13-06-2023
İsmet Berkan

Ekonominin beklediği istikrar programı, Erdoğan’ın beklediği ekonomik büyüme

Ekonominin beklediği istikrar programı, Erdoğan’ın beklediği ekonomik büyüme

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in dün açıkladığı işgücü verileri, Türkiye’nin nasıl şizofrenik bir ekonomide yaşadığını göstermesi bakımından çok önemli.

Bir yandan bu verilere baktığınızda müthiş bir ülkede yaşıyoruz. Çünkü sadece Nisan ayında Türkiye’de istihdam 521 bin kişi artmış. Bu çok ama çok büyük bir rakam. Hiç krizdeki bir ekonomi bir ay içinde 521 bin istihdam birden yaratabilir mi?

Rakamın ne kadar büyük olduğunu şuradan anlayın: 15 yaş üstü çalışabilir nüfus bundan bir yıl önce, Nisan 2022’de 64 milyon 484 bin kişiymiş. Bu yıl Nisanda nüfus 65 milyon 305 bine ulaşmış. Yani 800 bine yakın artmış ve Türkiye geçen yıl 30 milyon 511 bin kişiyi istihdam ederken bu yıl rakam 31 milyon 610 bine gelmiş. Yani 1 yılda 1,1 milyon kişi daha istihdama eklenmiş; nüfus artışından fazla. Bu eklenen rakamın 521 bini sadece 1 ayda.

Hani, ‘Boş tencerenin indiremeyeceği iktidar yoktur’ deniyordu ya, şu ekonomik canlılığa bakıp bir kez daha düşünün: Tencere boş muymuş, yoksa dolmakta mıymış?

Bu manzara ortada ama memleketin bütün saygın iktisatçıları bu manzaranın bir ‘illüzyon’ olduğunu, seçim ekonomisi yoluyla yaşatılan bir ‘yalancı bahar’ olduğunu, istihdamı (ve dolayısıyla üretimi) böyle arttıran düzenin ‘sürdürülemez olduğunu’ söylüyor.

Saygın iktisatçılara göre Türkiye makro ekonomik politika yanlışları yüzünden bir çöküşün eşiğinde; yanlış faiz politikaları ve piyasa dışı baskılar TL’yi büyük bir değer kaybı yaşamaya zorluyor; parasal genişlemenin yarattığı ekonomik rahatlama arkasında çok yüksek bir enflasyonu getiriyor; bütçe açıklarındaki kontrolsuz artış ciddi bir kemer sıkma ve istikrar programı uygulamayı kaçınılmaz kılıyor.

Bugün Erdal Sağlam’ın yazısında var, bütün piyasa göreve başlayalı 10 gün olan Mehmet Şimşek’ten ve Merkez Bankası’nın başına atanan Gaye Erkan’dan geleceğe ilişikin bir yol haritası bekliyor. Ama hala bir açıklama yok.

Gerçek şu ki, Mehmet Şimşek’in elinde bir ekonomik program yok. Olsa bile bu programı Tayyip Erdoğan’a onaylatmadan uygulamaya koyması diye bir şey söz konusu olamaz zaten.

Şimşek’in elinde hazır bir program olmadığı gibi Merkez Bankası Başkanı’nın elinde de bir şey yok. Bu konuda bir tecrübesi de olmadığı için Gaye Erkan hangi tarafa yöneleceğini kestirmek için Mehmet Şimşek’e bakıyor. (‘Talimat bekliyor’ diyeceğim, yakışık almayacak ama tam olarak beklediği şey de bu Gaye Erkan’ın. Ansızın gelip Merkez Bankacılığın bazı evrensel kurallarını uygulamaya başlamasını beklemiyoruz herhalde. Birkaç gün önce ‘Bağımsız Merkez Bankası’nın bir efsaneden ibaret olduğunu’ yazmıştım zaten.)

