oğan’ın kendi başına yüzde 5’in üzerinde oy alabilmesinden görüyoruz. İkinci yazıda daha detaylı yazıyorum, parlamento seçiminde MHP ve İyi Parti toplamının yüzde 20’ye ulaşması da bize bu tepkiyi gösteriyor; seçmenin hiç değilse bir bölümü Kürt siyasi hareketinin belirleyici bir güç elde etme ihtimalinden hoşnut değil, onu hiç değilse dengelemek istiyor.

Şimdi o dengeleme isteyen kitle, sahiden belirleyici olma şansı elde etmiş gibi gözüküyor ilk bakışta: Hem açıkça Kürt siyasi hareketinin desteğini arkasına alan Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini engelledi hem de Tayyip Erdoğan’a yeterli oyu vermeyerek ona karşı da yeterli güveni beslemediğini gösterdi. Yani mesele milliyetçilikse, zafer Tayyip Erdoğan için de çantada keklik değil.

Peki başka faktör yok muydu seçimde? Yani sadece milliyetçilik mi belirleyici oldu?

Hayır, değil. 

Bir tespiti yapmakta fayda var: Gerek artık partisinden büyük ölçüde kopmuş olan eski Ak Parti eliti ve entellektüel çevresi, gerekse onlardan etkilenen CHP ve liberal çevre, bu seçime Türkiye’deki ana bölünmenin dindar muhafazakarlıkla Batılı modernleşmecilik arasında olduğuna dair bir inançla hazırlandı, dindarlığa da toplumda olduğundan daha fazla ağırlık tanıdı.

Oysa özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden beri Türkiye’deki temel bölünme çok farklılaşmış ve çeşitlenmişti. Ak Parti seçmenini topyekûn dindar muhafazakar görmek, çok büyük bir optik kırılmaya neden oldu muhalefet stratejistlerinde. 

Salt dindarlık bir faktördü ama gördük işte, o faktör toplumda marjinal denebilecek bir oranla, yüzde 2,8’le Yeniden Refah’ta kendini buldu. Deva Partisi veya Gelecek Partisi’ne yönelmediği gibi Saadet’e de gitmedi. Çünkü onlar CHP ile yan yanaydı. Ama unutmayın Ak Parti’ye de gitmedi.

Tayyip Erdoğan’ın ikinci tur siyaset çizgisi şimdiden belli: Bir yandan rakibinin PKK ile kol kola olduğunu söyleyecek, bir yandan da Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğundan hareketle ‘istikrara oy verin’ diyecek. Bunlar çok kuvvetli temalar.

Bilinmeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda ne diyeceği. Bakalım onun strateji ekibi seçim gecesi girdiği ağır depresyondan çıkmayı başarıp bir yeni yol geliştirebilecek mi?

Lider, tam da böyle zamanlarda ortaya çıkıp etrafını motive etmeyi başarana denir. Tayyip Erdoğan daha seçim gecesi kaybını zafere çevirmek için çalışmaya başladı. Şimdi Kılıçdaroğlu’nu da göreceğiz.

Ak Parti oyları eriyor, CHP oyları hala donuk

Ak Parti oyları eriyor, CHP oyları hala donuk

Dedim ya, Türkiye pazar günü aslında birbirinden tamamen ayrı iki seçim yaptı diye, gerçekten çok çarpıcı örnekler var.

Bakın Tayyip Erdoğan’a… Erdoğan seçimde toplam 27 milyon 88 bin oy aldı.

Buna karşılık genel başkanlığını yaptığı Ak Parti’nin oyu 19,3 milyon civarında. Yani 8 milyon eksik.

İttifak ortakları MHP’nin 5,4 milyon, Yeniden Refah’ın 1,5 milyon, BBP’nin 577 bin oyun ekleseniz bile Tayyip Erdoğan’ın oyuna ulaşamıyorsunuz.

Erdoğan, parlamento için muhalefet partilerine oy veren en azından 500 bin kişinin oyunu almış gözüküyor. Bunların içinde eminim CHP’ye oy vermiş olanlar da var, İyi Parti’ye oy vermiş olanlar da, hatta Yeşil Sol Parti seçmeni bile olabilir.

