10-06-2023
İsmet Berkan

Yalanda yaşamak-1: Yeni Merkez Bankası Başkanı ne kadar bağımsız?

Yalanda yaşamak-1: Yeni Merkez Bankası Başkanı ne kadar bağımsız?

Kağıdın üzerine yazıldığında veya nutuk atıldığında son derece havalı duran şeyler var.

Örneğin Merkez Bankası’nın bağımsızlığı…

1970’lerde Suudi Arabistan başta olmak üzere petrol üreten Arap ülkelerinin İsrail-Filistin krizinde petrolü bir silah olarak kullanması sonrası başlayan enerji krizi dünyada büyük bir enflasyon dalgasına neden olunca, Amerikalı iktisatçı Thomas Friedman’ın ‘Enflasyon her zaman parasal bir olgudur’ kuralı hatırlandı ve enflasyonla mücadele için Merkez Bankaları’nın para arzını kısıtlaması önerildi.

Türkiye’de ‘Sıkı para politikası’ diye adlandırılan bu politikanın bir sorunu vardı: Siyasetçiler, siyasi iktidarlar bu kısıta uymak istemiyor, enflasyonla mücadele etmektense kısa vadede ekonomik büyümeyi sürdürmeyi daha çok tercih ediyordu.

Bunun üzerine ‘(Siyasetten) Bağımsız Merkez Bankası’ anlayışı doğdu. Yani, kağıt üzerinde çok güzel duran ’Merkez Bankası bağımsızlığı’ndan kasıt, Merkez Bankası’nın kendi bayrağı ve pasaportunu çıkarıp bağımsız olması değil, siyasi iktidarlardan bağımsız olması.

Bu bağımsızlık kavramı aslında iktisattaki çok meşhur ‘imkansız üçlü’ kanunundan kaynaklandı. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede, politika yapıcılar faizlerin seviyesiyle döviz kurunun seviyesini aynı anda kontrol edemezler; birinden birini seçmeleri gerekir. (Veya sermaye hareketlerini serbest bırakmaktan vaz geçebilirler.)

Bu kanunun doğruluğu defalarca ve o kadar çok sayıda ülkede (Türkiye dahil) kanıtlandı ki, genel uygulama politika yapıcıların faizlerin seviyesini kontrol etmesi şeklinde ortaya çıktı.

Bazı ülkeler kendi geçmişlerinden dersler çıkardılar, Merkez Bankası başkanlığının tamamen teknik bir iş olduğunu kabul ettiler ve Merkez Bankası’nı bu anlamda ‘bağımsız’ bıraktılar.

Örneğin Amerika bu dersleri çıkaran ülkelerden biriydi. Ama Donald Trump’ın Başkanlığı döneminde Trump başka pek çok şey gibi bu konuyu da gündemine aldı, Merkez Bankası’ndan faizleri indirmesini istedi. Neyse ki FED onu dinlemedi, hatta cevap bile vermedi.

Türkiye’de ise biz kanuna Merkez Bankası’nın bağımsızlığını yazmış olmamıza, Merkez Bankası Başkanlarının bağımsızlığını garanti altına almak için onlara belirli bir görev süresini vaat etmiş olmamıza rağmen hukuk işlemedi; Cumhurbaşkanı bir kararnameyle canı istediği zaman Merkez Bankası Başkanını işten atma ve yerine yenisini koyma yetkisini kendine alıverdi.

Bakın iki gün önce aynı yetkiyi yine kullandı Cumhurbaşkanı, yeni bir Merkez Bankası Başkanı atadı, eskisini de yedek kulübesine çekti. Peki şimdi yeni genel Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan bağımsız mı?

Giden Başkan Şahap Kavcıoğlu, az önce sözünü ettiğim temel bir iktisat yasası olan ‘imkansız üçlü’ye karşı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla savaş açmıştı. Aynı anda hem faizlerin seviyesini belirlemek istiyordu hem de döviz kurunun seviyesini. Tabii bunu yapmak için sermaye hareketlerinin serbestliğini kısıtlamaya da girişti.