Şimşek, yazacağı ve Erdoğan’a onaylatmaya çalışacağı ‘yeni’ programı yazının başındaki şizofren durumu göz önüne alarak yazmak zorunda. Bir yandan istihdam piyasasında geçmişte görülmemiş bir canlılık var, düşünsenize 1 ayda 521 bin kişi işe başlıyor; bir yanda ise sahiden kaçınılmaz gözüken duvara çarpma hali.

Bakın, dün bankalar 32 gün vadeli mevduata yüzde 41,5’a kadar faiz veriyordu. Yüzde 41,5’la toplanan parayı aynı banka yüzde kaçta müşterilerine kredi olarak dağıtır sizce? Faizlerin geldiği bu seviye hiç şaşırtıcı değil. Beklenen enflasyon bütün rakamları yukarı çekiyor.

Mehmet Şimşek’in ve Merkez Bankası’nın normalde enflasyonla gerçek anlamda mücadeleye girişmesi ve bunun için de ekonomiyi soğutmaya başlaması gerek. Şimşek açısından işin büyük ustalık gerektiren kısmı, ekonomiyi soğutmayı durgunluğa sebep olmadan, yani işsizliğin artmasına neden olmadan başarmak.

Ama bunun bir altın oranı yok ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın işsizliğin yeniden artmasına neden olacak bir programa onay vermesi çok zor.

O yüzden benim edindiğim izlenim, piyasaların bir ‘Şimşek Programı’nı bir süre daha bekleyecekleri. Önce Erdoğan’a sunum yapılacak, onun siyasi onayı alınacak ve ancak ondan sonra program açıklanacak.

Cevdet Yılmaz başkanlığında yapılacak ekonomik koordinasyon kurulu toplantısı o bakımdan önemli.

CHP haberlerinin bu kadar az ilgimi çektiği daha önce hiç olmamıştı

CHP haberlerinin bu kadar az ilgimi çektiği daha önce hiç olmamıştı

Gazetecinin işi bu, elbette haber CHP’de de olsa gidip kovalayacak. Ama itiraf edeyim, bu haberler artık benim bile ilgimi çekmiyorsa sokaktaki insanın hiç ilgisini çekmiyor demektir.

Efendim, iddiaya göre seçimden birkaç gün sonra CHP’li Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu buluşmuş, partinin geleceğini konuşmuş. Dün biliyorsunuz Özgür Özel bir nevi genel başkan adaylığını duyurdu.

Söylenen o ki, yasa Büyükşehir Belediye Başkanları’nın partilerinde yönetici pozisyonlarda olmasını açıkça yasakladığından, Ekrem İmamoğlu bir ‘Genç değişim ekibi’ kurmaya çalışıyor. Yani kendisi İstanbul’da, Mansur Yavaş Ankara’da, Tunç Soyer İzmir’de Belediye Başkanı kalmaya devam edecekler ama (mesela Özgür Özel’in öncülüğünde) bir ‘Genç ve değişim ekibi’ olacaklar. Bu yeni ekip CHP’yi alacak ve geleceğe taşıyacak…

Tabii siyasetçi bu, planı ve projesi hiç eksik olmaz ama inanın bana bu ara aşamalar, yapay ve zorlama olduğu baştan belli ‘Genç ekip’ çabaları falan beni hiç ilgilendirmiyor; CHP’ye canı gönülden veya kerhen oy veren insanları da ilgilendirmiyor.

İki temel mesele var: 1. CHP topluma ne söylüyor, nasıl bir Türkiye hayal ediyor? 2. Bu Türkiye’yi hangi liderle yapmaya talip?

Kemal Kılıçdaroğlu gitmiş yerine Ahmet veya Ayşe gelmiş, bir önemi yok. Önemli olan bu iki sorunun cevabı.

Bir seferinde bir samimi sohbet ortamında Meral Akşener, ‘Valla’ demişti, ‘Bizim parti ile CHP arasında çok temel bir fark var. Ben kaç defa arkadaşlarıma bu koltuktan kalkabileceğimi söyledim, kimse talip olmadı. Ama CHP’de genel başkanın bekleme odasında bir koltuk boşalsa bile oraya 20 talip çıkıyor, kavga başlıyor.’