Demem o ki, seçmen, çoğu zaman yerel seçimlerde de yaptığı gibi başkanlık seçiminde bir adaya verirken Meclis seçiminde tamamen farklı bir tercih kullanabilmiş.

Nitekim bu tercihlere bakınca, Tayyip Erdoğan’ın partisi Ak Parti oylarında 2018’de başlayan erimenin devam ettiğini görüyoruz. Bu parti 2023’te neredeyse bundan 21 yıl önceki 2002’deki oyuna geri döndü. Parti geçen seçime göre 2 milyondan fazla oy kaybetti. Bu nominal erimeyi, seçmen sayısındaki artışa endeksleyerek hesaplayacak olduğumuzda Ak Parti’nin toplumda hızla zemin kaybettiği daha da belirginleşiyor.

Benzer bir durum CHP için de geçerli. Bu parti bu kez seçime içinde Deva, Gelecek, Demokrat Parti ve Saadet Partisi adaylarıyla oluşturduğu ortak listeyle gitti. Ama beklediği oy artışını sağlayamadı; yüzde 25,33’te kaldı. Parti oylarını 2 milyon kadar arttırmış gözüküyor ama bu artışın zaten bir bölümü yeni seçmen nedeniyle oluşuyor, CHP’nin seçimdeki kendi başarısının da, ortak liste yaptığı partilerin de katkısının son derece sınırlı olduğu görülüyor.

Bu seçimin kuşkusuz en büyük kaybedeni, Ak Partiyle birlikte Yeşil Sol Parti. Seçime kapatılma korkusuyla HDP çatısı altında giremeyen Kürt siyasi hareketi, uzun zamandır yedekte tuttuğu YSP’yi devreye almak zorunda kaldı. Bu büyük bir dezavantajdı, YSP bilinmeyen bir markaydı, kampanya bütçesi son derece sınırlıydı ve seçimde ancak 4,8 milyon oy alabildi. Oysa 2018’de HDP 5,8 milyon oy almıştı.

MHP bu seçimde 5 milyon 476 bin oy aldı. 2018’de 5 milyon 556 bin almıştı oysa. Ama bu kayba rağmen hala yüzde 10’da tutunabildiği için ‘başarılı’ sayıldı.

İyi Parti ise bu seçimde aslında oylarını arttırdı, 2018’de 5 milyon  sınırında oy almışlardı, bu kez 5,3 milyona tırmandılar. Ama başarısız bulunuyorlar.

Buna karşılık, ilk yazıda da vurguladım: Seçmen sonunda yüzde 20’lik bir milliyetçi oyu iki ayrı parti çatısı altında Meclis’e yolladı. Türkiye’de milliyetçi oylar daha önce hiç bu seviyeye gelmemişti.

Bana göre bunun sebebi 2015’ten beri HDP’nin siyasette kilit parti haline gelmiş olması; içinde Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin olmadığı seçeneklerin hiçbirinin HDP’siz gerçekleşememesi. Sonuçta işin içinde HDP olunca o seçenekler de gerçekleşmiyor zaten. İşte seçmen bu duruma bir çözüm arıyor kendince.

Başkanlık sisteminin bir sonucunu yaşıyoruz, geçen dönem parlamentosunda 14 ayrı parti vardı, bu kez 15 partimiz oldu.

Bu partilerin parlamento dönemi boyunca ittifaklarıyla ortak hareket etmeye devam edip etmeyecekleri önümüzdeki dönemin en önemli siyasi sorusu olacak.

Örneğin Yeniden Refah daha şimdiden ‘Biz muhalefet partisi olacağız’ demeye başladı bile.

‘Kurban kültürü’ kurbanı muhalefet

‘Kurban kültürü’ kurbanı muhalefet

Kaç seçimdir bu yaşanıyor ve ben anlamakta güçlük çekiyorum, pazar gecesi yine aynı şey oldu. Türkiye’nin muhalefete oy veren kesimleri ve o kesimlere sürekli gaz vererek hayatta kalma yolunu tercih eden medyası seçimin televizyonda kazanılıp kaybedildiğine dair anlamsız bir inanç içinde.

