22-05-2023
İsmet Berkan

Halkı tanımak-tanımamak veya yankı odasında hapis kalmak

Halkı tanımak-tanımamak veya yankı odasında hapis kalmak

Seçim sonrası Mehmet Yılmaz T24’teki yazılarına ara verdiğini ilan etti, ‘Halkın bir bölümünü tanımıyormuşum’ dedi.

Ona en büyük itiraz, Ertuğrul Özkök’ten geldi, üst üste yazılarla ‘Halkı tanımama’ sözünün ne kadar yanıltıcı olduğunu anlattı.

Mesleği gazetecilik ve siyasi analizcilik olan ve işini iyi yapmak isteyen herkes gibi ben de seçimden beri bir iç hesaplaşma içindeyim. Mehmet Yılmaz ile Ertuğrul Özkök arasındaki tartışma önemli bana göre de ve işin ilginci her ikisine de hak veriyorum.

Sebebi şu: Ne kadar bireyselleşmiş olursak olalım, ne kadar Immanuel Kant’ın ‘Sapere Aude’ (Bilmeye cesaret et) komutuna uymaya çalışırsak çalışalım, bu dünyadaki herkes türlü çeşitli ‘cemaat’ler halinde yaşar; topluluk davranışını önemser, topluluktan dışlanma korkusu yaşar, cemaatinden ayrı düşünmeye (Kant’ın talimatına rağmen) cesaret etmekte zorlanır.

Bu cemaatler halinde yaşama olgusu, dün de dünyanın gerçeğiydi, bugün de öyle. Üstelik bugün çok daha büyümüş durumda; çünkü gündelik hayatımızdaki cemaatlerin üzerine bir de sosyal medyadaki sanal cemaatlerimiz eklendi.

Birbirimizi duyabildiğimiz sürece cemaatleşmede bir sorun yok; ama mesele şu ki, ülkemizin siyasi kutuplaşmasının bir sonucu olarak yaşadığımız son ‘mega’ cemaatlerimiz birbirini duymuyor artık. Daha doğrusu, bu kabaca iki temel cemaat birbirini sadece işine gelen konulara ve işine geldiği şekliyle işitiyor, geri kalan durum ve zamanlarda kulaklar kapalı.

‘Yankı odası’ kavramı sosyal psikolojide çok da yeni bir kavram değil ama son 20 yılda bu kavram çok yeni ve çok daha büyük bir anlam kazandı. Bir yerde konuşuyoruz ve sadece kendi sesimizi veya bizimkine benzeyen sesleri duyuyoruz. Bir süre sonra diğer seslere duyarsızlaşıyoruz, duymak istememeye başlıyoruz.

Alın size taze bir örnek: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün Hatay’da Defne’de deprem sonrası inşaatına başlanan devlet hastanesinin açılışını yaptı. Hastane rekor sürede tamamlanmıştı.

Bakın bakalım, ‘Erdoğan karşıtı’ cemaatin medyasında ve sosyal medyasında bu haberi görecek misiniz? Görürseniz, hangi eleştirel tonda göreceksiniz? ‘Duymak istememek’ten kastım bu.

Benzer şekilde, bakın bakalım ‘Erdoğan sever’ cemaatin medyasına ve sosyal medyasına, Ekrem İmamoğlu’nun dün Maltepe ve Silivri’de topladığı kalabalığın ve yaptığı konuşmaların haberi var mı? Varsa bile hangi eleştirel tonda var?

Mesele, bana soracak olursanız halkı tanımak tanımamak meselesi değil. Mesele, yankı odasında kapanıp kalmak, oradan dışarı çıkamaz hale gelmek meselesi.

Geçmiş seçimlerde o kadar çok defa yanıldım ki, bu seçim öncesi kendi kendime söz verdim, ‘Duygularıma kapılmayacağım, objektif olacağım ve tahmin asla yapmayacağım’ dedim.

Ama gelin görün ki son bir hafta ben de yanılan kampa koşar adım katıldım, seçimin ilk turda bitebileceğine, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanabileceğine, Tayyip Erdoğan’ın ise 2018’deki oy oranının yakınına bile gelemeyeceğine kendi kendime ikna oldum. Ben de yankı odasındaydım, iktidar medyasında ‘Erdoğan yüzde 49 alıyor’ diye yazılar gördüğümde sinirlenmeye başlamıştım.

Demek istediğim şu ki, yankı odasından çıkmaya gayret ediyor olsanız bile odanın duvarları o kadar güçlü ki, çıkamayabiliyorsunuz, sonunda kendi sesinizi duymanın konforu galebe çalıyor.

Fakat bir an için tersini düşünün: Mehmet Yılmaz veya ben, Kemal Kılıçdaroğlu’nun eldeki güvenilir anketlere (Konda ve PanaromaTR) rağmen Tayyip Erdoğan’ın gerisinde olduğunu veya seçimi ilk turda kazanmasının söz konusu olamayacağını (çünkü iki ankette de Kılıçdaroğlu önde gözüküyordu) yazmış olsak ne olurdu? İyimser ihtimalle duymazdan gelinirdik.