Şimdi tabii Meral Akşener’in koltuğuna da talipler var ama konumuz İyi Parti değil CHP. Bu partide yaşanan savaş koltuğa oturma savaşı mı olacak, yeni bir vizyon ve programla partiyi yeniden güçlendirme savaşı mı?

Sokaktaki insan yapılan mücadelenin koltuk için mi yoksa yeni bir vizyon için mi olduğunu, bütün bu detaylara bakmadan bile hemen anlıyor.

Seçim de, karar da CHP’nin ve CHP’lilerin.

Bunun ötesinde birisi birisine bir şey demiş, diğeri onun gözünü oymaya kalkışmış, bu parti içi lafazanlık ve dedikodular kimsenin ilgisini çekmiyor.

16 yaşından küçüklere sosyal medyayı yasaklamak…

16 yaşından küçüklere sosyal medyayı yasaklamak…

Yeni bir tartışmamız var: Küçük çocuklara sosyal medyayı yasaklamalı, onlara sosyal medyaya girmeleri için bir minimum yaş belirlemeli miyiz?

Kişisel fikrim kesinlikle belirlememiz gerektiği yönünde.

10 yaşında, 12 yaşında çocukların TikTok’ta, SnapChat’te veya diğer sosyal medyalarda var olduğunu hepimiz biliyoruz. Buralarda var olmanın onların akıl sağlıkları üzerindeki etkisine ise dünyanın dört bir yanındaki bütün anne babalar tanık.

Amerika’da şimdi başlayan tartışmada 16 yaş öncesi sosyal medyayı yasaklamak konuşuluyor. Tabii bu yasağın nasıl konacağı ve uygulanacağı meçhul. Çünkü şu anda 12-13 yaşında olan çocukların tamamı ‘digital native’ denen, yani dijital çağın içine doğan çocuklardan oluşuyor. Onlara sadece ‘digital native’ demek de yetmez, aslında ‘smart phone native’ onlar. Yani akıllı telefon çağına doğdular.

Bu çocukların tamamı, telefonlarını da kimi dijital teknolojileri de kendi anne babalarından çok daha iyi kullanıyorlar. 

O yüzden yasağın anlamlı olabilmesi ve uygulanabilmesi pek kolay değil; yasağı getirecekse anne-babalar getirmeli, en azından bu yasakta en önemli rolü onlar oynamalı.

Akran zorbalıkları artık dijital

Akran zorbalıkları artık dijital

Dünyada da Türkiye’de de çok ciddiye alınması gereken sorunların başında çocuklarımızın uğradığı ve yine bizim çocuklarımızın başka çocuklara yaptığı akran zorbalığı geliyor.

‘Zorbalamak’ diye bir lafımız bile var artık, Türkçe bir kelime değilmiş gibi dursa da artık dilimize fena halde girmiş durumda.

Herhangi bir çocuk psikoloğuyla veya pedagogla konuşun, bu sorunun ne kadar yaygın olduğunu göreceksiniz. Çoğu aile, artık çocuklarının okullarda başına gelen akran zorbalıklarına karşı profesyonel yardım alıyor. Okulların rehberlik servislerinin neredeyse yegane işi buna dönüşmüş durumda.

Tabii çoğu çocuk ve aile zorbalığa uğradığından şikayet ediyor da, ‘Benim çocuğum akranlarına karşı zorbalık yapıyor’ diyen pek aile yok. Ama unutmayın, madalyonun iki yüzü var: Zorbalığa uğrayan kadar o zorbalığı yapmayı kendinde hak gören de bir çocuk.

Burada zorbalığa uğrayanın ruhunda derin yaralar açıldığına kuşku yok. Ama zorbalığı yapanın ruhundaki yaralar çok daha derin olabilir, buna da dikkat etmek gerekiyor. Amaç bütün çocuklarımızı kazanmak olmalı.

Bu zorbalıkların tamamının dijital ortamda başladığını da bilmeliyiz. Orada başlayan zorbalık, okul koridorunda omuz atmaya, yemek saatinde yalnız bırakılmaya, hatta tehditlere kadar varıyor.