Şimdi, Amerika’da ciddi bir bankacılık deneyimi olmasına rağmen iktisatçı değil endüstri mühendisi olan (doktorası da finans mühendisliği konusunda, iktisat değil) ve hiç Merkez Bankacılık yapmamış birini Merkez Bankası’nın başına getirdik. Gaye Erkan, parlak bir eğitim hayatına ve parlak bir kariyere sahip olmasına rağmen Merkez Bankacılığı sıradan bankacılıktan çok farklı, çok başka bir şey. Başarılı olması hepimizin ortak dileği ama karşısında ciddi engeller var.

Giden Başkan Kavcıoğlu son anına kadar ‘imkansız üçlü’ kanununa karşı savaştı, son iki gününde 4 milyar dolara yakın rezervi dolar kurunun seviyesini belirlemek için harcadı.

Peki gelen başkan ne yapacak? İmkansız üçlü kanunu ile kavga etmeye devam edecek mi?

Pazartesi sabahı kur bir atak daha yerse ne yapacağını göreceğiz. Ama mesele basit bir faiz artışı değil; mesele bir bilimsel kanunun kabul edilip edilmemesi meselesi, bunu hiç unutmamak gerek.

Yalanda yaşamak-2: Merkez Bankası’nın faiz arttırması kolay mı?

Yalanda yaşamak-2: Merkez Bankası’nın faiz arttırması kolay mı?

Önceki gün öğlen saatlerinde bir kafede oturuyorduk birkaç kişi, ister istemez arka masanın sohbetini işittim, Merkez Bankası’nın faizi kaça çıkaracağını tartışıyorlardı.

Tartışanlar iktisatçı falan değildi; ellerine geçen parayı ne yapmak gerektiğini konuşan üç genç adamdı onlar. Kimi faizin enflasyonun üstünde olması gerektiğini söylüyordu, kimi başka rakam veriyordu.

Oysa Merkez Bankası’nın faiz arttırma kararı öyle basitçe, ‘Yüzde şu kadar olsun’ diye verilecek bir karar değil. Banka, düşük faiz politikasından çıkıp bu işi kurallarıyla oynayacaksa, faizin seviyesini belirlerken bu işi kılı kırk yararak yapmalı.

Örneğin Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz arttırma kararı almasının arkasında onlarca ciddi iktisadi araştırma ve simülasyon var. Her ay bu araştırma ve simülasyonlara yeniden bakılıyor, faizler için belirlenen seviyenin enflasyonu düşürmeye yetip yetmediği konusu yeniden ele alınıyor, hatta banka gelecekteki davranışları için yol haritasını bile bu çok ciddi araştırmalara bakarak belirliyor.

Peki bizim Merkez Bankamız ve iktisatçılarımız, faiz politikası kararını verecek olan Para Piyasası Kurulu’nun önüne faizler için gerçekçi seviyeyi belirlemeye yardımcı olacak etki analizleri ve simülasyonlar koyuyor mu? Faizlerin düştüğü dönemde ‘Faizlerin düşmesi yararlıdır’ diye analiz yapıp bunu da bilimsel araştırma gibi sunan Merkez Bankası uzmanları var mıydı acaba? Yoksa kurul herhangi bir bilimsel veriye dayanmadan mı faizleri indiriyordu?

Peki bugün nasıl olacak? Hangi bilimsel veriyle faiz arttırılacak? Faiz artışının reel sektörler üzerindeki olası etkilerini ölçecek miyiz, yoksa ‘Kervan yolda düzülür’ mü diyeceğiz?

Havada uçuşan milyar dolarlar…

Havada uçuşan milyar dolarlar…

Hayaller büyük. Bu sabah okudum, Ak Partililer Mehmet Şimşek’in öyle bir değil iki değil tam 150 milyar doları ülkeye getirmesini bekliyormuş.