Efsane odur ki, 2003’teki Irak işgalinin ardından bu ülkede ne kimyasal silah ne nükleer silah çıkınca Amerikan Merkezi Haberalma örgütü CIA’da duvarlara ‘Varsaymak, bütün büyük başarısızlıkların anasıdır’ diye bir slogan yazılmış. Gerçeğin eksik kısımlarını türlü çeşitli varsayımlarla doldurmanın insanı gerçeklerden nasıl uzaklaştırdığını anlatmak istiyor bu slogan.

Belki de şunu kabul etmeliyiz: Siyasi bölünmemiz söz konusu olduğunda Türkiye’de iki dev yankı odası var ve bu odalar diğer tarafın sesini hiç duymamak üzerine fena halde tahkim edilmiş durumda.

O tahkimat mucizevi biçimde berhava olamayacağına göre, toplumun diğer yarısını tanımamaya devam edeceğiz.

Hayatın bir gerçeği bu.

Kılıçdaroğlu’nun Twitter tercihi ve anlamı

Kılıçdaroğlu’nun Twitter tercihi ve anlamı

Yankı odası demişken, uzun zamandır kafamı kurcalayan bir şey var, onu da yazmak istiyorum. Konumuz, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendine ana iletişim kanalı olarak Twitter’ı tercih ediyor olması.

Kılıçdaroğlu’nun bu mecrada 11 milyonu aşkın takipçisi var. CHP lideri bu mecra üzerinden seçim süreci boyunca çok sayıda video paylaştı, mesajlarını bu videolar aracılığıyla yaymak istedi.

Fakat tabii Twitter, kendi doğası gereği bir yankı odası. Bu sosyal medyanın bütün algoritması da kaçınılmaz biçimde bu yankı odasını kuvvetlendirmek üzerine kurulu.

Kılıçdaroğlu’nun mesajı hiçbir biçimde onu takip etmeyi seçmiş 11 milyon insana bile ulaşmıyor aslında. O mesajlar daha çok, Kılıçdaroğlu’nun daha önceki paylaşımlarıyla etkileşime geçmiş insanların ekranına düşüyor.

Bu durum sadece onun için geçerli değil elbette. Örneğin Tayyip Erdoğan’ın da 20,6 milyon takipçisi var ama onun mesajları da o 20 milyona her zaman gitmiyor.

Kılıçdaroğlu’nun Facebook’ta 2,1 milyon takipçisi var. Twitter’a göre daha yaşlı insanlardan oluşan bu mecrayı yeterince iyi kullanmıyor Kılıçdaroğlu.Tayyip Erdoğan’ın Facebook’ta 10 milyon takipçisi var. Erdoğan ve ekibi burayı çok daha sık kullanıyor.

TikTok’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun 900 binden az takipçisi var. 14 Mayıstan beri sadece 7 video paylaşmış. Çok ama çok az. Tayyip Erdoğan’ın bu mecradaki takipçisi çok daha az (640 bin) ama o 14 Mayıs’tan bu yana 17 video paylaşmış bile.

Kılıçdaroğlu’nun bence en etkili sosyal medyaların başında gelen Instagram’da 2,7 milyon takipçisi var. Tayyip Erdoğan ise 11,6 milyon takipçiye sahip. Seçimden bu yana Tayyip Erdoğan 30’dan fazla paylaşım yapmış; Kılıçdaroğlu ise sadece 7 paylaşım.

Gelelim YouTube’a…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun sadece 129 bin takipçisi var. Çok komik bir rakam bu. Kılıçdaroğlu, mesela evinin mutfağında kaydedip Twitter’a koyduğu videoları çoğunlukla ciddi bir gecikmeyle YouTube’a da koyuyor, bazen hiç koymayabiliyor. Bu mecrayı pek önemsemediği belli. Bence fena halde yanılıyor.

Erdoğan’ın YouTube performansı çok da parlak değil ama yine de Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi durumda, 375 bin takipçisi var. Erdoğan’ın hemen hemen her programı buradan canlı yayınlanıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu belli ki Twitter’ı en önemli mecra sanıyor ama değil. YouTube’u, Instagram’ı ve TikTok’u ikinci, üçüncü plana atmış olması kendisi açısından son derece yanlış bir tercih.

Şunu kabul etmek lazım: Twitter’ın yankı odası, kendi sesinizi en kolay ve en hızlı geri yansıtan yer; üstelik bu yankı odasının dışındaki kesimlere ulaşma şansınız da sıfıra yakın.

Yankı odasının ötesine ulaşmak isteyen, YouTube, Instagram ve TikTok’a daha fazla ağırlık verir.

Kılıçdaroğlu’na tavsiye veren verene…

Kılıçdaroğlu’na tavsiye veren verene…

İki mahalleyi ve o mahallelerin mecralarını yakından takip etmeye çalışıyorum; bir şey dikkatimi çekiyor.