Örneğin bir TV kanalı, nereden bulduysa Kemal Kılıçdaroğlu’nun yüzde 49,5’la Tayyip Erdoğan’ın önünde olduğu bir oranı bulmuş, saatlerce verileri değiştirmeden o oranı ana ekranında tutmuş. Bu yolla seyircisinin yüreğine su serpti herhalde ama bir de gerçek var.

Benzer bir durum gazeteler, web siteleri, kendilerini ‘muhalif’ diye tanımlayan TV kanalları ve yorumcuları için de geçerli. Gece boyunca gözlerinin önündeki gerçekle mücadele ettiler, gerçeğe direnmeye çalıştılar, bu sırada kendilerince türlü çeşitli bir sürü senaryo da geliştirdiler.

Seçim gecesi boyunca sandıklar açıldıkça sonucun değişmesinden, rakamların değişmesinden daha doğal bir şey yok. Ama bu değişimi ‘komplo’ diye görmek bizde muhalefete özgü bir tutum olsa gerek.

Oysa seçim bir maraton koşusu. Bu uzun koşu boyunca zaman zaman liderlik el değiştirebilir, bu doğal fakat son çizgiyi kimin önde geçtiği önemli, ara aşamalar değil.

İkinci tura giderken muhalefet seçmeninin hiç değilse bir bölümündeki bu psikoloji, onların duygusal salıncağının çok daha hızlı ve yüksek salınıyor olması bence başa çıkılması gereken önemli bir sorun.

Depremzedeye küfür etmek serbest mi?

Depremzedeye küfür etmek serbest mi?

Seçimin ilginç ve önemli sonuçlarından biri şu: Tayyip Erdoğan, 6 Şubattaki depremden en çok etkilenen 11 kentte Kemal Kılıçdaroğlu’na 1 milyon oy fark attı. Kılıçdaroğlu’nun toplamda Erdoğan’dan 2,5 milyon oy geride olduğu düşünülecek olursa, deprem bölgesindeki bu farkın önemi daha iyi anlaşılır. O 1 milyon fark o bölgede Kılıçdaroğlu lehine olsaydı bugün tamamen başka şeyler konuşuyor olacaktık.

Bu siyasi yorum bir yana; seçim gecesinden beri sosyal medyada Kılıçdaroğlu taraftarı olduğu anlaşılan çok sayıda insanın sırf oylarını Erdoğan’a verdiler diye depremzedelere küfür etmeye başlaması ise tamamen başka bir şey.

Sosyal medyada yazanlar arasında, ‘Biz size yardıma gelmiştik, bize bunu mu yapacaktınız’ diyenler mi ararsınız, ‘Gönderdiğim yardımlar haram olsun’ diyenler mi… Bunlar benim kibar örneklerim, maalesef çok daha fenaları da vardı.

Bu kibir ve üstten bakan tutum, sonunda dönüyor Kemal Kılıçdaroğlu’nu vuruyor, yazanlar farkında değil herhalde.

O 3 milyona yakın oy Sinan Oğan’ın cebinde keklik mi?

O 3 milyona yakın oy Sinan Oğan’ın cebinde keklik mi?

Seçimde Sinan Oğan 3 milyona yakın oy aldı. Buna karşılık mensubu olduğu Ata İttifakı bunun yarısını bile alamadı.

Şimdi o Sinan Oğan, kendi cebinde sandığı 3 milyon oy için pazarlık masasına oturmaya hazırlanıyor. Sanki o birini işaret ettiğinde o 3 milyon kişi dönüp ona oy verecek.

Oğan’ın kendisine bir güt atfetmesi, bu gücü siyasi güce çevirmek istemesi ve bu arada çeşitli müzakereler yürütmesi normal aslında. Normal olmayan bu oyların sahibi gibi davranması.

Oysa daha düne kadar siyasette ne böyle yerleşik oy gücüyle bir Sinan Oğan vardı ne de o 3 milyon oy belli bir çatı altında hareket eden kemik bir kitleydi. Öyle olmadığı için zaten Ata İttifakı ancak yüzde 2,44 alabildi.

Elbette Tayyip Erdoğan da, Kemal Kılıçdaroğlu da Sinan Oğan’la müzakere edecek ama bu pazarlıklarda Oğan’ın eli bir yere kadar kuvvetli.