Ankara’nın güvenilir gazetecilerinden Nuray Babacan’ın Pencere’de yazdığına göre bunun ilk 50 milyar doları ‘Şimşek’in birlikte çalıştığı fonlar’dan gelecekmiş. Kalan 100 milyarın 50’si Körfez ülkelerinden, son 50’si ise muhtelif yerlerden.

Nuray Babacan böyle şeyleri kafadan atacak biri değil; ben eminin en azından bir kaynağı ona bu rakamları söylemiştir.

Okurken ‘Herhalde sayı saymayı bilmiyorlar’ diye düşündüm. 150 milyar dolar, neden gelsin?

Bakın dün Bank of America kendi müşterilerine Türkiye’ye para koymanın şartlarına ilişkin bir bilgi notu gönderdi. Bu notta banka müşterilerine ‘Türkiye’de faizin yüzde 40 olması ve doların da 25 TL olması halinde’ ayrca uluslararası piyasada doların zayıf pozisyonda kalmaya devam etmesi halinde, ellerindeki doları ‘short’ pozisyona alıp TL’de ‘long’a geçmelerini öneriyor.

Yani, aslında ölme eşeğim ölme…

Doların 25 TL olması birkaç güne gerçekleşebilir belki ama diğer şartlardan ‘Faizin yüzde 40 olması’ çok afaki bir laf.

Türkiye tümüyle normal iktisat kurallarının geçerli olduğu bir ülke olsaydı, bu yıl için enflasyonu en az yüzde 50 bekliyor olurduk ve Hazine iç borçlanma faizi de bu rakama yakın bir yerde olurdu. Oysa faiz yükselmiş haliyle bile henüz yüzde 15,69. Yani anlayacağınız Bank of America’nın yüzde 40’ına da, benim öngördüğüm daha yüksek seviyelere de daha çok var.

150 milyar dolarlık sermaye girişi, Türkiye çok büyük bazı varlıklarını satmadıkça hayal.

Kılıçdaroğlu gitmiyor…

Kılıçdaroğlu gitmiyor…

Kemal Kılıçdaroğlu, seçimin ikinci turundan önce BabalaTV’ye çıktığında karşısındaki gençlere verdiği yanıtlardan biri beni büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı.

Birisi, Kılıçdaroğlu’na ‘Neden aday oldunuz’ diye sordu, o da ‘Ben aday olmadım’ dedi hepimizin gözünün içine baka baka, ‘Beni diğer liderler aday gösterdi.’

Bu elbette yalandı. Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığına talip olmak hiç de utanılacak bir şey değil; tam tersine bu görev bir iddia sahibi olmayı gerektirir ve adayın ‘Ben geleceğim ve düzelteceğim’ demesi beklenir. Kılıçdaroğlu’nun ağzından bu açık yalanı duymak üzücüydü.

Dün aynı Kılıçdaroğlu seçim sonrası ilk kez gazetecilerin karşısına SözcüTV’de geçti. Merak edilen konu CHP Genel Başkanlığını bırakıp bırakmayacağıydı. Kılıçdaroğlu ‘Adayım’ da demedi, ‘Aday değilim’ de. Ama ‘Ben hiçbir zaman aday olmadım hep aday gösterildim’ demeyi ihmal etmedi.

Bu sözlerden pek çok başka kişi gibi ben de Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığını bırakmaya pek niyeti olmadığını anladım.

Tabii Kurultay kazanması lazım bunun için.

Futbolun kalbi bu akşam İstanbul’da atacak

Futbolun kalbi bu akşam İstanbul’da atacak

Bu gece Şampiyonlar Ligi final maçı var İstanbul’da, Olimpiyat Stadı’nda. Futbolu bir sanat formu haline getiren Pep Guardiola’nın takımı Manchester City ile İtalyan devi Inter karşı karşıya gelecek.

Benim gönlüm City’nin galibiyetinden yana ama bir şeyden eminim: Bu gece bir futbol ziyafeti izleyeceğiz.

Bu ziyafet öncesi güzel bir yazı okumak isterseniz, Uğur Vardan’ın bugün 10Haber’deki yazısını kaçırmayın.