Muhalefet mahallesinde pek çok kişi Kemal Kılıçdaroğlu’na tavsiye veriyor. Kimilerine göre ikinci turu bir referanduma çevirmesi lazım Kılıçdaroğlu’nun, kimilerine göre milliyetçi oyları ikna etmesi, kimilerine göre ise bakanlarını ve ekibini bugünden açıklayıp ülkeyi nasıl daha iyi yöneteceğini göstermesi.

Kılıçdaroğlu bu tavsiyeleri duyuyor mudur bilmiyorum ama bundan daha dikkat çekicisi şu: İktidar mahallesinin mecralarında Tayyip Erdoğan’a ikinci tur için tavsiye veren tek bir kişi bile yok.

Erdoğan’ın kazandığı ve tavsiyeye ihtiyacı olmadığı için mi bu böyle, ona tavsiyede bulunmaya kimse cesaret edemeyeceği için mi, yoksa Erdoğan zaten her şeyi herkesten daha iyi bildiği için mi?

Sebebini bilmiyorum ama bu durum bana çok temel bir ayrımmış gibi geliyor. Bir lidere her ağzını açan neyi nasıl yaparsa daha başarılı olacağını söyleyebilirken diğerine hiçbir şey söylenmemesi sahiden dikkat çekici.

Geleceğimizi konuşmaz olduk

Geleceğimizi konuşmaz olduk

Bugün 10Haber’in iki ekonomi yazarını, Erdal Sağlam’ı ve Barış Soydan’ı okumanızı tavsiye ederim. Türk ekonomisi fena halde diken üzerinde, Merkez Bankası dolar fiyatını baskılamak için bir çeşit OHAL önlemleri uyguluyor, piyasalarda para akışı ve ticaret fena halde etkilenmiş durumda, bankalar ne kredi veriyor ne başka bir şey.

Normalde Türkiye’nin geleceğini konuşması lazım ama 14 Mayıs gecesinden beri müthiş bir sessizlik hakim, neredeyse hiçbir dişe dokunur konuyu tartışmıyoruz. Ne siyaset konuşuyoruz ne ekonomi. Burada bir tuhaflık var.

Tayyip Erdoğan seçimi kazanması halinde aynı ekonomi politikalarını sürdüreceğini ilan etti, hatta faizi daha da düşürecekmiş. Amacı, aslında epey canlı olan reel ekonomiyi desteklemek. Reel ekonomiye destek vermekte yanlış bir şey yok ama bu destek Türkiye’nin finansal sistemini alt üst etmek pahasına olamaz; bankaları çalışamaz duruma gelen bir sistem zaten reel kesime destek de veremez.

Maalesef çok tehlikeli bir oyun oynanıyor ve Türkiye bir finansal krize doğru adım adım sürükleniyor. Pazar günü seçim yapılacak ve pazartesi günü bizi neyin beklediğini bilmiyoruz.

Soğuk kanlı kalmayı başarmak, panikle hareket etmekten kaçınmak gerek ama her an bir panik de çıkabilir.

Yunanistan’da da Miçotakis tam kazanamadı

Yunanistan’da da Miçotakis tam kazanamadı

Yunanistan da dün seçimini yaptı; katılım Türkiye ile kıyaslanınca komik düzeyde kaldı, iki seçmenden biri sandığa gitmedi. Mevcut Başbakan Kriyakos Miçotakis ve partisi oyların yüzde 41’ini aldı ama bu kadar oy onları tek başına iktidar yapmaya yetmedi.

Şimdi Miçotakis ya yeniden seçime gidecek ya da parlamentoya yeniden kuvvetli biçimde dönen solcu PASOK’la koalisyon yapacak. Miçotakis yeniden seçime gitmenin işaretini verdi ama bu bir pazarlık pozisyonu mu, yoksa gerçekten rest mi çekiyor, tam belli değil.

Bahmut düştü mü, düşmedi mi?

Bahmut düştü mü, düşmedi mi?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi aylardır Doğu cephesinde Bahmut adlı küçük kasabada devam eden savaşa kilitlenmiş durumda. Rusya dün kim bilir kaçıncı kez ‘Bahmut’u ele geçirdik’ diye açıklama yaptı ama belli ki kasabanın tamamını alabilmiş değiller.

Bu minik ama demiryolu ve kara yolu kavşağında olduğu için stratejik önem atfedilen kasaba uğruna aylardır devam eden kanlı savaşlarda kim bilir kaç kişi öldü, Rus ordusu sırf bu yüzden epey bir zayıfladı, paralı asker grubu Wagner ile düzenli ordu arasında ciddi bir kavga çıktı.

Ukrayna şimdi kapsamlı bir karşı saldırıya hazırlanıyor ve bu arada ABD’den F-16 uçakları için de izin çıkmak üzere. İşler Ukrayna’da Rusya’nın istediği gibi gitmiyor ve Rusya açısından durum daha da kötüleşecek gibi gözüküyor.